Haber: Erva Gün
Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e karşı başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu’ndan sonra İsrail’in abluka altındaki Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları büyük bir yıkımla devam ediyor. Gazze’deki Sağlık Bakanlığı’nın aktardığı güncel sayılara göre 21 binden fazla Filistinli, İsrail’in yoğun saldırılarından dolayı hayatını kaybetti.
Hamas ile İsrail arasında Katar arabuluculuğunda 24 Kasım’da ilk olarak dört günlük bir ateşkes sağlanmış sonrasında bu ateşkes üç gün daha uzatılmıştı. 1 Haftalık ateşkes boyunca Hamas, 7 Ekim’de alıkoyduğu 80 rehineyi İsrail’e teslim etti. İsrail ise hapishanelerindeki 240 Filistinli mahkûmu tahliye etti. Ancak ateşkes 1 Aralık sabahı bitti ve İsrail hız kesmeden Gazze’ye saldırılarını sürdürmeye devam etti.
Savaş ne zaman bitecek?
İsrail’in saldırıları bölgede Lübnan sınırında Hizbullah ile birebir sıcak temas çatışmalarına girerek, Kızıldeniz’de Bab’ül Mendep Boğazı üzerinde Yemen’deki Husilerin saldırıları ile gittikçe büyümeye başladı. Birçok uzman İsrail-Filistin savaşının sona ermesiyle bölgedeki çatışmaların son bulacağını söylerken Netanyahu hükümeti sıkça “Hamas bitmeden bu savaş bitmez” diyerek savaşın ‘ne zaman’ biteceği sorusu üzerine şüpheleri arttırıyor.
Türkiye ve 'garantör ülke' talebi
Mısır ve Katar, savaşın ilk haftalarından arabulucu olmak için diplomatik girişimlerde bulundu. Öyle ki Hamas-İsrail arasındaki ateşkes Katar’ın devreye girmesiyle gerçekleşebildi. Diğer yandan Refah Sınır Kapısı’ndan yardım tırlarının geçişinde Mısır önemli bir etken olarak yer aldı. Bölgedeki Arap ve İslam ülkeleri bu savaşın bir tarafı olmaktan kaçınırken Türkiye ‘garantör ülke olma’ talebini sıkça dile getirdi. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamas’a yönelik tutumu Netanyahu hükümetini kızdırırken diğer yandan İsrail’e ve Netanyahu’ya yönelik söylemleri bu garantörlük söylemine gölge düşürüyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 9 Aralık’ta Washington’da yaptığı görüşmeler sonrası, “Gazze meselesi iki devletli çözüm ekseninde ele alınmalıdır. Bizim garantörlük önerimiz de iki devletli çözüm bağlamında bir öneridir. Eğer taraflar iki devletli çözüm noktasında mutabıksa biz her türlü desteği vermeye hazırız" açıklaması yapmıştı. Ankara, garantörlük teklifini sıklıkla vurgulamaya çalışırken bu teklifin taraflar nezdinde karşılık bulup bulmadığını ve uluslararası kamuoyunda bu söylemin nasıl yer aldığını uzmanlar değerlendirdi.
“İç politika hamlesi”
Dış politika analisti Aydın Sezer, Türkiye’nin ‘garantör ülke teklifini’ söylem olarak iç politikayla ilgili olduğunu vurguladı. Sezer, “İç politikada özellikle de Ahmet Davutoğlu, Saadet Partisi, HÜDA-PAR gibi konuya ideolojik perspektifle yaklaşanlara yönelik bir mesajdır. Burada bir anlamda Hamas’a hamilik yapmaya kadar da işi götürecek bir söylem” dedi. Söylemin eyleme geçme şansı olmadığını belirten Sezer, “Bu söylemler karşı taraflarca muhatap alınmayacağından emin olunarak yapılmış bir çıkıştır” şeklinde konuştu.
“Yandaş medya Erdoğan’a rol biçiyor”
Rusya-Ukrayna savaşı ve Azerbaycan-Ermenistan arasında yaşanan krizde Türkiye’nin rolünü de değerlendiren Sezer, yandaş medyanın dış politika ile ilgili konuları verirken Erdoğan’a ve Türkiye’ye rol biçtiğini dile getirdi. Sezer değerlendirmesinde şunları söyledi:
“Rusya-Ukrayna savaşı ile ilgili bizim arabuluculuk faaliyetimiz sadece esir takası sırasında oldu. O aşamadaki girişimimizi de başarıyla sonuçlandırdık ama sonra yapmamamız gereken bir şey yapıp Azov militanlarını Ukrayna’ya gönderdik. Rusya nezdinde itibarımızı sıfırladık. Tahıl anlaşmasında biz arabulucu değiliz. Bizim hiçbir şekilde Rusya-Ukrayna Tahıl Anlaşmasında inisiyatifi ortaya koyan, şartları belirleyen ve tarafları ikna eden bir pozisyonumuz yok ve olmadı. Birleşmiş Milletler’in Tahıl Girişimi ile ilgili çabalarının formüle edilmesinde hem Rusya’nın hem de Ukrayna’nın muhatap olarak bir anlaşma imzalamasında aracı bir ülke olduk.”
“Biz Hamas’ı kime karşı garanti edeceğiz?”
Sorunun Filistinliler arasında olduğunu aktaran Sezer, Filistinli gruplar arasındaki farklı yaklaşımlardan dolayı İsrail’in karşısında tek bir tarafın olmadığını söyleyerek İsrail ile müzakere edilecek konuda mutabakat olmadığını belirtti. Sezer, “Biz Hamas’ı kime karşı garanti edeceğiz? Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı mı? Siz Netanyahu’ya ağzınıza gelen her şeyi söylediğiniz bir yerde Netanyahu veya İsrail yönetimi sizi muhatap alır mı? Siz bir yerde Hamas ile taraf oldunuz” dedi. Filistin sorununda şu anda muhatap alınan kişinin Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas olduğunu dile getiren Sezer, “Bir diğer sorun şu Mahmud Abbas bizi ne kadar ciddiye alıyor?” eklemesinde bulundu.
“İsrail’in karşısında tek bir muhatap yok”
Arap-İslam ülkelerinin ve Arap kamuoyunun Türkiye’nin garantörlük teklifini nasıl değerlendirdiklerini de aktaran Sezer, “Arap ülkeleri Türkiye’nin ‘garantörlük’ söylemlerini hiçbir şekilde ciddiye almıyor. Çünkü Türkiye’de ideolojik temelli dış politikanın başlangıcı Hamas ile oldu. 2006-2008 dönemiydi. Biz o dönemde Hamas’a öyle bir taraf olduk ki Suriye’de Esad’ı devireceğiz diye Hamas’ı Şam’dan bile çıkarttı” ifadelerini kullandı.
Sezer, devamında şunları söyledi:
“Batı'nın ve İslam dünyasının, Müslüman Kardeşler'e ve onun yankılarına yönelik tepkileri çok netken Türkiye bunlara sahip çıktığı için Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail ile ilişkiler bozuldu. Şimdi siz Arap ülkeleri nezdinde garantör olacağım diyorsunuz. Soru şu ki neye garantör olacaksınız? Şu anki çatışmanın garantörü mü olacaksınız yoksa Filistin davasının çözümünde Hamas’a mı garantör olacaksınız? Filistin Kurtuluş Örgütü’nün İsrail ile politikasındaki ikilem bir problem arz ediyor. Ya toptan reddeden Hamas ve buna benzer gruplar mesela İslami Cihad gibi gruplar var ya da Batı Şeria’da mutlu ve huzurlu yaşayan Mahmud Abbas ve etrafındakiler var. Orada olay kendiliğinden karışık ve İsrail’in karşısında tek bir muhatap yok.”
“Garantörlük siyasi bir rol gerektirir”
Dış politika uzmanı Poyraz Gürson ise, Türkiye’nin ‘garantör ülke teklifi’ üzerine söylemlerini olumlu bir yaklaşım olarak değerlendirirken, “İsrail’in bu garantörlüğü ne derecede kabul edeceği soru işareti ama ben bu garantörlüğün mümkün olduğunu düşünüyorum” dedi.
Uluslararası hukukta esas unsurun mutabakat sağlanması olduğunu belirten Gürson, “Bu tip olayların yaptırımı zaten yok. Garantörlük aynı zamanda siyasi bir rolde gerektiriyor. Geçmişte bunun da iyi veya kötü örnekleri var. Dolayısıyla Türkiye bu inisiyatifi alıp savaş sonrası dönemde garantör ülke pozisyonunu yerine getirebilir. Garantörlük ile ilgili en iyi örnek Tahıl Koridoru Anlaşması'dır ve çok önemli bir zemin teşkil etmektedir” şeklinde konuştu.
“Birleşmiş Milletler’in devreye girmesi önemli”
Arap kamuoyunun ne düşündüğünden ziyade Birleşmiş Milletler’in devreye girmesinin önemli olduğunu vurgulayan Gürson, “Biz Libya ile münhasır ekonomik bölge anlaşması yaptık ve bunu da Birleşmiş Milletler onadı ancak İsrail-Hamas durumunda bir onama yok ve öyle bir ihtiyaç da yok aslında. Birleşmiş Milletler onadı der ama hiçbir şey yapmaz. Burada Arap kamuoyunun ne düşündüğünün Birleşmiş Milletler‘in yanında pek etkisi olmaz” ifadelerini kullandı.
Gürson, devamında şunları ekledi;
“Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Dünya beşten büyüktür’ diyor. Altıncının kim olduğu belli olmaya başladı bu dönemde. Manevi vicdan ve akılda, Türkiye şu anda bütün dünya ülkeleri nezdinde altıncı olduğunu ilan etti. Dolayısıyla Arap ülkeleri de bu merhametli duruşa saygı duyacaktır.”