Çevre

İlk iklim davası: "Türkiye taahhütlere uymuyor"

Abone Ol
İklim davası nedir? "İklim davaları, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması için gerekli önlemlerin alınması, iklim değişikliğine sebep olan faaliyetlerin durdurulması veya bu faaliyetler nedeniyle ortaya çıkan zararların karşılanması talepleriyle hükümetlere, şirketlere veya diğer kuruluşlara açılan davaların tümünü karşılayan bir ifadedir.” diyen Avukat Başak Başoğlu, “Halihazırda da hemen her gün dünyanın her yerinde bireyler ve STK’lar yeni iklim davaları açarak hükümetlerin ve şirketlerin iklim değişikliği konusunda daha fazla önlem almasını sağlamaya çalışmaktadır. Aslında pek çok dava türü, iklim davası olarak karşımıza çıkabilir. Nitekim bugün “iklim davası” olarak andığımız davalar, her hukuk sisteminin kendine özgü idari ve hukuki yapısına göre farklılık gösterir bir şekilde gelişmiştir. Örneğin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptali istemiyle açılan davalar da ‘Katrina Kasırgası’nda evlerini kaybedenlerin, köylerini taşımak zorunda kalan kabilelerin veya buzul erimesi nedeniyle tarlalarını su basan çiftçilerin açtıkları davalar da iklim davasıdır” ifadelerini kullandı. Dünyada iklim davaları İklim davalarına ilişkin süreçlerin dünyada nasıl ilerlediğine ilişkin konuşan Başoğlu, “İklim davalarının Amerika’da, Avrupa’da ve Dünya’nın diğer ülkelerinde gelişimleri hep farklı olmuştur. Şöyle ki Avrupa, iklim davalarının gelişimi için daha elverişli bir altyapıya sahiptir. Zira Avrupa’da çevre ve iklim konularında pek çok yasal düzenleme yapılmıştır ve bu yasal düzenlemelerin yetersizliği veya mevzuattaki hukuk boşluklarının doldurulması gereği pek çok davaya konu olmuştur. Özellikle 2015 yılında Paris İklim Anlaşması’nın imzalanmasından bu yana, dünyada ve elbette Avrupa’da iklim davalarının sayısı ve çeşitliliği artmıştır.” değerlendirmesinde bulundu. “İklim davalarında önemli olan kamuoyunda farkındalık yaratmak” Toplumsal değişim yaratmak için mahkemeleri ve yasaları kullanmayı amaçlayan ‘stratejik iklim davalarına’ dikkat çeken Başoğlu, “Nitekim Türkiye’nin ilk iklim davası olarak nitelendirilen mevzubahis dava da stratejik bir davadır. Bu tür davalarda davacılar kendi menfaatlerinin ihlal edilmesi nedeniyle değil, mevcut yasal düzenlemelerin ihlal ettiğine inandıkları sistematik sorunları vurgulamaya çalışırlar ve bu tür davalara genelde medya kampanyaları da eşik eder. Bu davalarda medya kampanyaları çoğu zaman davanın sonucundan daha önemlidir. Zira bu davalarda asıl önemli olan kamuoyunda ilgi ve farkındalık uyandırmaktır.” ifadelerini kullandı. Davalar, olumsuz sonuçlansalar bile iyi kamuoyu yönetimiyle davanın açıldığı ülkedeki iklim politikalarını ve yasal düzenlemeleri değiştirdiklerine vurgu yapan Başoğlu, “İklim davaları hem devletleri hem kurumları ve şirketleri sorumluluk ile karşılaşmamak için önlem almaya sevk etmektedir. Bunda yaratılan kamuoyunun da rolü büyüktür. Bu bakımdan açılan davalar büyük önem taşımaktadır.” dedi. İklim davalarında kamuoyu farkındalığı neye yarar? Başoğlu, “Her ne kadar emisyon salınımları yüksek faaliyetlerde bulunan şirketler ve bu şirketlerin faaliyetlerine izin veren, onları denetleyen devletler ilk anda iklim krizinin sorumluları gibi gözükse de esasen iklim krizinde herkesin payı bulunmaktadır ve herkesin kendi karbon ayak izini azaltmak için bazı önlemler alması gerekmektedir. Karbon azaltımı hem devletler ve şirketler hem de bireyler için ekonomik bir yük de getireceğinden bu dönüşüm pek tercih edilmemektedir ve bu nedenle dönüşümün doğru ekonomik teşvik ve finansal araçlarla desteklenmesi de gerekmektedir.” değerkendirmesinde bulundu. Türkiye neden iklim krizine karşı aksiyon almıyor? “Türkiye’de özellikle 2021 yılında Paris Anlaşması’na taraf olunduğundan beri iklim krizine ilişkin çeşitli önlemler alınmaya başlandı. Ancak bu önlemler içinde bulunduğumuz iklim krizi ve Türkiye’nin bu krizden etkilenme potansiyeli düşünüldüğünde yetersiz kalıyor.” diyen Başoğlu, Türkiye’yi asıl harekete geçirenin Avrupa Yeşil Mutabakatı olduğunu vurguladı; “Aslında Türkiye’yi harekete geçmeye başlatan temel etkenlerden biri 2030 yılına kadar Avrupa’da çeşitli sektörlerde emisyonları %55 azaltma için bir plan sunan Avrupa Yeşil Mutabakatı (EU Green Deal) oldu. Zira AB Yeşil Mutabakatı uyarınca açıklanan plan sadece AB üye devletleri için bir bağlayıcılık oluşturmuyor, aynı zamanda AB ile ticaret yapan ülkelerin de bu mutabakat kapsamında belirlenen standartlara uygun üretim yapmalarını gerektiriyor. Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ülkelerin başında Avrupa ülkeleri bulunduğundan Avrupa Yeşil Mutabakatı Türkiye açısından önemli bir dönüşümü gerektirmektedir. Bu nedenle, özellikle emisyon ticaret sistemini düzenlemek için bir İklim Kanunu taslağı hazırlanmış olup Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum için bu İklim Kanunu başta olmak üzere pek çok uyum mevzuatının önümüzdeki yasama yılında kanunlaşması gerekmektedir.” “Rekabetin gereği önlem alıyoruz” Başoğlu’na göre Türkiye önlem alma sürecinde ancak; “Bu önlemler samimi olarak iklim krizi ile mücadele etmekten ziyade yeşil dönüşümün olmazsa olmaz bir unsur haline geldiği rekabetçi piyasaların gereğidir. Bu nedenle de genelde uyum için gerekli asgari önlemlerin getirilmesi planladığından bu önlemler yeterli ve samimi bulunmamaktadır.” Neden eylem planımız yok? “Aslında bir eylem planımız var” diyen Başoğlu, “Ticaret Bakanlığı tarafından 2021 yılında Yeşil Dönüşüm Eylem Planı yayımlanmıştı. Ancak bunlar samimi olarak doğrudan iklim krizi ile mücadeleden ziyade rekabetçi piyasalarda ticaret gerekliliklerini karşılamaya yönelik olduğundan yetersiz kalmaktadır.” ifadelerini kullandı.