Narin Güran davası: Duruşma yarın devam edecek Narin Güran davası: Duruşma yarın devam edecek

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun, Küresel İletişim Derneğince Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ev sahipliğinde İbrahim Üzümcü Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen "İletişimin Geleceği: Vaatler ve Sorunlar" başlıklı 16. Geleneksel Küresel İletişim Derneği Konferansı'nda bir konuşma yaptı. Konuşmasında dijitalleşmenin hızı ve yoğunluğunun, iletişimin geleceğini tartışırken kendilerini meselenin farklı boyutlarını daha derinlemesine düşünmeye sevk ettiğini belirten Altun, her yenilikte olduğu gibi dijitalleşmenin de avantajları ve dezavantajları bulunduğunu söyledi.

 Altun, dijitalleşmenin olumlu yönlerinden maksimum verim almanın, olumsuzluklarını ortadan kaldırmanın temel gaye olması gerektiğini vurguladı. Veri güvenliğinin sağlandığı, kendisini her türlü otoritenin üzerinde gören sosyal medya ve teknoloji şirketlerinin hukukun sınırları içerisine çekildiğini söyleyen Altun, dezenformasyonun kolaylıkla teşhis edilip itibarsızlaştırılabildiği ve hakikatin esas itibarıyla egemen olduğu bir iletişim ekosistemine ihtiyaç olduğunu söyledi.

Son yıllarda meydana gelen silahlı çatışmalar, siyasi krizler, afetler, düzensiz göçler, küresel salgın, ekonomik kriz gibi sorunların tesirinin, iletişim ve medyadaki dijitalleşmenin etkisiyle katbekat arttığına işaret eden Altun, yakın zamanda şahitlik ettikleri Rusya-Ukrayna Savaşı ve tüm şiddetiyle devam eden İsrail'in Gazze'deki pervasız katliamları, soykırım faaliyetleri gibi tüm bu krizlerde dijital mecraların, küresel kamuoyunu manipüle etmek için yoğun şekilde kullanıldığını belirtti.

Altun, bugün insanlık olarak bir Frankenstein Sendromu yaşadıklarını dile getirdi ve şunları söyledi: "Bugün insanlık, kendi eliyle ürettiği teknolojilerin vesayeti altına girmiş durumdadır. Ne diyordu Frankenstein kendisini üreten genç bilim insanına; 'Benim yaratıcım sensin ama ben senin efendinim.' Ne yazık ki insanlık bu dijital teknolojilerin yol açtığı sınamalara karşı etkili politikalar, stratejiler, cevaplar ve etik kodlar geliştirmeyi başarabilmiş değil. Son yıllarda sıkça gündeme gelen mahremiyet, veri güvenliği, siber tehditler, hibrit savaşlar, dijital faşizm gibi birçok soruna karşı ne yazık ki insanlık kapsamlı stratejiler ve politikalar üretmedi. Aksine, toplumların ve bireylerin etkileşim imkanlarını genişleten birçok teknolojik yenilik, dezenformasyon, mezenformasyon ve kitle manipülasyonu gibi sebeplerle kötücül odakların yıkıcı faaliyetleri için birer silaha dönüştü."


Yeni medya düzenindeki bu enstrümanlarla yalanın artık adeta ışık hızıyla yayıldığına dikkati çeken Altun, sistematik dezenformasyon saldırılarıyla bazen toplumun belirli bir kesiminin bazen de tümüyle uluslararası kamuoyunun, yalanın etkisi uzun süren zehrine maruz bırakıldığını, toplumların bünyesine yalan virüsünün sistematik olarak zerk edildiğini söyledi. İletişim Başkanı Altun, son aylarda şahit oldukları üzere dezenformasyonun savaş suçlarını, katliamları, soykırımları gizlemek için kullanır hale geldiğine işaret ederek, "Bütün bunlar, esasında insanlığın büyük bir hakikat kriziyle karşı karşıya olduğu gerçeğini gösteriyor. Hakikat krizi, bugün toplumları, bireyleri tehdit eden başlıca meydan okumalardan biridir. Ne yazık ki içinde olduğumuz dünya sistemi bir yandan bu hakikat krizini derinleştirirken, bir diğer yandan da uluslararası alanda, uluslararası iletişim ekosistemi içerisinde bir adaletsizliğin de üremesini beraberinde getiriyor." dedi.

Bugün küresel iletişim sahnesinde katı bir tabakalaşma hatta kast sistemi olduğunun altını çizen Altun, "Nasıl ki uluslararası sistemde bir adaletsizlik varsa uluslararası iletişim sistemi içerisinde de bir adaletsizlik vardır. Esasında Batı hegemonyasıyla birlikte varlık gösteren bir medya emperyalizminden bahsediyoruz. Bu emperyalist yaklaşıma göre bir yanda içerik üretenler, içerik üretme hakkına sahip olanlar, bir diğer yanda ise bu içerikleri tüketenler, tüketmek zorunda olanlar vardır. Neyin öne çıkarılıp neyin görmezden gelineceğine karar verme tekelini elinde bulundurduğunu düşünen bir uluslararası medya statükosundan bahsediyoruz. Bu statüko, müesses nizam öyle bir çerçeve ortaya koymaktadır ki buna göre örneğin, Akdeniz'de boğulan 800 göçmenin bir haber değeri yoktur. Zira, bu müesses nizama göre onların canlarının da bir kıymeti yoktur. Oysa bu olayla aynı günlerde Titanic'in enkazına düzenlenen turistik seyahat esnasında hayatlarını kaybeden birkaç kişi günlerce manşette tutulmalıdır. Bu, apaçık bir adaletsizliktir. Ne var ki bu tutum ve dahası bu adaletsiz küresel iletişim düzeni, bugün evrensel anlamda çok ciddi şekilde eleştirilmekte, sorgulanmakta, uluslararası sistem için söz konusu olan adalet talebi iletişim ve medya alanında da kendisini göstermektedir." dedi.

Muhabir: Ziya Burak Erol