Ergun Mengi
Örneğin bugün, karşınıza, İngilizce bir yazı (This is a book) çıksa bu yazıyı, okursunuz, ama İngilizce bilmiyorsanız, anlamazsınız. İlk ayet “İkra” yani oku ve anla olarak inmiştir. Mehmet Akif Ersoy “İbret alınmaz her gün okuruz ezbere de; Bir ibret aranmaz mı ayetlerde” mısralarında bunu anlatmak istemiştir.
Türkler 9. yüzyıl ortalarında Müslümanlığı benimsedikten sonra Arapça ve Arap harflerinden de etkilendi. Zaman içerisinde kullandıkları Uygur alfabesini bırakarak Arap alfabesini kullanmaya başladılar. Ancak, birçok düşünür kendisini tam ifade edebilmek için eserlerini Türkçe yerine Farsça yazmış, Kâtip Çelebi dahil birçok düşünür Arap harfleri ile Türkçenin ifade edilemediğini dile getirmiştir. Kaşgarlı Mahmut Türkçe'nin Arapçaya üstün olduğunu ve Arap harflerinin bu konuda yetersiz olduğunu savunarak Divanü Lügati' Türk adlı eserini kaleme almıştır.
Arap Alfabesinde sesli harflerin bulunmaması, Arapçanın zor öğrenilebilen bir dil olması, aynı harflerin cümlenin başı, ortası ve sonunda farklı şekilde yazılması, okuma-yazma oranının düşük kalmasına ve ümmîliğin artmasına neden olmuştur.
Osmanlıya 300 yıl geç gelen İbrahim Müteferrika’nın matbaasında, basılan kitap sayısının çok düşük olması Arapça harflerden ve Osmanlı’da okuma kültürünün olmamasından kaynaklanmıştır.
Halk kendisi için çıkarılan, Arap harfleriyle yazılan, kanunları, tüzükleri ve yönetmelikleri anlayamıyordu. Devletin ticari düzenini, vergi sistemini, mahkeme ilamlarını anlayamaması nedeniyle, Meşrutiyet dönemi aydınları arasında Arap harflerini ayrık yazmak, Türkçedeki ünlüler için yeni harfler eklemek gibi görüşler ortaya atanlar olmuştur. Ziya Gökalp’in Türkçülük ideolojisi doğrultusunda Türk kimliğini ortaya çıkarması ile
1923 ‘de Cumhuriyet kurulduğunda okuma yazma oranı, %2.5, kadınların ise %0.7 civarında idi. Bu sonuç Türk halkını okuyan değil, dinleyen bir toplum haline getirmiştir. Bu anlayış, maalesef, hala devam etmektedir. Okumadan Bilgi, Bilgisiz Fikir, Fikirsiz zikir olmaz. Ama okumayı ve yazmayı sevmiyoruz.
1923'te İzmir’de yapılan Türkiye 1. İktisat Kongresinde Latin alfabesine geçiş konusu için komisyon kurulması önerisi kongre başkanı kazım Karabekir tarafından reddedilmiştir.
26 Şubat 1926 tarihinde Bakü’de düzenlenen ve Türkiye’yi temsilen Mehmet Fuad Köprülü’nün (Ordinaryüs Prof.) katıldığı Birinci Türkoloji Kongresi’nde, Türk halklarının tarihi, edebiyatı, dili, ve kültürü ile ilgili alınan kararların yanı sıra “Tüm Türkler İçin Latin Alfabesine Geçme” kararı alınmıştır. Bu karar ve Arnavutların 1911’de, Azerbaycan'ın 1922’de Latin Alfabesine geçmesi Türkiye'nin de Latin alfabesine geçiş çalışmalarını hızlandırmıştır.
23 Mayıs 1928’de Türkçe yazıda kullanılacak Alfabenin belirlenmesi için bir komisyon kurulmuştur. Komisyonda Arap harflerine yapılacak eklentilerle Türkçe yazılması da dâhil, Kiril, Latin ve az da olsa uzak doğu alfabeleri tartışılmıştır. Komisyon çalışmaları devam ederken, 28 Mayıs 1928'de TBMM, resmî daire ve kuruluşlarda, Arapça rakamların yerine, uluslararası rakamların kullanılmasına yönelik yasa çıkartılmıştır. Çalışmalarda, Latin alfabesinde bazı Türkçe sesleri karşılayan harflerin olmadığı dikkati çekmiştir. Bu nedenle Mustafa Kemal Atatürk ve Alfabe komisyonu titiz çalışmalar sonucunda “Konuştuğun gibi yaz-yazdığın gibi oku”” prensibine uygun olarak Latin Alfabesine Ç, Ş, Ğ, I, İ, Ö, Ü gibi yeni harfleri ekleyerek, “W ve Q” gibi harfler çıkartarak yeni Türk Alfabesini yaratmışlardır. Bunu yapamayan Avrupa devletleri, kendi “Dil Devrimlerini” yaparken, Latin Alfabesini olduğu gibi aldıklarından bazı sesleri ifade edebilmek için birkaç harfi bir araya getirmek zorunda kalmışlardır. Örneğin Türkçe Alfabesindeki “Ş” harfi ve sesi İngilizcede ”Ch”, Almancada “Sch” harflerinin birleştirilmesiyle yazılmaktadır.
Yapılan çalışmalar sonunda Türkçeye en uyumlu ve kolay yazılıp okunan, Batı Dünyası tarafından kullanılan bilim ve aydınlanmanın alfabesi olan, Latin Alfabesi uygun görülmüştür. Atatürk 09 Ağustos 1928'de, yeni harfleri ilk kez Gülhane Parkında tanıtmıştır. Daha sonra 23 Ağustos 1928 tarihinden itibaren yurtiçi gezilerine çıkan Mustafa Kemal Paşa “Başöğretmen” sıfatı ile yeni alfabeyi halka tanıtmıştır.