Hak ve özgürlükler
Utku ŞENSOY İletişim çağında mesafeler kısaldı, evimizden masa başından dünyanın dört bir yanına bir tıkla ulaşıp her tür bilgiyi elde edip, e-ticaret yapabiliyoruz. Dünya...
Utku ŞENSOY
İletişim çağında mesafeler kısaldı, evimizden masa başından dünyanın dört bir yanına bir tıkla ulaşıp her tür bilgiyi elde edip, e-ticaret yapabiliyoruz. Dünyamızın küresel köy haline geldiği, komşu komşunun külüne muhtaç olduğu bu yenidünya düzeninde, devletler, “iç siyasette istediğimi yaparım” diyemiyor. Özgür dünya/batı bu tür davranış sergileyen ülkelere hak ve özgürlükler penceresinden bakıp aykırılık bulduğunda, kaygı ve eleştirilerini dile getirip, gizli ya da açık ambargosunu uygulamaktan imtina etmiyor. Yargı bağımsızlığı, insan hakları, ifade özgürlüğü, hak ve özgürlükler, basın özgürlüğü Batının olmazsa olmazı. Onların bu uygulamalarında önyargı ya da çifte standart yok mu? Tabii ki de var. Peki, tüm bunlar Batının uyarılarına gerek kalmadan ülkelerin kendi halkları için sağlaması gereken öncelikli görev, asgari zorunluluk değil mi?
***
DIŞ SİYASETTE DİK DURMAK
Haberlerde, sosyal medyada, çarşı pazarda sokağa çıktığımızda ya da toplu taşım araçlarında yurttaşların sorunlarına kulak verilen her ortamda, tamamına yakınının geçim sıkıntısı ve hayat pahalılığından yakındığına tanık oluyoruz. Mutlu müreffeh yaşam sürenlerin azınlıkta kalan kesim olduğu görülüyor. Onların çoğunluğu da ballı börekli ihalelere giren, suyun başında olanlarla çevresindeki işbirlikçileridir. Üretici, çiftçi, tarım işçisi, çalışan, emekli, işsizin ise tek bir isteği var, “insanca yaşamını sürdürecek iş ve gelire sahip olmak”. İstedikleri fazla bir şey değil ki, tek beklentileri, sosyal devlet olmanın gereğiyle, emeğin karşılığı olan hak ettikleri ücretle yaşam standartlarının yükseltilip, adil paylaşımla milli gelirden daha fazla pay alabilmek. Düne kadar aşağılanan Çin’deki asgari ücret bile 340 ABD doları seviyesindeyken bizim insanımızı 300 ABD dolarından daha az ücretle günde 10 doların altında çalıştırmak reva mıdır? Asgari ücretli milyonlarca yurttaşımızın çarşı pazara gittiğinde rahatça sebze meyve, ayda birkaç kez et, balık, tavuğu gelir gider hesabı yapmadan alıp, elektrik, doğalgaz, su faturalarını ele güne muhtaç olmadan ödemek en doğal hakkı değil midir? Keza sosyal devletten söz etmişken, adalete güven duygusunun yeniden tesisi, kutuplaştırma ve ayrıştırma politikalarından vazgeçip, yaftalamadan devletin tüm yurttaşlarına eşit mesafede durmasını talep etmek çok fazla bir şey istemek midir? Hak talep edenlere yönelik vatan hainliği benzeri köhnemiş yaftalamalar 21’nci yüzyılın özgür dünyasında artık kabul edilmiyor. Yenidünya düzeninde devletlerin iç siyasetlerindeki farklı görüş ve düşüncedeki yurttaşlarına tepeden bakan aşağılayıcı üslubu hızla terk etmesi toplumsal barış için olmazsa olmazdır. Keza algı operasyonlarıyla, 80’li yıllardaki kurnaz kasaba tüccarı davranışıyla hareket edip, iç siyasete meze yapmak amacıyla dış siyasette dik duruş olarak gösterilmeye çalışılan ama gerçekte elin gavurunun bir takım restlere ve hamasete pabuç bırakmadığını, artık rasyonel, sağlıklı bir dış politika içinde bu tür davranışların yeri olmadığını ne zaman anlayacağız?
***
ERDOĞAN BİDEN GÖRÜŞMESİ
Her fırsatta yerli ve millilikten dem vurup, antiemperyalist tavır sergilediklerini iddia edenlerin ABD Başkanı ile yapılan görüşmelere bu kadar önem atfetmelerini anlamakta zorluk çekiyoruz. Bir kısım medyanın görüşmeye ilişkin bu kadar fırtınalar kopartıp zafer edasıyla çığırtkanlık yapması bu ne perhiz bu ne lahana turşusu deyimini akıllara getiriyor. Her görüşmenin ardından, müthiş başarı, ağızlarının payını verdik ya da insan hakları konusunda ayar verdiler, ev ödevlerimizi sıraladılar benzeri yorumlar ülkeme değil olsa olsa muz cumhuriyetlerine yakışır. Eski Türkiye diyenlerin, o dönemin MGK bildirileriyle dalga geçip, Roma’daki G 20 zirvesi çerçevesinde yapılan yarısı tercümeyle geçen 60-70 dakikalık görüşmeye bu kadar önem atfedip abartılmasını kavrayamıyoruz. Bize göre görüşme olsa ne olur olmasa ne olur. ABD şüphesiz çok önemli bir ülke ve ticari partnerdir, ülkemizin çıkarları neyi gerektiriyorsa o yapılmalı ancak eşit ülkelerin eşit liderleri arasındaki görüşmelere olduğundan fazla önem yükleyip abartılmasına hiç gerek yok.
***
ÖZDE SIFIR SORUN
Tarih boyunca İngiliz-Fransız ya da Fransız-Alman kanlı çatışmaları yaşandı. Onca kin, nefret ve savaşa rağmen, artık her biri kendi milliyetçiliğinden taviz vermeden can ciğer kuzu sarması biçimde ekonomik ilişkilerini düzgün biçimde sürdürebiliyor. Uluslararası ilişkilerde kalıcı düşmanlıklar yoktur, sadece devletin çıkarları söz konusudur ve bunun gereği neyse o yapılır. Bu bağlamda, Türkiye’nin de başta Suriye, Irak, İran, Ermenistan gibi sınır komşularımız olmak üzere, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi bölgesel aktörlerle hızla normalleşme sürecine girmesi kaçınılmazdır. Ayrıca, ABD, Avrupa Birliği, Çin ve Hindistan gibi ülkelerle de hızla asgari müşterekte buluşmanın yolları aranmalı. Bir dönem komşularla sıfır problem hedefiyle yola çıkıp sıfır komşu düzeyine gerilediğimiz günleri unutup, sözde değil özde komşu olabilmenin gereği için büyük devletlere yakışır biçimde ilk adımları Ankara’nın atması daha doğru olur. Türkiye, Ortadoğu’dan Kafkaslara, Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Arap yarımadasına kadar bölgesel barış ve kalıcı istikrarın anahtarını elinde tutan başat ülkedir. Yurdumuzda bunca hayat pahalılığı ve geçim derdi varken, dünyada en az gülümseyen, en hırçın, kavgacı ülke halkları sıralamasında başı çektiğimiz açıklandı. Bu bağlamda yurdum insanını temsil eden iktidarların komşu ülkelerle dostane ilişkiler içinde girmesinin pek de kolay olmadığı aşikar ama bunun için gereken hoşgörü ortamını sağlayacak olan siyasi iktidarlardır, liyakat sahibi kadrolardır, deneyimli diplomatlardır.
***
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile ilişkilerin ise tüm bu ülkelerin dışında ayrı bir konjonktürde değerlendirmek gerekiyor. Bu ikilinin tarih boyu kuyruk acısı ve hasmane tutumları nedeniyle kısa ve orta vadede normalleşme pek de kolay görünmüyor. Yukarıda saydığımız diğer ülkelerle yaşanacak normalleşmenin ardından, Rum-Yunan ikilisine verilen destek azalacak, bu ikilinin düşmanca tavırlarına destek azalacaktır. Bu konudaki anahtar ülkeler, İsrail ve Ermenistan’dır, Avrupa Birliği başkenti Brüksel’dir, Washington’dur, Uluslararası STK’larıdır. Uluslararası ilişkilerin temel yaklaşımlarından biri olan, sivil toplum kuruluşlarının uluslararası ilişkilerde reform yaratacağı, böylece daha adil ve demokratik bir dünya yönetiminin yaşama geçirilmesini savunan “İnşa Edici Yaklaşımın” farkındalığını kabul etmemiz gerek.
***
[caption id="attachment_226570" align="alignleft" width="700"] 1936-İstanbul Atatürk-İngiltere kralı 8.ci Edward[/caption]
TOPLUMSAL SÖZLEŞME
Siyasi fikirleriyle Fransız Devrimi'ni etkileyen 18’nci yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan sıkı bir toplum eleştiricisi, Cenevreli filozof ve yazar, Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) İçtimai Mukavele ya da Toplum Sözleşmesi ile “yasama gücü halka aittir ve yalnızca ona ait olabilir” fikirleriyle Mustafa Kemal’e de ışık tutmuştur. Rousseau’ya göre yurttaşlar olmadan erdem, erdem olmadan özgürlük, özgürlük olmadan devlet olamaz. Devletin iktidara değil, halka ait olduğunu savunan Rousseau’nun ulus-devlet anlayışı Mustafa Kemal Atatürk’ ü etkilemiştir. Dış Politikaya ilişkin notlarımızı, en büyük milli bayramımız olan Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle Mustafa Kemal Atatürk’ün, “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” sözleriyle noktalıyoruz.