Haftada dört gün çalışma modeli yaygınlaşıyor: Artı ve eksileri neler?
Haber: Bilgesu Erdem
Haftada dört gün çalışma modeli, Belçika’dan Güney Afrika’ya, Japonya’dan İzlanda’ya pek çok ülkenin gündeminde yer aldı. Model haftalık çalışma gününün azalmasını, ancak çalışma saatlerinin aynı kalarak "daha uzun iş günlerine" evrilmesini öngörüyor. Aralık 2022’de İngiltere’de sona eren altı aylık deneme sonrası işletmeler üretkenlik, moral ve ekip kültürünün geliştirilmesi açısından olumlu sonuçlar kaydetti. Almanya, ülkedeki şirketlerin 21 Eylül 2023 tarihinden itibaren altı aylık pilot uygulamaya katılmak için başvuruda bulunabileceğini duyurdu.
NTV’nin haberine göre; ülke, iş danışmanlığı şirketi Intraprenör ve 4 Day Week Global tarafından düzenlenen şimdiye kadarki en büyük dört günlük çalışma haftası pilot projesini başlatmaya hazırlanıyor. Uygulama,21 Eylül 2023 tarihinden Şubat 2024’e kadar devam edecek. Deneme, 2022 yılında İngiltere’de gerçekleştirilen ve 61 şirketin çalışma saatlerini haftada dört güne indirdiği, ancak verimlilik düzeylerini koruduğu ve çalışanlara beş günlük çalışma ile aynı ücreti ödediği denemeye benzer olacak.
Haftada dört gün çalışma modeli ilk bakışta tamamen pozitif bir sistem gibi görünse de sebep olabileceği olumsuz durumlar da var: Kadın çalışanların ev içi emekçisi olarak da daha fazla sömürülmesi, kadınların evde olmasının çocukların okul öncesi eğitimden mahrum kalmasını beraberinde getirmesi ya da işçinin patron tarafından daha fazla sömürülmesine neden olması gibi... Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Özuğurlu ve Psikolog/Sosyolog Serap Duygulu, modelin olası sonuçlarını 24 Saat’e yorumladı.
“Çalışma koşul ve süreleri sınıflar mücadelesinin başat konuları olmuştur”
“Çalışma, insan türü bakımından kendini gerçekleştirme ve geliştirme etkinliğidir.” diyen Özuğurlu, “İnsan türünün bu ayırt edici özelliği, kapitalizmde, meta biçimine bürünür; çalışmadan yaşamını sürdüremeyenler bakımından yaşamı sürdürebilmenin gerektirdiği ihtiyaçlara erişmek para ile, para ise ücretli çalışma ile mümkündür. Kapitalizm tarihi boyunca çalışma koşul ve süreleri sınıflar mücadelesinin başat konuları olmuştur.” ifadelerini kullandı.
“Daha az çalışma ile aynı işleri yapmak ve özgür zaman miktarını arttırmak mümkün”
“1889’daki İkinci Enternasyonal toplantısında 1 Mayıs’ı doğuran eylem kararının ana talebi 8 saatlik işgünü idi.” ifadelerini kullanan Özuğurlu “ 20. Yüzyıla girerken 14-15 saatlik günlük çalışma süresini 8 saate çeken işçi sınıfı 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde neden bunu 4 saate kadar indirmesin? 4. Sanayi Devrimi ile canlı emeğe ihtiyaç duyulmayacak üretim sitelerinden söz ediliyor. İstihdam alanlarından kopartılan mülksüz çoğunluğa “yurttaşlık geliri” gibi hayırseverlik programları öneriliyor. Madem bilgi teknolojileri ile emek üretkenliğinde muazzam artışlar yaşanıyor, demek ki çok daha az çalışma ile aynı işleri yapmak ve özgür zaman (boş zaman değil) miktarını arttırmak mümkün.” değerlendirmesinde bulundu.
Emek-yoğun sistemden fikir-yoğun sisteme geçiş
Sosyolog Serap Duygulu ise “Türkiye’de açıkları ve birtakım yasal boşlukları farklı alternatiflerle doldurmanın mümkün olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla evet, negatif tarafları var. Ama aynı zamanda pozitif tarafları da var. İki yönlü değerlendirmek lazım.” diye sözlerine başlarken, bu modelin artılarını şöyle saydı; “Kişilerin emek-yoğun sistemden çok fikir-yoğun sistemine geçişini kolaylaştırır. İnsanların sosyal hayata, arkadaşlıklara ve hobilere daha çok zaman ayrılabilmesi, evliliği ve çocuklarıyla ilgilenebilecek zamana sahip olması. Elbette teknolojinin artık pek çok şeyi kolaylaştırdığını, özellikle pandemi sürecinde görmüş olmamız sebebiyle, uzaktan çalışmanın da mümkün olabildiğini, hatta daha etkili olabildiğini gördük son dönemde. Bütün bunlar artıları. Kadının da erkeğin de tam zamanlı çalıştığı zaman sanki evine, işine, ailesine, çocuklarına zaman ayıramıyormuş gibi hissetmesinin ve yetersizlik duygusunun önüne geçmesi açısından güzel şeyler.”
Sınırlar doğru çizilmeli
Duygulu, “Fakat burada da -ne yazık ki pandemide de bunu yaşadık- kadın ya da erkek fark etmeksizin tüm çalışanlar üzerinde çalışma saatlerinin esnetilmesi, geç saatlere kadar süren toplantılar ya da iş taleplerinin gelmesi tüm çalışanlar üzerinde ciddi anlamda olumsuz bir etki oluşturdu. İşveren açısından ise bu esnekliği herhangi bir tanım içine oturtmuş olmaması ve sınırın çizilememiş olması avantajlı durum getirdi. Dolayısıyla eğer sınırlar doğru çizilmezse elbetteki çalışan açısından olumsuz sonuç getirir.” dedi. Öte yandan aynı durumun çalışanlar için de geçerli olduğunu vurgulayan Duygulu, "Şöyle ki aklı işinde, evinde, çocuğunda olan kadının ya da erkeğin, haftada beş gün tam zamanlı çalışan ve iş saati bitsin de bir an önce eve gideyim diye düşünen bireyin, çalıştığı işe odaklanamadığını da biliyoruz.”
Duygulu’ya göre bu durumun farklı tarafları var; "Vakit doldurmak için masanın başında oturan ama çalışmayan ve iyi niyeti kötüye kullanan çalışanlar olduğunu da biliyoruz. İşveren tarafında da çalışan tarafında da kötüye kullanım var. Elbette işveren ve çalışan açısından farklı dinamikler içeriyor."
Peki ne yapmalı?
Duygulu “Buradaki temel olay ‘Bunun olumlu yönlerini nasıl geliştiririz, olumsuz tarafları ise nasıl olumlu hale dönüştürürüz’ diye düşünebilmek için net olarak sınırların çizilmesi lazım. Görev tanımlarının çok doğru yapılması, bunun bir sözleşmeyle kayıt altına alınması lazım, iki taraf için de yasal yaptırımların net olarak ortaya konması lazım. Tatil denilen şeyin gerçekten tatil olması lazım. Ama yine iş yapacaksa bu kişiler, isterseniz hiç çalışmıyorum deyin, bir şey ifade etmeyecek. Beş gün çalışan kişiyi doğru motive edemezseniz o kişi bedensel olarak orada olmaktan öte iş yerine hiçbir katkıda bulunamayacak.” diyerek sözlerini noktaladı.
Bunlar da ilginizi çekebilir