Güven hayatidir
Yusuf KANLI Güvenin hayati derecede önemli olduğu herkes tarafından sıklıkla söylense de maalesef uygulamada fazla da bir öneminin olmadığı ortada. Kişi siyasetçi. Halkın...
Yusuf KANLI
Güvenin hayati derecede önemli olduğu herkes tarafından sıklıkla söylense de maalesef uygulamada fazla da bir öneminin olmadığı ortada.
Kişi siyasetçi. Halkın oyu ile göreve geliyor. Gösterilen güveni ve daha önemlisi temsil görevini kişisel veya grupsal zenginleşme aracı olarak kullanıyor. Doğru mu? Elbette yanlış, ama hayat bu durumun çok da ender yaşanmadığını gösteriyor, değil mi? Kamu kuruluşlarında durum çok mu farklı? Kişisel zenginleşme bir yana, adam kayırmanın, nepotizmin boyutlarını herkes görüyor, değil mi? Bir dönem tüm kapıcıların aynı kasabadan olmaları hikayesi gibi, gerek kamu gerek özel tüm iş yerlerinde en efendisinden “memleketçilik” ya da hoyrat “tarikatçılık” kadro dağıtımında artık önemini kaybetti denilebilir mi? Daha da kötüsü bir tarikatın devlette çöreklenmesinden onca çekilmesine rağmen, şimdi sağlıktan ulusal savunmada çok önemli dev kurumlara varıncaya kadar bir başka tarikata peşkeş çekilmiyor mu?
“Benim arkadaşım, eski dostum, yılların dostu” gibi basit ve saygın ifadelerden, “beraber yürüdük biz bu yılları” kader birliğine ya da “bizim tarikattandır, değerlendirin” taleplerine nepotizm kurumları, kuruluşları ve devleti kanser gibi kemiren, çürüten, yoldan çıkaran bir hastalıktır.
Sırf “partidaş” olduğundan, yasaları eğip büküm, tarafsızlığı şart kurumlara birilerini atamak, yetkili pozisyona getirmek tabii ki mantıkla, izanla, vicdanla izah edilemez. Sadece koltukta oturan şahıs değişti diye de kuralların hatırlanıp, intikam aracı haline getirilmesine sevinmek de, yapılan iş doğru olsa bile, elbette ki kolay değildir.
“Ya bizdensin, ya yok ol” anlayışı liyakatli kadrolar yerine, nepotist yapılanmayı öncülenmekte, yozlaşmayı, çürümeyi teşvik etmektedir. “KKTC’de yeniden yapılanma şarttır” denildiği zaman kimse hedef alınmamakta, bu genç devletin kurumsallaşması talep edilmektedir. Kurumsallaşma hem nepotizmin hem de narsisimin engellenebilmesinin altın anahtarıdır.
Liyakatin devlet yönetiminde hakim, halkın güveninin her şeyden önemli olacağı bir KKTC hepimizin isteği olmalıdır.
Çok sevdiğim, asırlar önceden, Maarif Koleji’nde okuduğumuz zamandan bir arkadaşım, sıklıkla KKTC düşmanı çevrelere “Mevcut yönetimsel sorunların ele alınıp, ortadan kaldırılmaları için Kıbrıs sorununun çözümünü beklerseniz, iki açıdan yanlış yaparsınız. 1- O çözüm çok geç olabilir ve mevcut sorunlar içinden çıkılamayacak, her hangi bir şekilde çözülemeyecek hale gelebilir. 2- Olur ya Kıbrıs sorunu bir gün mucizevi bir şekilde ortadan kalkarsa, Kıbrıs Türk yönetimsel sorunlarını yine Kıbrıs Türkü çözecektir. Rumlar bizim kelimize merhem olmayacaktır” demekte, uyarmakta. Bu arkadaşımın görüşleri de benimle tam olarak örtüşmüyor. Özellikle nüfus, kültürel kaygılar gibi konularda aynı düşünmüyoruz. Ancak, sizce de haklı değil mi? Eğer yerel ve toplumsal yönetim sorunlarının çözümü için adadaki Rum-Türk düğümünün ortadan kalkmasını beklersek, korkarım göle maya çalan Hoca’dan da beter, belki seferleri çoktan sona ermiş ölü tren hattı durağında bekleyenler gibi oluruz.
DOĞRU YAPTIN SERDAR
Siyasette “Buraya kadar” sözünü kaç kişi cesaret ile söyleyebilir? Serdar Denktaş’ın son meclis konuşmasıyla aktif siyasete vedası bu açıdan örnek oldu.
Kıbrıs Türk toplumunun çok takdir ettiği, ailenin çok sevdiği ve baba Rauf Denktaş’ın siyasi varisi görülen Raif’in kaybı ardından 29 yaşında istemeyerek siyasete itilen Serdar, çok kısa sayılmayacak bir siyasi yolculuk ardından kendi isteği ile siyaseti bırakması gerçekten önemli bir gelişmedir.
Doğru yaptığı zamanlarda da, yanlış yaptığı zaman da Serdar hep benim arkadaşım, baba, ana ayrı kardeşim oldu. Elbette zaman oldu çok eleştirdim, zaman oldu, “Helal sana” dedim. Dünya kadar yanlışı, oldukça önemli başarıları oldu. Hiçbir şey yapamamışsa 23 Nisan 2004 sınır kapılarının açılması için ne büyük uğraşlar verdiğini bilen birisi olarak o büyük ve önemli adım içim kendisine bir kez daha teşekkürlerimi sunarım.
Her şey bir yana, “baba yarısı” diye gördüğüm, şefkatinden, ilgisinden, takdirinden hep gurur duyduğum Kurucu Cumhurbaşkanımızın oğlu olarak her zaman özel bir statüsü oldu kalbimde. Güle güle Serdar, şimdi kitabını bekleyeceğiz. Birikimlerinle siyaset üstü bir statüye yolculuğunu gözlemleyeceğiz.
Şaka yollu dediğimiz gibi Serdar, “Hür general olarak şimdi yapacak çok işin var.” Hayırlı olsun.