Barış Durukan
Bu konuda çok sevdiğim ve takdir ettiğim hem beyefendi hali hem akademik başarısı hem de dik duruşu ile Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Bozkurt Abi’me bana ilham verdiği için ayrıca teşekkür ederim. Kendisi Hacettepe Üniversite’sinde yıllarca çalışmış, adaletsizliklerin ve haksızlıkların babasıyla uğramış ve çok uzun süre savaştıktan sonra bölümden ayrılarak kendisine çok başarılı bir akademik ve cerrahi yol çizmiştir. Bir süredir sosyal medya hesabında bu yaşadıklarını yerdiği kişilerinin isimlerini vermeden anlatmakta, eleştirmekte ve bu süreçte özeleştirisini de yapmaktadır. Anladığım kadarıyla camianın bir kısmı tarafından aforoz edilmiş ve şu an kendisini tefe koyup çalıyorlarmış. Ancak anlayana. Geçmişten ders çıkarmazsak geleceğe emin adımlarla yol alamayız. Sezar’ın hakkı Sezar’a derken sadece iyisiyle değil kötüsüyle de hakkını vermek gerek Sezar’ın; aynı Gökhan Abi’min yaptığı gibi. Helal olsun sana, çok delikanlı adamsın. Bende senin yolunu tutmaya yelteniyorum ama senin kadar cesur değilim sanırım, bir kısım yazıyorum, sonra vazgeçiyorum, bakalım sonum hayrola.
Zaten bir süredir kardiyoloji, kalp damar cerrahisi konusunda yapılan yanlış uygulamalar ve yanlış yönlendirmeler ile ilgili yazdıklarımın bir kısım camia üyeleri tarafından tasvip edilmediğini ve hakkımda atıp tutulduğunu biliyorum. Ancak nice mesajlar da bana “Helal olsun” diyor. Ben doğruları yazayım da yine de beni aforoz ederler nasılsa.
Ben bu konuda Gökhan Abi’den farklı bir yol izleyerek farazi hikayeler yazmaya yeltendim. Bunların yaşanmışlığına dair bir kanıtım maalesef yok (bilmem belki de vardır, desem mi acaba?), o yüzden farazi hikayeler altında, farazi karakterlerle yazdım bunları. “Bu hikayelerdeki karakter ve olayların gerçek hayatla ilgisi yoktur!” ibaresini ekleyerek sonuna. Bir kısmı geçmiş, bir kısmı güncel olaylar yazdıklarımın, tabi farazi olarak. Ancak hikayeler o kadar çarpıcı, dudak uçuklatıcı ve ağız bükücü ki (bu da her ne demekseJ). Her okuduğumda bunların ciddi legal problemler çıkaracağı, bir kısım ölmüş öğretim üyelerinin repütasyonuna saygısızlık olarak azledilebileceği, bir kısım yaşayanlar tarafından ise kayıtlı kanıtım olmaması sebebiyle hakaret, iftira ya da güncel olarak kullanılan ihanet hatta belki hıyanet olarak algılanabileceği, hem beni hem de yazmakta olduğum gazeteyi çeşitli davalarda zor durumda bırakabileceği için yayınlayamıyorum.
Peki ne bu kadar çekindiğim, hatta korktuğum. 24 yaşında Hacettepe İngilizce Tıp Fakültesi’nden gayet iyi bir ortalama ile yeni mezun olmuş bir kişiyi gözünüzün önüne getirin. Hatırlatmam gerekli ki Hacettepe İngilizce Tıp o zamanda şimdi olduğu gibi sadece ilk yedi yüz sekiz yüze falan giren öğrencileri alıyordu. Kendisine meslek olarak Kalp ve Damar Cerrahisi uzmanlığını seçmiş, çalışmaya, öğrenmeye açık ve fiziksel yorgunluktan, işin kendi stresinden çekinmeyen bir genç. O zamana kadar bölüme girebilmek için TUS’dan oldukça düşük puanlar almak kafi iken, oldukça iyi puanla bu bölümü tercih etmiş. Branşın meşakkatli ve stresli olduğunun farkındalığında zaten. Ama gördükleri branşın ya da insan hayatı ile bu kadar içli dışlı olmanın yarattığı stres değil, bölümdeki öğretim üyeleri arasındaki kavgaların, çekişmelerin, birbirini çekememezliklerin yarattığı stres. Adaletsizlikler, haksızlıklar ve hor görülmeler. Yine de centilmenliğini koruyan ve adaletsizlik yapmamaya uğraşan öğretim üyelerinin de olduğunu söylemem gerekli. Ama çarklar öyle kurulmuş ki, bu öğretim üyesi, bu ortamda ameliyat yapabilmek için, hasta görebilmek için iyi kötü bu çarklara adapte olmak zorunda kalmış. Birisi birilerini sürekli ezmekten, ona hayatı dar etmekten, ona hakaret etmekten, onu aşağılamaktan süreğen bir şekilde zevk alıyor. Birileri kraldan çok kralcılık yapıyor, birileri direnmeye çalışıyor, birileri direnemiyor. Ama sonuçta “filler ve çimenler” hesabı hep ezilen, en aşağıda kalan, en hor görülen ve en çok hakarete, bazen küfre maruz kalan ve aşağılanan hep asistanlar. İşin en acı yanı günümüzde “mobbing” denen bu eylemin cerrahi branşlardaki karşılığı “eğer bana karşı gelirsen, sana bu mesleği öğretmem” savı. Yani iş yerinde mobbing var şikayet edeyim demek gibi bir lüksünüz yok. Şikayet etmek o dönemde insanın aklına bile gelmiyor, bırakın cesaret etmeyi. Zaten karşı gelsen işi öğretmeyecekler, olurda aklına gelip cesaret etsen şikayet etmeyi bölümde barınman mümkün değil, istifa edip gideceksin. O zaman niye çektin bu kadar eziyeti diyorsun kendine. O günleri düşündükçe “nasıl çekmişim!” diye düşünmeden edemiyorum. Gençlik ve idealistlik herhalde. Ancak yaşanan olaylar, haksızlıklar ve ezme hırsı ile dolup taşan bazı öğretim üyelerinin tavrı cezai yaptırımlara bırakılması gerekecek kadar ağır. Bunları olay olay yazıyorum kendi “Asistan günlükleri” hatıratıma ama belirttiğim gibi, elimde fiziksel kanıt olmadığı için bunlar legal problemler ve çok çeşitli davalara neden olabileceği için yayınlayamıyorum.
Özet olarak demek istediğim şu. Sevgili Gökhan Abi’min yaptığı doğru. Geçmişte başınıza gelen adaletsizlikleri, haksızlıkları gündeme getirdiğinizde insanlar kendi repütasyonları “incindiği” için size tepki veriyorlar. Çünkü dışarda onlardan centilmeni, adaletlisi yok. Ama içeride neler olup bittiğini sadece içeridekiler biliyor. Gökhan Abi’min yaptığını yapınca da sizi bölüme ihanetle, hıyanetle suçluyorlar. Ama kaçırdıkları nokta şu, burada asıl amaç geçmişten ders çıkartıp, bu hataların tekrarlanmamasını sağlamak. Daha iyiye doğru yol almaya çalışabilmek. Ama kötü insanlar bu yaptıklarını kendilerine hak gördüğü için bu olanların açığa çıkmasını istemezler, çünkü yaptıklarının yanına kar kalmasını isterler, yaptıklarına özgürce devam edebilmek isterler. Burada şahıs değildir aslen eleştirilen, suçlanan, o ortamdır, bu keyfiliğe izin verilen o ortam. Tabi bu ortamı kişiler yaratıyor. Ama ne acıdır ki hala aynı olaylar, farklı karakterler üzerinden daha da azılı olarak devam etmekte. Her şey eski tas, eski hamam, hatta su daha da sıcak. Anlayana tabi bu yazdıklarım. Helal olsun Gökhan Abi, aynı yolda devam et. Belki bende bir gün senin kadar cesur olup yazdıklarımı yayınlarım.