Gazetecilikte her yol Roma’ya çıkar mı?

Roma gezisinin etik başlığı altında tartışması yoğun şekilde yapıldı, yapılmaya devam edecek ve etmeli. Bununla birlikte bu olay etrafında düşündüğümüzde oldukça vahim başka konular da var.

Abone Ol

Gökhan Bulut

Bu vahim konulardan biri, geziye katılan gazetecilerin kendilerine dönük eleştirilere verdiği yanıtlar. Örneğin Nevşin Mengü “böyle bir geziyi kendi bütçesinden karşılamanın mümkün olmadığını” söylüyor. Doğru olabilir, kendi bütçesi böyle bir gezinin masraflarını karşılamaya yetmiyor olabilir. Öyleyse Mengü’nün ekonomik açıdan zayıflığına üzülmeli ve çiğnediği ilkeleri görmezden mi gelmeliyiz? O geziye gitmek zorunda değildi kimse. Gazetecilik değerlerine yalnızca ekonomik açıdan güçlü olunca mı uyuluyor? İsmail Saymaz da “haber neredeyse orada” olduğunu, olacağını ve çok kişinin bu tür gezilere defalarca katıldığı söylüyor. Sayısı çok olunca haklı bir davranış olmuyor yapılan. Veya “haber” deyince akan sular durmuyor. Gazetecilerin meslektaşlarından ve alanla ilgili kişilerden gelen eleştirileri yanıtlarken takındıkları umursamaz ve hatta karşıyı suçlayıcı tavırlar başka bir soru işareti uyandırıyor.

İşin başka bir vahim tarafı daha var. Tartışmaya dahil olmak veya meslektaşlarını zor durumda bırakmış olmak istemedikleri için açıklamamış olabilirler belki ama şimdiye kadar (Cüneyt Özdemir dışında ki o da programı uymadığı için gidememiş) hiçbir gazeteciden bu daveti reddettiğine ilişkin bir açıklama da gelmedi. Bu demektir ki davet edilen tüm gazeteciler davete icabet etmiş. Öyleyse gazetecilik açısından hayal kırıklığı olur.

Bir başka vahim mesele de bir “spor” haberi için çağırılan siyaset muhabiri ve köşe yazarlarının, platform sahibi isimlerin, gazeteci olmayan kişilerin “neden ben, benim ne işim var orada?” diye sormamış olması. İmamoğlu’nun çağırması ve masrafların karşılanması böyle bir öz-kontrolü aşmak için yeterli olmuşa benziyor. 

Bu konu “Roma gezisi olayı” olarak gazetecilikle ilgili pek çok tartışmada gündeme geleceğe benziyor.

Bu konudaki tartışmalar sırasında görünmeyen veya görmezden gelinen bir mesele daha var: içki…

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun danışmanı Murat Ongun, Faruk Bildirici’ye verdiği ve çok tartışılan yanıtında “Büyükelçilik davetlerinde atıştıran içki içen gazetecilerin bunları yapmaması mı gerekir?” diyor. Ongun’un sorusuna yanıt vermeye bile gerek yok. Zaten yanıt istenen bir soru da değil. Burada Ongun’a sorulması gereken bir soru var ama: “Verilebilecek onca örnek varken neden ‘içki’?”

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Belediyelerin görevi gazetecileri özel uçaklar tutup şarap festivallerine götürmek değil, insanları alkol belasından uzak tutmaya çalışmak olmalıdır” diye eleştiriyor. Roma’ya şarap festivaline katılıp insanları alkol belasına yakınlaştırmak için gidilmiş gibi… İmamoğlu da ona “Kendisine bilgi veren kişi akşamdan kalma diyebiliriz” sözleriyle yanıt veriyor. “Akşamdan kalanlar” yanlış/yalan söylermiş; yalan söylemek akşamdan kalmalara hasmış gibi…

Herkes tartışmayı “içki” ile yürütüyor. Üç ismin de gayrı-meşru saydığı ortak nesne “içki.” Roma gezisi tartışmasını kamusal sorumlulukla yürütmekten kaçınan ve birbirlerine popülist  üstünlük sağlamak isteyen bu aktörlerin hepsi aslında aynı noktada; “içki karşıtlığında” ve dolayısıyla da gericilikte buluşuyor.

Bu ortak tutum Roma gezisiyle ilgili eleştirilerden de savunmadan da daha önemli aslında. Siyasilerin, hiç olmazsa “bazılarının”, toplum yaşamına hangi siyasal değerleri önerdiğine daha fazla dikkat etmesini beklemek hakkımız.

Özetle, gazetecilik Roma gezisinin Roma gezisi gazetecilik tartışmalarının gölgesinde kaldı. Gazetecilik tartışmalarında, evet, her yol Roma’ya çıkacağa benziyor ama gazetecilik mesleğinde her yol Roma’ya çıkmamalı.