Cemre Polat-Ahmet Çağatay Bayraktar
Gazeteciler Cemiyeti’nin Norveç Krallığı Ankara Büyükelçiliği desteğiyle yürüttüğü 9. Köy Projesi kapsamında Medya Dayanışma Grubu paydaşlarıyla düzenlenen “Gazeteciliğin Dönüşümü ve Arayışlar” başlıklı medya konferansı, yoğun katılımla düzenlendi.
Alanlarında uzman gazeteci, akademisyen ve STK temsilcilerinin konuşmacı olarak yer aldığı konferansa iletişim fakültesi öğrencileri, öğretim üyeleri ve gazeteciler de izleyici olarak katıldı.
Türkiye Barolar Birliği konuk evinde gerçekleşen konferansın ana gündemi, gazetecilik mesleğinin geleceği ve karşı karşıya olduğu zorluklar oldu. Geçtiğimiz Nisan ayında yapılan ilk toplantının bir sonucu olarak oluşturulan çalışma grubunun hazırladığı ve gazetecilerin taleplerini içeren deklarasyon, konferansın önemli noktalarından biri oldu.
Konferansta Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Disk Basın-İş, Ekonomi Muhabirleri Derneği, Gazeteciler Cemiyeti, Diplomasi Muhabirleri Derneği, Türkiye Haber Kameramanları Derneği, Türkiye Foto Muhabirleri Derneği, Haber-Sen, İzmir Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın oluşturduğu Medya Dayanışma Grubu paydaşları yer aldı.
Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı Yusuf Kanlı’nın selamlama konuşmasıyla başlayan etkinliğin açılış konuşmalarını Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin adına Genel Sekreter Kenan Şener ile Norveç Büyükelçiliği Misyon Şef Yardımcısı Berit Tvete gerçekleştirdi.
Yusuf Kanlı: Bütüncül bir basın yasasına ihtiyacımız var
Konuşmasında Gazeteciler Cemiyeti'nin hayata geçirdiği farklı projeler ile basın emekçilerinin yanında olduğunu belirten Yusuf Kanlı, gazeteciler için meslekî dayanışmanın önemli bir örneğini göstermeye çalıştıklarını söyledi.
Kanlı, “Yapıcı, uzun soluklu ve iyi niyetli bir iş birliği neticesinde mesleğimizin sorunlarını ve çözüm önerilerini içeren bir bildirgeye ulaşmamız, mesleğimiz adına küçümsenmemesi gereken bir başarıdır. Bu başarı, dayanışmanın ve birlikte çalışma iradesinin bir tezahürüdür.
Mesleğimizin sorunlarının tespit edilmesi ve çözüm önerilerinin geliştirilmesi önemli bir aşama olsa da bütüncül bir basın yasasının hazırlanması için kararlı ve özverili bir çalışma yürütmemiz gerekmektedir. Bu süreçte, Gazeteciler Cemiyeti olarak her türlü öneri ve görüşe açık olduğumuzu belirtmek isterim. Tüm medya kuruluşlarıyla eşitlik temelinde iş birliğine hazırız ve istenirse bu sürece şimdiye kadar olduğu gibi sekreterya hizmeti sunmaktan memnuniyet duyacağımızı ifade etmek isterim.
Bu konferansın ve bundan sonraki çalışmalarımızın somut sonuçlar üretmesini temenni ediyorum. Mesleğimizin geleceği adına birlikte adım atacağımız bu yolun olumlu sonuçlar doğuracağına inancım tamdır” sözlerini aktardı.
Kenan Şener: Gazeteciler haklarını alana kadar geri adım atmayacağız
Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Kenan Şener açılış konuşmasında, gerçekleştirilen etkinliğin basın meslek örgütlerini bir araya getirmesi bakımından oldukça önemli olduğunu belirterek organizasyonda emeği olan herkese teşekkür etti.
Medya Konferansı’nın ikincisinin gerçekleşmesine imkan sağlayan ve Norveç Büyükelçiliği ile yürütülen 9. Köy projesine vurgu yapan Şener, yakın zamanda hayatını kaybeden ve bu projenin de sorumlularından olan Gazeteciler Cemiyeti eski Başkan Vekili Savaş Kıratlı’yı da saygıyla andı. Şener, “Mesleğimiz, kamusal sorumluluk taşıyor. Ortaya koyduğmuz her çalışma sadece gazetecilerin haklarını savunmak değil, toplumsal bir soruna parmak basmak anlamına geliyor. Demokrasinin gelişmesi ve doğru karar verebilen bir kitlenin oluşması adına bu mücadeleyi veriyoruz. Bu nedenle attığımız her adımda bu sorumlulukla hareket etmemiz gerektiğine inanıyoruz” sözlerini aktardı.
Türkiye’de demokrasi mücadelesi yürütmenin zor olduğunu vurgulayan Şener, bu mücadelenin emek ve fedakarlık gerektirdiğini vurguladı. Gazetecilerin hakları için çalışmayı sürdüreceklerini ifade eden Şener, şöyle konuştu: “Sansür yasasına karşı omuz omuza mücadelemizin ardından çok ümitli konuşuyorum. Gazetecilik adına mücadele edenlerin sayısının çoğalmasından ve daha etkin olmalarından dolayı ümitliyim.
Bugün ortaklaşa çıkaracağımız metin, yıllarca mücadelemizin yol haritasını belirlereyecek. Tüm basın meslek örgütlerinin bundan istifade edeceğini düşünüyorum. Bu mücadelede korkuya yer vermeyeceğiz, basın ve ifade özgürlüğü için bedel ödemekten çekinmeyeceğiz. Bu ülkede gazeteciler haklarını alana kadar yılgınlıga düşmeyeceğiz ve asla geri adım atmayacağız.”
Gazeteciler Cemiyeti ile çalıştıkları için onur duyduğunu belirten Norveç Büyükelçiliği Misyon Şef Yardımcısı Berit Tvete ise ifade ve basın özgürlüğünü savunmanın ortak bir mesele olduğuna dikkat çekti. Tvete, "Gazetecilik haber doğrulama ve doğru habere ulaşma açısından önemlidir. Böyle tartışma platformları düzenlediğiniz için teşekkür ederiz. Bu toplantılar basın özgürlüğünü güçlendirecektir" sözlerini aktardı.
"Ukrayna Savaşı’nın Ardından Rusya’da İfade ve Basın Özgürlüğü" başlığıyla gazeteci Nataliya Vasiliyeva, "İfade Özgürlüğü İçin Gazeteci Dayanışması" başlığıyla Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç konuşma gerçekleştirdi.
Hukukçu ve akademisyenlerin de bir araya geldiği konferansta Prof. Dr. Adem Sözüer, Dr. Sarphan Uzunoğlu, Doç. Dr. Ceren Sözeri Özdal; Özlem Akarsu Çelik moderatörlüğünde "Dijitalleşme ve Uluslararası Tekellerin Yarattığı Etik, Hukuki ve Mesleki Sorunlar" başlıklı oturumda görüşlerini paylaştı.
Nataliya Vasilyeva: Kısıtlama olmadan mesleğimizi yapmak istiyoruz
Rus gazeteci Nataliya Vasilyeva, bir gazeteci olarak savaş ortamında yaşadığı deneyimleri ve zorlukları anlattı. Sansür yasasına ilişkin önemli başlıklara dikkat çeken Vasilyeva şu ifadeleri kullandı:
“Ulusal yaptırımlar bağımsız gazetecilerin hayatlarına devam etmelerini zorlaştırıyor. Bu bizim mesleğimiz ve yurt dışında olsak bile mesleğimizi iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz.
Yüzlerce Rus meslektaşım gibi ben de Rusya’dan kaçmak zorunda kaldım. Birçok medya kuruluşu terörist ilan edildi. Rus yönetimi çeşitli metodlarla gazetecileri kontrol altına almaya çalışıyor. Bu şekilde gazetecileri ötekileştirip, iş yapamaz hale getiriyorlar.
Putin, medyanın özgür olduğunu, basın mensuplarına yönelik bir baskı olmadığını söylüyor ama ben 2 sene önce ülkeden kaçmak zorunda kaldım. Özgürce, herhangi bir kısıtlama olmadan mesleğimizi yapmak, evimize ve ülkemize dönmek istiyoruz."
Pınar Türenç: İfade özgürlüğü olmadan insanlık olmaz
"İfade Özgürlüğü İçin Gazeteci Dayanışması" konusunda görüşlerini paylaşan Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç, Gazeteci Erhan Karadağ’ın sorularını yanıtladı. Konuşmasına Gazeteciler Cemiyeti’ne bu yaşamsal konudaki çalışmalarından ötürü teşekkür ederek başlayan Türenç, medya dayanışma grubunun paydaşı olmaktan gurur duyduğunu söyledi.
Önemli olanın büyük bir çatı altında bir araya gelerek ortak mücadele sürdürmek olduğunu belirten Türenç, 12 gazetecilik meslek kurumunun bir araya gelerek düzenlediği bu konferansın ve ortaya çıkacak deklerasyonun çok kıtymetli olduğunu belirtti.
Basın emekçilerinin geleceği için meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelmesinin önemine dikkat çeken Türenç, “Medya Dayanışma Grubu’nun paydaşı olmaktan onur duyuyorum. 45 yıl sahada koşan bir gazeteciyim, hala heyecanımı yitirmedim, yazmaya ve söylemeye devam ediyorum.
Önemli olan ifade özgürlüğüdür, ifade özgürlüğü yoksa hiçbirimizin insanlığı da yoktur. Düşünce ve ifade özgürlüğünün tüm hayata yayılması bizim başlıca hedefimiz olmalıdır. Bu sadece basının sorunu değildir. Gazetecilik çok kutsal bir meslektir, mutlaka dayanışma içinde olmalıyız.
Rusya’daki baskının aynısını Türkiye’de yaşıyoruz. Sansür, otosansür, ilan ve reklam yasaklarının hepsi burada var” diyerek tüm basın çalışanlarını bunlarla mücadele etmek için bir seferberlik ilan etmeye davet etti ve “Hep beraber bu seferberliğin neferi olalım” diye konuştu.
Sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütlerinin parçalanmasının örgütlülüğün önünde bir engel olarak gördüğünü söyleyen Türenç, konuya dair şu sözleri kullandı: “İktidar, kendi medyasını ve kurumlarını yaratırken bundan nemalanan bazı kurumlar maalesef önümüze ayrı ayrı derneklerle ve kuruluşlarla çıkıyor. Türkiye'de önemli olan büyük bir çatı altında bulunabilmek ve mücadelemizi hep beraber yapabilmektir. Çok olursak, yok olmayız. Çok olmak için, dayanışmanın büyümesi için yolumuza devam etmek zorundayız.”
Özlem Akarsu Çelik'in moderatörlüğünde yürütülen Dijitalleşme ve Uluslararası Tekellerin Yarattığı Etik, Hukuki ve Mesleki Sorunlar başlıklı panel kapsamında, Prof. Dr. Adem Sözüer, Dr. Sarphan Uzunoğlu ve Doç. Dr. Ceren Sözeri Özdal sunumlarını gerçekleştirdi.
Panelde, yerel medyanın devlet medyası haline getirilme politikası, dijital gazetecilik ve keyfilik rejimi üzerine konuşuldu.
Adem Sözüer: Bugün, keyfilik rejimindeki basını yaşıyoruz
Hukukçu Av. Prof. Dr. Adem Sözüer, dijital mecralardaki tekelleşme sorununun ciddiyetine ve Türkiye’deki güncel duruma dikkat çekti. Sözüer, “Türkiye’de basın, geçmişte demokratik basın olarak görülüyordu. Bugün, ‘keyfilik rejimindeki basını’ yaşıyoruz.
Basın şu anda yüzde 90 devlet ve hükümet basını, yüzde 10 diğerleri. Bu tekelleşme daha önce karşılaştığımız ekonomik tekelleşmeden daha farklı bir şey.
Artık haber verme, Türkiye’de Anayasa’da yazdığı gibi bir hak olarak uygulanamıyor. Eleştiri hakkı da uygulanamıyor. Bir kişi ile ilgili gerçek bir şey söylendiğinde bile yayın yasağı gelebilir. Türkiye’de bu haberlerin tümüne 'kişilik hakları ihlali vardır' denilerek erişimin engellenmesi kararı veriliyor.
Anayasa Mahkemesi, bu konudaki bireysel başvurularla ilgili sayısız karar verdi ve en sonunda kanunu iptal etti. Ama keyfilik rejiminde tekrar aynı şekilde kanunlaştı.
Dijital dünyadaki nefes alanını nasıl daha aktif kullanabiliriz? Buna cevap aramamız gerekiyor. 'Erişim yasağı geldi' haberine bile erişim yasağı gelebiliyor. Kanuni eksiklik sebebiyle böyle olmuyor; yanlış kanun olsa bile böyle bir karar vermek mümkün değil” diye konuştu.
"Hükümet yetkililerinin sosyal medya paylaşımları, kanun ve Anayasa’nın üzerinde geçerlilik kazanmıştır"
"Türkiye’de hangi hukuk kaynakları geçerli?" sorusunun gündeme gelmesi üzerine konuşan Sözüer, “Hukukçular bugün hükümetin üst makamlarının attıkları tweetlere bakıyor ve ona göre karar veriyorlarsa keyfilik rejimlerinde asıl ‘hukuk kaynağı’ odur. Türkiye’de bugün, hükümet yetkililerinin sosyal medya paylaşımları, kanun ve Anayasa’nın üzerinde geçerlilik kazanmıştır. Dolayısıyla böyle bir ortamda dijital gazetecilikten bahsediyoruz.
Gazetecinin temel fonksiyonlarından biri eleştiri hakkı ama siz o yetkilinin tweetlerini eleştirirseniz kamu görevlisine hakaretten dolayı mahkûm edilebilirsiniz.
Anayasa Mahkemesi’ne diyoruz ki: ‘En çok kamu yetkilileri eleştirilmeli, onlarda büyük güç ve yetki var. Onlar daha ağır eleştirilmeli ki gerçek ortaya çıksın.’ Ancak normal vatandaşın haysiyet ve şerefiyle kamu görevlisinin haysiyet ve şerefi arasında ciddi bir fark var. Kamu görevlisi özenle korunuyor.”
Sarphan Uzunoğlu: Dijitalleşmede gazeteciler hem suçlu hem kurban
Dr. Sarphan Uzunoğlu ise dijitalleşme üzerine toplumun genel yargısını eleştirdi. Dijitalleşmenin korkulacak bir durum olmadığını, toplumun ve özellikle gazetecilerin bu değişime ortak olduğunu vurgulayan Uzunoğlu, “Dijitalleşmeyi bir canavar gibi görüyoruz ve kendimizi de bu canavarın kurbanları olarak görüyoruz. Biz kurban değiliz hem tüketici hem üretici olarak bu sürece dahiliz. Bu dijitalleşme ve gazetecilik ilişkisinde gazeteciler hem kruban hem suçlu konumundalar.
Gazeteciler de tıklanma büyüsüne kapılarak paylaşımlarını düzenliyor. Genel olarak sistem değişikliği yaşadık. Medya, kendisinin etki alanı olarak serivs ettiği için buradaki dezenformasyon problemi ile konuşmak sektörün içindeki insanlara düşüyor. Biz de bu problermlerin parçasıyız” sözlerini aktardı.
Ceren Sözeri Özdal: Yayın yaptıkları mecralarda reklam alan kişiler de oldu
Doç. Dr. Ceren Sözeri Özdal, geçmişte de gazetelerin ayakta kalması için satış rakamlarının yeterli olmadığını hatırlatarak reklam verenlerin yayın organlarının ana gelir kaynağı olduğuna dikkat çekti.
Günümüzde dijitalleşmeyle haberciliğin gelirinin ortadan kalktığını belirten Sözeri Özdal, “Artık ilgi ekonomisi içindeki rakiplerimiz eğlence videoları. Peki bu durumda bilgiye olan ihtiyaç nasıl karşılanacak?
Dijital dünyada da Google ve Youtube gibi büyük aktörlerin sağladığı alan ve olanaklara mahkum kaldık. Küçük dijital bir haber sitesinin Google’ın sağladığı alanlar dışında hareketi imkansız.
Google’ın sağladığı gelirle ayakta durmaya çalışırken clickbate gibi hilelere başvurmak zorunda kalınıyor, yani her zaman kötü niyetle ya da bilgisizlikten değil, gelir elde edebilmek amacıyla da yapılıyor” sözlerini aktardı.
Dijitalleşme süreçleriyle birlikte gazetecilik alanında yaşanan dönüşüme değinen Sözeri Özdal konuşmasında şu ifadeleri kullandı: “Bu dijital platformlarda, ana akım medyadan dışlanmış gazeteciler de ortaya çıktı. Ve ana akımda olduğu gibi çok izlenir olanları da var. Bunlar bir başka tür gazetecilik yapmaya başladılar. Yayın yaptıkları mecralarda reklam alan kişiler de oldu."
İletişim Bilimci Dallas Smythe'nin çalışmasına gönderme yapan Sözeri Özdal, günümüzde de izleyicinin metaşmasının söz konusu olduğunu ifade ederken izleyicilerin reklamverenlere satılan metalar biçimini aldığını belirtti. Özdal, “Yeni eko sistem, uzun okunan haberin değerli olduğu kanısında. Ancak dijital platformlar hangi haberin nereden, kaç saniye okunduğuna dair birçok veriye sahip olsalar da, haberin okuyucu tarafından hangi saikle okunduğu bilinmiyor aslında. Okuyucu belki de kınayarak o sayfada kalıyor” dedi.
Öğleden sonra üç oturum gerçekleşti
Gazeteciliği Dönüşümü ve Arayışlar başlıklı Medya Konferansı’nın öğleden sonraki oturumları Kadri Gürsel ile ‘Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü nerede?’, Avukat Fikret İlkiz ile ‘İfade ve basın özgürlüğü hukuk kıskacında mı?’, Faruk Bildirici ile ‘Çalıştay süreci ve sonuç bildirgesi’ başlıkları ile gerçekleşti.
"Mevcut rejim artık gazetecileri hapse atmadan da iktidarını sürdürüyor"
Yıldız Yazıcıoğlu moderatörlüğünde gerçekleşen "Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü nerede?" başlıklı oturumda konuşan Kadri Gürsel, konuşmasında yıllar içinde yaptıkları haberler nedeniyle hapis cezası alan gazetecilerin sayısının azalmasına dikkat çekti. Gürsel, “Hapisteki gazetecilerin sayısının azalması medya özgürlüğünün geriye gittiğini gösteriyor. Aslında bir paradoks gibi görünse de bu bir gerçek. Mevcut rejim artık gazetecileri hapse atmadan da iktidarını sürdürebiliyor. 2008’den beri iktidarın medya düzeninin yerleştiğini görüyoruz. Bu siyasi kültür de içselleştirildi” dedi.
Mevcut siyasi kültürün yerleşme riskinin gazeteciliği de etkilediğini söyleyen Gürsel, “Mevcut sistemde 'medya tetikçileri' giderek artıyor. Bu kişiler ise sadece iktidar yanlısı medya ile sınırlı değil. Şu anda bir iktidar değişiminin şafağında olduğumuz inancı hâkim. Fakat siyasi kültürün bu denli bozulmasının yarın iktidar olabilecek bugünün muhalefetinde de devam edeceğini düşünüyorum. Özellikle muhalefet partilerine yakın duran gazeteci ve medya kurumlarının yarın yaşanabilecek muhtemel iktidar değişikliğinde nasıl bir pozisyon alacaklarını çok merak ediyorum” dedi.
Türkiye’de toplumun unutmaya meyilli olduğu kadar gazetecilerin de benzer durumda olduğunu belirten Gürsel, “Sürekli olarak kuvvetler ayrılığının önemine vurgu yapıyoruz. Ama aynı zamanda medya-siyaset ilişkisine de eğilmek gerekir. Örneğin CHP’nin medyaya bakışı iktidarın bakışından etkileniyor. Bağımsız medyayı önceden iktidardan bağımsız medya olarak adlandırıyordum. Fakat sonrasında muhalefete eklemlenmiş medya, partiler içindeki güç savaşlarında taraf oluyor. Trol beslemekten medya kuruluşlarıyla meşru olmayan ilişkiler geliştirilmesi muhalefet tarafından da uygulanıyor. Tüm bunları da provoke etmek için söylüyorum. Muhalefetin destekçisi gazeteciler, iktidar değiştiğinde nasıl bir rol biçecekler merak ediyorum. Yandaş olarak adlandırılmayı sindirebilecekler mi? Bu bir etki ve vicdan sorusudur” dedi.
"Youtuber olmak gazetecilikten uzaklaşmaktır"
Yeni medya-gazeteci ilişkisini değerlendiren Gürsel, "Eski ana akımda ünlenen nitelikli arkadaşlarımız, birer Youtube yayıncısına dönüştü. Ayıplamıyorum çünkü bu bir geçim meselesi. Ve onlar bir paradigma inşa ediyor. Yeni medya bu değil. Youtuber olmak gazetecilikten uzaklaşmaktır. Çalıştıkları medya kurumları iktidar tarafından yok edilmeseydi YouTuber olmayacaklardı. Arkadaşlarımız eski şöhretleri zemini üzerinde yayınlarını yapıyor. Bu sürdürülebilir bir model değil" dedi.
Moderatör Yıldız Yazıcıoğlu, konuşmayı 1 Ekim’de başlayacak yasama yılı içerisinde basın özgürlüğüne karşı “etki ajanlığı” yasa tasarısının rafta unutulmadığını anımsatarak basın meslek örgütlerinin bu duruma karşı dikkatli olması gerektiğini belirtti.
Fikret İlkiz: Basın özgürlüğü de ifade özgürlüğü kadar temel insani haktır
"Çok hukuk az devlet demokratik düzenin temeli"
Gökçen Çamlıyurt’un moderatörlüğünde, Avukat Fikret İlkiz "İfade ve basın özgürlüğü hukuk kıskacında mı?" başlıklı oturumda basın-hukuk-devlet-yurttaş çemberi içerisinde gazeteciliğin karşılaştığı cezai sürece değindi. Konuşmasında II. Dünya Savaşı esnasında ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in 6 Ocak 1941 tarihinde Amerikan Kongresine hitaben "Dört Özgürlük Üzerine" konuşmasına atıfla başlayan İlkiz, “Tehlikelerden korunmaya çaba harcadığımız önümüzdeki günler için, dört temel insan özgürlüğü üzerine kurulu bir dünya bulacağımızı umuyoruz" diyerek dört temel özgürlüğü sıraladı.
"Birincisi; dünyanın her yerinde, konuşma ve ifade özgürlüğüdür. İkincisi, dünyanın her yerinde, her kişinin Tanrısına kendi istediği biçimde tapınma özgürlüğüdür. Üçüncüsü, dünyanın her yerinde, yoksulluktan kurtulma özgürlüğüdür. Bu, her ulusa kendi vatandaşları için sağlıklı bir barışçıl yaşamı temin edecek ekonomik yakınlaşmanın kurulması anlamına gelir. Dördüncüsü, dünyanın herhangi bir yerinde, korkudan kurtulma özgürlüğüdür. Bu, hiçbir ulusun herhangi bir komşusuna karşı fiziksel saldırı eylemi gerçekleştirmek durumunda olamayacağı bir noktaya ve davranış aşamasına gelene dek sürecek dünya çapında etkin ve tam bir silahsızlanma anlamına gelir” sözleriyle temel hak ve özgürlükleri anımsattı.
Demokratik düzen içerisinde “çok hukuk az devlet” dengesinin olması gerektiğini savunan İlkiz, “İfade özgürlüğü sınırlandırılabilen bir haktır, basın özgürlüğü de sınırlandırabilir. Ama bu sınırlandırmayı kim yapacak? Demokratik toplum düzenine göre bir sınırlandırma olmalıdır. Basın özgürlüğü de ifade özgürlüğü kadar temel insani haktır.
Gazetecilerin cezalandırılma yöntemlerini anlatan İlkiz, Türk Ceza Kanunu’nun birinci maddene atıf yaparak “kişi hak ve özgürlüklerini koruma” olduğunu hatırlattı: Gazetecileri cezalandıracak kanun içerisinde gazetecinin bireysel hak ve özgürlüklerini de içeriyor. Basın ve ifade özgürlüğü sadece gazeteciler için değil halk için de önemli. Hukuka aykırılık, gazetecilerin haber yazması, bilgiyi yorumlaması anlamına geliyor. Aslında bu görevi yerine getirmezse hukuka aykırı davranmış olur” dedi.
“Ceza hukukunu ilk çare olarak görenlerin yönettiği bir ülke ceza hukuku kıskacındadır. Son çare olarak görülürse hukuk kıskaç yaratmaz” diyen İlkiz, Türkiye’de bugün siyasi iktidarın işine gelmeyen haberin yazılmasının mümkün olmadığının, yazanlarınsa tutuklanma tehdidi altında olduklarının altını çizdi.
Bildirici, metinde gazetecilerin mesleki sorunlarının yanında medya-teknoloji ilişkisine de yer verildiğini söyledi
"Ortak akıldan ortak bir metin çıkardık"
Zeynep Gürcanlı’nın moderatörlüğünü üstlendiği “Çalıştay Süreci ve Sonuç Bildirgesi” oturumunda Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, “Gazeteci Hak ve Özgürlükler Deklarasyonu”nun hazırlanma sürecini paylaştı. Nisan ayında Medya Dayanışma Grubu’nun yer aldığı buluşmanın da metnin oluşturmasında referans noktasını belirten Bildirici, “Nisan ayındaki çalıştayda paydaş örgüt temsilcileri, akademisyen arkadaşlar ve gazeteciler bir araya gelip tartıştık, sorunlar ortaya saçıldı. Ertesi gün bir konferans daha yapıldı. Hazırlık komitesindeki arkadaşlarla oturup çalıştık, daha sonra yapay zekanın deşifre ettiği metni tek tek kontrol edip önerileri içinden aldım ve metne dönüştürdüm. Burada önemli olan şey deklarasyon sözcüğü, biz burada iddialı olduk. Ortaya çıkan metin, gazeteciliğin pusulası oldu ve son derece kararlı, inançlı ve umutlu bir metin ortaya çıktı” sözleriyle süreci anlattı.
"Kendi sorunlarımızı ve çözüm yollarımızı anlattık"
Taslağa gelen yapıcı eleştiriler için katılımcılara teşekkür eden Bildirici, “Toplantıya sunulan metin ile şu anki metin arasında büyük farklılık var. Bu da ortak aklın olduğunun göstergesi. Bu ortak akıl ortak bir metin çıkardı. Tabii bu eleştiriler ilerleyen süreçte de devam edecek. Bu metne niçin ihtiyaç olduğuna ilişkin bir giriş de yazacağız” dedi.
Hazırlanan deklarasyonun önemini “Yazılı kültürü önemsiyoruz. Bu anlamda deklarasyonun işimize yarayacağına inanıyorum” sözleriyle belirten Bildirici, mevcut metnin sadece siyasi değil medyanın içinde olduğu teknolojik dönüşümünün algılanması açısından da önemli olduğunu ifade etti. Bildirici, “Sadece siyasi anlamda değil teknolojik dönüşüm de yaşıyoruz. Biz kendi sorunlarımızı ve çözüm yollarımızı anlattık. Bunun için mücadele etmemiz gerektiğini söylüyoruz. Bunu okuyarak siyasiler de sorunlarımızı doğrudan öğrenebilecek. Kısacası mesleğimize katkıda bulunmak istiyoruz. Özellikle yeni mecralarda çalışan genç arkadaşlarla köprü de kurmak istiyoruz” sözlerini aktardı.
"Haber suç kanıtı olarak gösterilemez"
Deklarasyonun sadece gazetecileri kapsamadığını medya sahipliği ve devlet-medya ilişkisinde de şeffaflık beklendiğini vurgulayan Bildirici, “Avrupa Medya Özgürlüğü Yasası bu noktada ele aldığımız metinler arasında. Güneydoğudaki meslektaşlarımız ilk duruşmayı bekledikleri süre içinde hapiste kalıyor. Bir suçun kanıtı olarak haber gösterilemez. Bu iddianamelerle suçlanan arkadaşlara terör örgütü ile ilişkisi değil, haberi niçin yazdıkları soruluyor. Bu da trajik bir durum" sözlerini kullandı.
Konferansın sonunda ise Kenan Şener'in moderatörlüğünde Medya Dayanışma Grubu paydaşları ile Gazetecilik Hak ve Özgürlükler Deklarasyonu oluşturuldu.