Haber: Deniz Ali Tatar
Gazeteciler Cemiyeti’nde genel kurulun ardından Basın Meclisi, Cemiyetin Basın Evi’nde bir araya geldi. Basın Meclisi, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin’nin açılış konuşmasıyla başladı. Bilgin Basın Meclisi’nde; genel sorunların tartışıldığını, Gazeteciler Cemiyeti’nin faaliyetlerinin konuşulduğunu ve bu konuda bilgilendirmelerin yapıldığını söyledi. Bilgin sözü, Basın Meclisi Başkanı Yaşar Aysev’e bıraktı.
Aysev, Ekim 2023’te Cumhuriyetin 100’üncü yıldönümünün yaşandığını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası meşruiyetinin temelini oluşturan Lozan anlaşmasının da yürürlüğe girişinin 100’üncü yılında olunduğunu hatırlattı. 100 yıl öncesini hatırlamanın ve o tarihte Atatürk’ün başlattığı dış politikayı, diplomasiyi incelemenin çok anlamlı bir görev olduğunu söyleyen Aysev, Atatürk’ün basın özgürlüğü hakkında söylediği sözleri hatırlattı.
“Basın ve medya özgür değilse, halk da özgür değildir”
Basın özgürlüğünün demokrasinin en önemli göstergesi olduğunu söyleyen Aysev, “Halkın haber alma özgürlüğü, basının, medyanın özgürlüğüyle eşanlamlıdır. Basın ve medya özgür değilse halk da özgür değildir. Basını özgür olmayan bir rejim demokrasi değildir. Bundan dolayı, basın, medya, dördüncü kuvvet niteliğini yeniden kazanmalıdır. Atatürk’ümüzün nasıl görkemli bir yeniden diriliş kahramanı olduğunu hiç unutmamalıyız. Bugünümüzü bize armağan ettiğinden ona sonsuz şükran hisleri duyuyoruz. Onun 1919-1927 arasındaki yılları anlatan söylevlerinin ne kadar uzak görüşü temsil ettiğini hatırımızdan asla çıkarmamalıyız. Bu düşüncelerle Cumhuriyetimizin 100’ üncü kuruluş yıldönümünü, coşkuyla, Atatürk ve arkadaşlarına duyduğumuz sonsuz minnetle kutluyoruz. Onun bu kutsal emanetini, Türk Ulusu ebediyen koruyacak ve yaşatacaktır” dedi. Günümüz Türkiye’sinin Taliban Afganistan’ına dönüştürülme çalışıldığını söyleyen Aysev, “Tehlikenin boyutları günden güne artıyor. Artık çağdaş cemiyetimizi korumak için uyanık olmak ve direnmek zamanıdır. Menzil tarikatının şeyhinin cenaze kalabalığında yüzbine yakın yobaz bir araya gelmişti. Öte yandan delik deşik olan sınırlarımızdan sızan ve bir kısmının parayla vatandaşlık satın aldığı bir başka tehlike daha var. 8-10 milyon Suriyeli, Afganlı, Iraklı Hatay’ı, İstanbul’u Adana’yı, Mersin’i istila ettiler. İngilizler, Avrupalılar, Türkiye’mizi göçmen kampına dönüştürme peşinde. Ülkemizin demografik yapısı siyasal İslamcı bir Orta Doğu cemaatine dönüştürülmek isteniyor. Evet artık uyanmak zamanıdır.” dedi.
Günümüzde gazetecinin ve basın mensubunun tanımının değişmeye başladığından bahseden Aysev, “Gazetecilik, basın ve medya ciddi bir kriz dönemini yaşamaktadır. Toplum ve basın, medya ikiye ayrılmıştır. Mutlak sayısal çoğunluğu oluşturan kesim, siyasetin kontrolünde, talimatla görev yapmak zorundadır. Bu kesimin patronaj grubu siyasetin güdümündedir. Bu bölümde çalışan emekçiler ise, işsiz kalmamak için, zorunlu bir oto sansürün çerçevesinde görev yapıyorlar. Onlar için yaptıkları görev ekmek parasını kazanmanın belirleyici şartlarındandır. Sayısal azınlıktaki bir avuç meslektaşımız ise, her türlü baskıya direnerek, gerçeklerin ve ifade özgürlüğünün gereğini yapmaya çalışıyorlar. Bu kesimdeki gazeteler, Basın İlan Kurumunca ilan kesmeyle cezalandırıyor. TV kanalları RTÜK tarafından yayın yasaklarıyla karşılaşıyor. Yargı yoluyla verilen cezalar da cabasıdır. Çalışanlar hapis tehdidiyle karşılaşıyorlar. Evrensel insan hakları, anayasal haklar, medya özgürlüğü hiç bu kadar kısıtlanmamıştı. Sık sık tekrarladığım bir cümle var: ‘Gerçeklerin ergeç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.’ Muhabir gerçeklerden uzaklaşır, kendisine verilen talimatları yerine getiren bir unsur haline dönüşürse mesleki erdemi kaybeder. Yorumcu, yazar, gerçeklere karşı kör olur, kulakları sağırlaşırsa, kalemi köleleşir. Çağdaş ve uygar demokratik rejimin vazgeçilmez şartı, özgür basına, medyaya, gazeteciye yorumculara sahip olmaktır” diye anlattı.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun başlangıçtaki işlevini kaybederek cezalandırma kurumuna dönüştüğünü söyleyen Aysev: “RTÜK, talimatla iş yapar hale geldi. Partizanca yayın yapan kurumlar oldular. Yüksek Öğretim Kurulu, Üniversiteleri kayyumlarla yönetilir hale getirdi. Türk Hava Kurumu, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve en sonunda Diyanet İşleri Kurumu, kuruluş amaçlarını gerçekleştirmek yerine talimatla iş yapar oldular. Devlet Planlama Teşkilatı yok edildi. Plansız, programsız ekonomi, bağımsızlığını yitiren Merkez Bankası, ekonomiyi yerle bir etti. Hangi şart altında olursa olsun, Cumhuriyeti, Devlet anlayışını, anayasanın asla değiştirilmez ilk dört maddesini, canımız pahasına korumak, vatan görevimizdir” dedi.
“Her Türk çocuğu, Cumhuriyete borçlu olarak doğuyor”
Sözü devralan Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, son günlerde Cumhuriyetin 100. Yılı kutlamalarını kapsamında hazırlanan ve kendisini etkileyen bir afişin olduğunu söyledi. Bu afişin “3000 yıllık devlet 100 yıllık Cumhuriyet” adlı bir afiş olduğunu söyleyen Bilgin, “Bu afişin bir anlamını bulamadım, ama hangi amaca hizmet ettiğini epeyce düşündüm. Sanki Cumhuriyet; küçük, ufacık ve önemsiz bir kavram haline getirilmeye çalışılıyor. 3000 yıllık devlet derken kimden bahsediyoruz? Osmanlı ve Selçuklu’yu da aşan bir durumdan mu bahsediliyor? Bir takım ‘devlet’ bile denmesi şüpheli bir kavram. Ama 100 yıllık Cumhuriyet dersek eğer, bu 3000 yıllık devlette yaşayanların tebaa olmaktan çıkıp vatandaş haline getirilmesidir. Sizce hangisi önemlidir? Bence 100 yıllık Cumhuriyet önemlidir, çünkü Cumhuriyete çok şey borçluyuz. Doğan her Türk çocuğu, Cumhuriyete borçlu olarak doğuyor” dedi.
“Ülkemizdeki en büyük tehlikenin vatandaşların Cumhuriyete olan düşmanlığından çok, bu devleti yönetenlerin Cumhuriyete olan düşmanlığıdır.” diyen Bilgin, tehlikenin büyük ama sanıldığı kadar değil olduğunu söyledi. Bilgin, sözlerine şu şekilde devam etti: “Bu ülkede yaşayan herkesi toplasanız, Cumhuriyete ve Atatürk’e düşmanlık oranı %20’yi geçmez. Ülkenin %80’i yine bu ülkeye sadakati olan vatandaşlardan oluşmaktadır. Başka şekilde düşünülemez. Çünkü bizden önceki kuşağı düşünürsek, her haneden mutlaka bir şehit veya bir gazi çıkmıştır. Yüzbinlerce gazinin yaşadığı bu topraklarda, ecdatlarına ihanet edecek kadar çok hain bu topraklarda yaşamıyor. Medya tarafından yapılan bazı görüntü kirlilikleri moralimizi bozmasın. Bir ülkede eğer halkın büyük bir bölümü açlık sınırında yaşıyorsa, 14-24 yaş arası çalışmayan veya okumayan 3 milyon 250 bin genç varsa, her yıl 1 milyona yakın üniversite mezunu genç işsiz kalıyorsa, paramız dünyanın en değersiz para birimi haline gelmişse ve ülkede iktidar değişmiyorsa, bunun en baş sorumlusu muhalefettir. Başarısız bir iktidarın kalabilmesi, çok daha başarısız bir muhalefetle ancak gerçekleşebilir” dedi.
Gazeteciler Cemiyeti’nin 77 yıldır kurulduğundan beri hiç susmadığını söyleyen Bilgin: “Başkanlar hapse girdi, gazeteleri kapatıldı, ceza verildi. Ama biz hiç susmadık. Tek konuşan ve bu sisteme karşı çıkan Gazeteciler Cemiyeti biziz. Hangi gazeteci hapse düştüyse, onun yanında olmaya çalıştık. En son hapse giren Merdan Yanardağ’ı ziyaret etmek için; 4 kez Adalet Bakanlığı’na, 1 kez Cumhuriyet Başsavcılığına, 2 kez de Silivri’de bulunan savcılara müracaat ettik. Ancak olumlu bir yanıt alamayınca, bir mektupla beraber avukatımızı gönderdik. Ardından ben kendim Yanardağ’ın tahliye olduğu davayı izlemek için Silivri’ye gittim. Bizim uyanık yurtsever olmamız lazım. Uyanık yurtsever; bu ülkeye gelebilecek tehlikeleri sezebilen ve onları engelleyen kişidir. Bunu biz anlatmaya çalışıyoruz. Eğer biz Laik ve demokratik bir cumhuriyette yaşamak istiyorsak eğer, bunu siyaset yoluyla yapacağız. Siyasi partiler demokrasiyi özümsemedikleri sürece, Türkiye’de gerçek anlamda demokrasiyi yerleştirmek mümkün değildir.” diye anlattı.
Konuşmasının ardından Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, Cemiyetin faaliyetleri hakkında Basın Meclisi’ni bilgilendirdi. Ardından Bilgin, meclis üyelerinin sorularını cevapladı.