Eylül 1922 - en sıcak ay “Çanakkale-Chanak Krizi”

Mustafa Kemal Paşa'nın orduları, hazırlıklarını tamamladıktan sonra 26 Ağustos’ta tüm cephelerde taarruzu başlatmıştır. İzmir’e kadar olan yaklaşık 450 kilometrelik yolu günde 30 km'den fazla ilerleyerek, 14 günde aşmıştır. 9 Eylül’de Yunanları İzmir’de denize dökmesiyle sonuçlanan ve tüm dünyayı şaşkına çeviren yıldırım harekâtından sonra dünyada, I. Dünya Savaşı'ndan sonraki en sıcak günler yaşanmaya başlanmıştır.

Abone Ol

Kurtuluş ve kuruluşu iyi bilmezsek, Geleceği inşa edemeyiz.

Türk ordusu yönünü Çanakkale üzerinden kuzeye çevirdiğinde, başta İngilizler olmak üzere tüm dünya panik ve şaşkınlık yaşamaya başladı. Şimdi ne olacaktı? Tarih tekrar yazılıyordu, tüm dünyanın gözleri Anadolu’ya ve Türk Boğazlarına çevrildi. İngilizler, İstanbul, Çanakkale ile Türk Boğazlarını vermek istemediler. Bu kriz tarihe Çanakkale (Chanak) krizi (bkz. https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/canakkale-olayi/) olarak geçmiş ve Mustafa Kemal Paşanın uyguladığı eşsiz askeri-politik stratejiyle dünya tarihinde önemli değişikliklere neden olmuştur.

Anadolu’daki Yunan ordusunun Komutanı General Hacı Anestis Türk Taarruzunun başlamasından iki gün sonra, 28 Ağustos1922’de,  görevinden istifa ederek Atina’ya döner. Yerine General Trikupis getirilir. Ancak tarihin garip cilvesi, savaşta darmadağın olan ve esir edilen General Trikupis'e bu yeni görevi 02 Eylül’de esir olarak Uşak’ta getirildikleri başkomutanlık karargâhında Mustafa Kemal Paşa tarafından “Atina sizi Hacı Anestis’in yerine Yunan Ordusu başkumandanlığına atadı” şeklinde tebliğ edilmiştir. 
9 Eylül’de,  Albay Nikolaos Plastiras, Albay Stilianos Gonatas ve "Lemnos" zırhlısı komutanı Deniz Yarbay Dimitros Fokas Yunanistan’da askeri darbe yapmıştır. Darbenin başarılı olması sonucunda 27 Eylül'de Kral I. Kostantin tahtı oğlu II. Georgios’a bırakarak ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Darbeciler Küçük Asya hezimetinin suçlularını yargı önüne çıkarmıştır. Yapılan duruşmalar sonucu, 28 Kasım 1922'de aralarında Başkomutan General Hacı Anestis, Başbakan Dimitros Gunaris, Dışişleri Bakanı Georgios Baltatzis, Eski Başbakan, İçişleri Bakanı Nikolaos Stratos, MSB Nikolaos Theotokis ve Maliye Bakanı Petros Protopapadakis  idama mahkûm edilmiş ve aynı gün kurşuna dizilerek infaz edilmiştir.
Yunanı denize döken binlerce Türk süvarisi, piyade bölükleriyle birlikte Çanakkale, Bursa ve İzmit istikametine yöneldiler. 11 Eylül’de Bursa kurtarılmıştı. 
15 Eylül’de, Mustafa Kemal Paşa’nın,  Daily Mail Gazetesinde de yayınlanan, “Taleplerimiz Kurtuluş savaşımızda kazandığımız bu zaferden sonra değişmemiştir. Biz Küçük Asya’yı (Anadolu’yu), Meriç nehrine kadar Trakya’yı ve başkentimiz İstanbul’a sahip olacağız. Aksi halde ordumla İstanbul üzerine yürümek zorunda kalacağım ki bu sadece birkaç günlük bir harekâttır. Ben, bu toprakları, yapılacak görüşmelerle elde etmeyi tercih ederim. Ancak, takdir edersiniz ki, bunun için sonsuza kadar bekleyemem” şeklindeki talepleri İtilaf Devletlerine bildirilmiştir.
15 Eylül günü İngiliz kabinesi Boğazların ve İstanbul’un silahla savunularak elde tutulmasına karar vermiştir. Başbakan Lord Curzon, “eğer Türk Boğazları, İstanbul ve Çanakkale’yi kaybedersek. I.Dünya Savaşındaki kazanımlarımızı, saygınlığımızı kaybederiz ki kabul edilebilir değildir” şeklinde açıklama yapmıştır. 
Birleşik Krallık Koloniler Bakanı Winston Churchill, Başbakan Lloyd George’un bilgisi dahilinde, dominyonları olan Kanada, Avusturalya, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve Hindistan’dan, ilave olarak Sırbistan ve Romanya’dan Çanakkale’nin Türklere karşı savunulması için asker göndermelerini ve Kraliçenin ordularını desteklemelerini talep etmiştir. Ancak, bu talep 1915’de Çanakkale’de bir nev’i bağımsızlık savaşı veren ve Birleşik Krallıktan ayrılma çalışmalarını başlatan koloniler tarafından kabul edilmemiştir.. 
Yunan’a karşı Son Kurşun 17 Eylül günü Bandırma’da atılmış ve Bandırma düşman işgalinden kurtulmuştur. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs’ta Bandırma Vapuruyla başlayan kurtuluş mücadelesi, Bandırma’da Ayyıldız Tepe’de düşmana atılan son kurşun ile sona ermiştir . Bu çatışmada şehit olan 80 Mehmetçiğimiz ve komutanları Yarbay Hüseyin Vecihi bey, Binbaşı Süleyman Bey, Ayyıldız Tepe’deki “Son Kurşun Anıtı” şehitliğinde yatmaktadırlar.
İngilizlere olumsuz cevap veren kolonilerinin yanısıra, çatışmaya karşı olan Fransız ve İtalyanların 18 Eylül’de askerlerini Gelibolu tarafına çekmesiyle İngilizler, Türk ordusu karşısında tek başlarına kalmışlardır.
İngilizlerin en büyük korkusu askerlerine karşı, İstanbul’da organize edilecek bir halk hareketiydi. Öldürülecek her bir İngiliz askerinin hesabını verememekten korkuyorlardı.
Bu arada, özellikle İstanbul’a sızdırılan sivil kıyafetli subaylarla İstanbul’da bir direniş örgütünün yapılandırılması planlanmıştı. İstanbul’a geçen Mustafa Kemal’in Askerlerinden bazıları işgal kuvvetlerine yakalanmışlar, sorulara “evet biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz, memleketimize geldik” şeklinde cevap vermişlerdir. Yani İngiltere için Çanakkale Olayı’nın yanısıra “İstanbul Olayı” da hazırlanmakta idi. Bu subaylar ve yerel kuvvetler, Lozan Antlaşması imzalanıncaya kadar “Geçit Teşkilatı-GT”  olarak yeraltı direniş gücünü oluşturmuşlardır.
İtilaf Kuvvetleri 19-20 Eylül tarihinde tekrar bir araya gelmişler ve İngiltere, Türkiye’ye, Trakya’da, sadece Midye-Enez hattına kadar olan bir kısmının verilmesi konusunda ısrarcı olmuştur. Oysa Türkiye Edirne dâhil Meriç Nehri’ne kadar Trakya topraklarını istemekteydi. Fransa ve İtalya’nın desteğini alamayan İngiltere, Çanakkale ve İstanbul civarındaki tarafsız bölgeye girmemeleri şartıyla, Trakya’nın boşaltılmasını kabul etmiş ve karar aynı gün Türk tarafına bildirilmiştir. Ancak, Mustafa Kemal Paşa bu öneriye yanıt vermediği gibi Çanakkale yönündeki ilerleyişi, bir kolordu ile takviye etti. Bu ilerleyiş üzerine İngiliz General Harington, Mustafa Kemal Paşa’ya “Tarafsız Bölge’ye  giriyorsunuz, durun” notası verince, Mustafa Kemal Paşa “hangi tarafsız bölge, ben böyle bir tarafsız bölge tanımıyorum” cevabını vererek Türk Ordusunun ilerlemesini emretti.. İngilizlerin mütareke teklifini yaptığı bugün, dünyanın Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Hükümetini resmen tanımış olduğu ve Sevr Antlaşmasını tarihin derinliklerine gömüldüğü gündür.
Kuzeye yönelen binlerce Türk süvarisi sözde tarafsız bölgenin  içine girerek Ezine Bölgesine kadar ilerlemiştir. İngiliz Hükûmeti, “Çanakkale’nin boşaltılmasının, Britanya İmparatorluğu’nu, utanç verici duruma düşüreceği” gerekçesiyle, İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanı General Harrington’a “Türkler tarafsız bölgeyi boşaltmadıkları takdirde, ateşle karşılık verilmesi” için kesin emir verdi. General ise böyle bir adımın, yeni ve sonunun nasıl olacağı belirsiz, bir savaş olacağını gördüğü için Hükümeti’nin emrini uygulamamıştır. 
Daha sonra “Mustafa Kemal’in emriyle hazırlanan bir piyade birliği, süvarilerin hemen arkasından resmigeçit düzeninde, İngiliz hatlarına doğru yürüyüşe geçmiştir .  Ancak ilk ateş edenin kendileri olmayacağını göstermek için tüfeklerini namluları aşağı gelecek şekilde asmışlardı.   “Topraklarımızı almakta kararlıyız, ancak ilk ateş eden biz olmayacağız” mesajı Londra’ya ulaştırılmıştır. 
Bu olayların akışı içinde, 23 Eylül’de Paris’e koşan Lord Curzon ve müttefikleri arasında güçlükle görüş birliği sağlandı. Buna göre, tarafsız mıntıkaya girilmemesi ve ekalliyetlerin (azınlıkların) himaye edilmesi şartıyla, barış konferansında, Meriç’e kadar Doğu Trakya’nın Türkiye’ye bırakılması, Mudanya veya İzmit’te mütareke görüşmeleri yapılması ilkeleri benimsendi. Bu teklif Ankara hükümetine ulaştırıldı. Ama Mustafa Kemal Paşa’dan hala bir cevap yoktu.
Sovyet Rusya, 24 Eylül’de başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri’ne, bir nota gönderdi. “..Türk halkının Türk memleketlerinde ve İstanbul ve boğazlarda tam egemenliği hakkının kabulü tek sorundur. Avrupa devletleri ve özellikle Büyük – Britanya Devleti, Türkiye’ye ait olduğu şüphe götürmeyen araziyi ve boğazları ona vermek istemiyor. Boğazların serbestliği herkesten önce Türkiye ile Rusya ve müttefikleri olan Ukrayna ve Gürcistan için gereklidir. Rusya Hükûmeti, memleketlerin eşitlik haklarına ve Türkiye’nin bütün topraklarında tam egemenliğe saygı gösterilmesini isteyen bu talebinin, gerçek barışı arayanların tarafından işitileceğini ümit etmektedir.” 
Tarafsız bölgede gerginlik artmaktaydı. Çanakkale önlerine gelen bir süvari tümeninin yanısıra iki piyade tümeni güneyden, bir piyade tümeni de Biga üzerinden doğudan Çanakkale’ye doğru ilerlemekteydi.. İngilizler, ikinci Çanakkale yenilgisini bu sefer imha olarak yaşamak durumundaydı. 
Bu gerilimli günlerde, Fransız diplomat Franclin Buoillon 28 Eylül’de İzmir’de Mustafa Kemal tarafından kabul edildi. Ateş kes görüşmelerinin Mudanya’da yapılmasını teklif etti. 
Gazi Mustafa Kemal her zamanki gerçekçiliği ile İngilizleri şereflerinden etmek ve yeniden dökülecek kanlar pahasına yapılacak ölçüsüz bir hareketin lüzumsuzluğuna kanaat getirdi ve durulacak zamanın geldiğine ve meselenin siyaset yoluyla çözümlenmesine karar verdi. Her türlü askerî tedbirleri aldıktan sonra, Doğu Trakya’nın Meriç’e kadar, İzmit dahil Anadolu topraklarının Türkiye’ye bırakılması şartıyla, Mudanya’da mütareke görüşmelerine başlanmasını 29 Eylül’de kabul etti ve ordunun boğazlar yönündeki harekâtını durdurdu. Avrupa başkentleri derin bir nefes almıştı. 
Mudanya Konferansı 03 Ekim günü, İtilâf devletlerinin komutanları; General Harington (İngiliz), General Charpy (Fransız), General Monbelli (İtalyan) ve Türkiye’yi de temsilen İsmet Paşanın katılımı ile yapıldı. Toplantıya, Mudanya açıklarında gemide bekleyen, Yunan temsilcisi katılmadı.  Toplantıda Doğu Trakya’nın Türklere teslimi ve Boğazlarla İstanbul’un barışın imzasına kadar tâbi olacağı hükümlerin tespiti konusu görüşüldü. Trakya’nın 15 gün içinde boşaltılması talebimizde anlaşma sağlanamayınca, 5 Ekimde konferans görüşmeleri kesildi. Bunun üzerine, Mustafa Kemal Paşa, geçici olarak geri çekilen, ordulara 06 Ekim günü tekrar ilerleme emrini verdi. Savaş kapıdaydı. Ancak İtilaf Devletleri direnemedi ve “Trakya’nın ivedilikle boşaltılacağını” kabul ettiklerini Türk tarafına bildirdiler ve görüşmeler yeniden başladı. 
Mudanya Ateşkes mütarekesi, Yunanistan’la değil, İtilaf Devleri ile Türkiye arasından,  11 Ekim sabah saat 06.00’da imzalandı. Yunanistan Doğu Trakya’yı 15 gün içinde müttefiklere teslim etmeği, İtilaf Devletleri de en geç 30 gün içinde idareyi TBMM hükümetine devretmeyi kabul ediyorlardı. Bu anlaşmada, Çanakkale ve İstanbul boğazlarında dar bir kıyı şeridi “tarafsız mıntıka” olarak kabul ediliyor ve 8.000 kişilik Türk Jandarma Kuvvetinin Trakya ve İstanbul’un idaresini teslim almasını vaat ediyordu.
İstanbul Valisi olarak atanan Refet Paşa 19 Ekim’de Türk Jandarma Birlikleriyle İstanbul’a girmiş ve idareyi teslim almıştır. Türk askerinin İstanbul'a girişini gören Yüzbaşı Armstrong anılarına ''Ruhumun isyan ettiğini duyuyorum. Türkler sanki Kanuni Sultan Süleyman devrinde imişler gibi düşünüyorlardı. İngiltere İmparatorluğu şerefinin bütün Asya'ya karşı, çamurlara yuvarlanması gururumu yaralıyordu" yazmak zorunda kalmıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın soğukkanlı ve riski iyi hesap eden tutumu karşısında, Lloyd George’un çatışma çıkarmaya yönelik politikası iflas etmiş ve İngiliz Başbakanı 19 Ekim günü istifa etmek zorunda kalmıştır.
Mudanya Mütarekesinin imzalanmasından sonra, İtilaf Devletleri vakit geçirmeden, 28 Ekim 1922 tarihinde TBMM Hükümeti’ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Çünkü vakit geçtikçe, İstanbul ve Çanakkale’de çıkabilecek bir halk ayaklanmasından ve Mustafa Kemal’den korkuyorlardı. Bu nedenle, Lozan görüşmeleri sürecinde Birleşik Krallık içinde 2 uçak gemisinin de bulunduğu donanmayı İstanbul'a; aynı süreçte ABD’de 13 yeni savaş gemisini Türkiye sularına göndermiştir. 
Saltanat, bir çok milletvekillerinin itirazına rağmen, 01 Kasım’da kaldırılmış. Vahdettin, 17 Kasım günü İngiliz HMS Malaya zırhlısıyla ülkeden ayrılmıştır.
Böylece, Yunanların boşalttığı Doğu Trakya kan dökülmeden 29 Kasım günü Türk Valisine teslim edilmiş ve yeni bir savaş macerasına atılmadan millî hudutlar içine alınmıştır. Bu olaylar dizisi içinde, TBMM Başkanı ve Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, uyguladığı askeri ve siyasi stratejiyle büyük devletlerin ve zamanının en seçkin devlet adamlarını bir kez daha başarısızlığa uğratmıştır.