Evden kaçan kaçana...
Yusuf KANLI
Arkadaşım telefonda “Babamı arıyoruz, Gazeteciler Cemiyeti’ne geldi mi?” diye sormasa bu “Babam kaçtı” durumuna uyanmayacaktım doğrusu.
“Nasıl oldu?” diye sordum. “Biliyorsun ben 60’ı geçtim, babam 82 oldu herhalde. Yasak var, diğer +65 nüfus gibi o da aylardır eve hapis. İsyan ediyor haftada birkaç saat teneffüse çıkmaya.”
Güldüm, “Dalga geçme” dedim. Dedim ama hak da verdim. Doğrusu ben de şeker ve sair kronik meseleler nedeniyle 65 altı olmama rağmen çok ender evden çıkmakta, buram buram sıkılmaktayım. Ancak, karşı karşıya olduğumuz Cıovid-19 küresel salgınına karşı aşı bulunmadıkça veya etkili bir ilaç geliştirilemedikçe elde pek de fazla seçenek de yok. Ekonomi her ne kadar açılmayı, normalleşmeyi zorlasa da, yaşamsal önemde sosyal mesafeyi muhafaza etmek, mümkün olduğunca evde kalmak.
Sosyal medyaya bakıyorum, benzer durumlarla dolu. Evden kaçan kaçana sanki.
Bunları düşünürken Antalya’dan bir arkadaş aradı. +65. “Bunaldım artık. Dükkan sahibi çıkıyor. Memur çıkıyor. İşci çıkıyor. Otobüse balık istifi biniliyor. Minibüsler tıka basa. Dükkanlarda +65 giremez levhaları. Bu ne ayrımcılık kardeşim? Ne suçumuz var bizim? Sanki virüsün sebebi biz ya da bir nedenle bizi dışlama, bizden kurtulmaya çalışma gayreti var gibi geliyor.”
Bir diğer dost hobi bahçesine 30 metrekarelik kulübesine hapsetmiş kendisini. “Hiç olmazsa burada çiçeklerimle uğraşıyorum. Oğlan da sabah akşam yemek bırakıyor. Böyle daha iyi.”
Uydurma hissedar belgesi edinenler, güya dükkan sahibi gibi belge düzenleyip sahtekarlığa zorlananlar…
Doğal olarak bazı arkadaşlar da hafta sonu birkaç saat “salıverilmelerine ev hapsinden” çok kötü bozulup, arada bir “insani” işler için “kaçıveriyorlar” sokağa. “Bankadan para çekmek lazım. Köşedeki bankaya gidip para çektim, herkes panik… Bankalar bildiriyormuş bir yerlere +65 falan geldi işlem yaptı diye, gönderiyorlarmış ceza makbuzunu eve… Göndersinler de benim emekli maaşı 2,300 lira, yasağın cezası 3,092 lira. Adalet mi bu? Para da çekemeyecek miyiz?” şikayeti maalesef tekil değil.
Eğer daha da uzayacak ise daha insani uygulamak gerekir bu yasağı.
Öte yandan neredeyse tüm nüfusun interneti keşfetmesine, çeşitli programlarla elektronik ortamlarda konferanslara, sanal müze gezilerine ve hatta konserlere katılmaya çalıştıkları bir dönemde Türk Telekom’un toplu fiyaskosu can sıkıyor. İnternet hızı parasını aldıkları ve vermeyi taahhüt ettikleri seviyenin 1/3’üne düştüğü halde de vurdumduymazlığa devam edip, “Bizde hata yok” aymazlığını gösterebiliyor. Yazık.
***
Bir tarihte, Ankara’da Selanik caddesinden aşağıya doğru yürürken çok yakından tanıdığım, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi’nde derslerine katıldığım bir hocama rastlamıştım, Engin Üzmen. Öyle bir hoca ki, o ve İrfan Şahinbaş’ından, Nejla ve Ünal Aytür’e, Hasan Edip Uysal’a gençlik olaylarının bol olduğu o dönemde bizlere kol kanat gerip, üniversite öğrenciliğinin sadece derslerde bir şeyler öğrenmek olmadığını, dayanışmayı, dostluğu, araştırmayı, tiyatro, opera ve hatta pikniğe gitmeyi, kısaca kültürel bir insan olmayı öğretmişlerdi. Her biri anıtsal insanlardı onların.
Ona doğru ilerleyip hatırını sormaya niyetlenince, tavırlarında bir gariplik olduğunu fark ettim. “Hocam nasılsınız?” diye sordum. Boş baktı, her zamanki nazik ve naif yaklaşımıyla “İyiyim çocuğum” dedi. Sonra “Ben neredeyim?” sorusunu ekledi. Şaştım ilk anda. DTCF’den sadece birkaç yüz metre uzakta, okul dönemimizde birlikte çok bira içtiğimiz, sohbet ettiğimiz Sakarya caddesi civarındaydık. Durumu hemen anladım. O zamanlar White House diye bir restoran vardı Belediye binasının arkasında. “Hocam, bir şeyler yiyelim, birer bira içelim” dedim, gözleri parladı. Yürürken hafiften sorguladım, Alzheimer her detayıyla karşımdaydı.
Ne adresini hatırladı ne de ev telefonunu. Aklıma geldi, beş altı yıl önce aldığım cep telefonuna adres defterimi aktarmıştım. Talebeliğimde de hocanın evine de birkaç kez gittiğimden, üstelik de tez yazarken çokça telefon ettiğimden, acaba adres defterimde var mı diye baktım. Vardı kayıt. Aradım. Endişe dolusu bir hanımefendi cevapladı. “Hocam kaybolmuş, benimle birlikte White House’da” dedim. Çok sevindi, kızı imiş telefona cevap veren. Son zamanlarda evde kalmaya isyan etmekte, fırsat buldukça kaçmakta imiş. Şimdiye kadar hep Aşağı Ayrancı’da yakın mahallede yürüyormuş, kaybolmuyor, kendine gelince eve dönüyormuş. Bu kez taa Kızılay’a kadar yürümüş, kaybolmuş.
Çok güzel bir yemek, tatlı bir sohbet sonrasında ailesinden birisi gelince ayrıldık. Çok değil bir süre sonra ebediyete yürüdüğü haberini aldım, hem üzüldüm hem de o gün bir son kez beraber olduğumuz için kendimi çok şanslı buldum.