NAZ AKMAN/ANKARA
Bir Türk diplomatı olarak Londra, Rodos, Lahey, Belgrad, İslamabad, Filibe, Deventer (Hollanda), Tebriz, Stuttgart ve Kosova’da görevler üstlenen Ahmet Funda Tezok, “Türkiye’nin Avrupa Birliği Serencamı” kitabıyla ülkemizin 60 yıla varan Avrupa macerasına mercek tutmakta ve “bugünlere nasıl gelindi?” sorusuna cevap aramaktadır. Dışişleri Bakanlığı tarafından Avrupa’da entegrasyon sürecinin “gümüş yılı” sayılan 1976'da konuyu akademik yönden incelemek üzere Amsterdam Üniversitesi’ne gönderilen ilk meslek memuru olan Tezok, burada edindiği bilgilere takip eden yıllardaki birikimlerini ekleyerek 2003 yılında “Bir Türk Diplomatının Gözüyle Avrupa Bütünleşmesi”, “AB’nizi nasıl alırdınız” başlığı altında kitaplaştırmıştı. Tezok, Hollanda’da lisansüstü tez çalışması olan “Avrupa Bütünleşmesi” ve ilerleyen yıllardaki görevleri nedeniyle de yakından tanıklık ettiği Türkiye’nin de gündemindeki yerini koruyan AB olgusunu detaylarıyla okuyucuya aktarmak suretiyle Dışişleri camiasında “Avrupa uzmanı” olarak tanınan isimlerden biri olarak yeni bir çalışmaya daha imza attı.
Tezok, “İlişkilerde bir duraksama olmadığı söylenebilir”
Söz konusu “Avrupa Bütünleşmesi”, “AB’nizi nasıl alırdınız” çalışmasının devamı olan “Türkiye’nin Avrupa Birliği Serencamı” kitabını 2023’ün Şubat ayında okuyucuya sunan Tezok ile kitabını konuştuk. Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecini bütünsel bir yaklaşımla değerlendiren Tezok, kitabın sunuş kısmında “Türkiye’nin yarım yüzyıl bekledikten sonra nihayet resmen aday ilan edilmesinin üzerinden geçen 20 yıla rağmen bu konuda nerdeyse “bir arpa boyu yol alınmadığını” belirtiyor. Buna karşılık Türk toplumunun duruma gösterdiği tepkinin ise kamuoyu yoklamalarında ilgi azalması olarak tezahür ettiğini savunan Tezok, “Ancak aynı Avrupa karşıtlarının ellerine bir şekilde yurt dışına çıkma imkanı geçtiğinde, başta bu yüzyılın başlarında ‘battı batıyor’ denen Yunanistan olmak üzere Avrupa’yı tercih etmesi Türk insanının bu hedeften kolay vazgeçmeyeceğinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir yandan da ilişkilerde bir duraksama olmadığı gözlemlenmektedir” diyor.
Tezok kitabın yayınlanmasına ilişkin, “Birinci kitabım 2001’de yayımlanan ‘Bir Türk Diplomatın Gözüyle Avrupa Birliği’ oldu. Aynı kitabı daha geliştirilmiş haliyle ‘Bir Türk Diplomatın Gözüyle Avrupa Bütünleşmesi’ olarak yeniden kaleme aldım. Özel olarak Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri üzerine de 2003 yılında ‘AB’nizi Nasıl Alırdınız’ kitabını yazdım. Bunlar birbirini tamamlayan kitaplar, bir seri kitapçık olarak yayınlandı. Yaşanan gelişmeler üzerine yeni bir kitap daha yazma gereğini duydum; Türkiye’nin Avrupa Birliği Serencamı. Bu kitap AB’nizi Nasıl Alırdınız kitabının güncelleştirilmiş halidir. Aradan geçen zamanın Türkiye’yi özellikle Avrupa’yla ilişkileri açısından hayli farklı yerlere getirdiğinin bu ülkede farkında olmayan herhalde yoktur. Özellikle dokuz üyeli bir toplulukla geride bıraktığımız 20. Yüzyılın ortalarında başlatılan ‘al gülüm-ver gülüm’ sürecinde sadece resmen adaylığın tescil edildiği 21. Yüzyılda 10’dan fazla ülkenin bizi sollamış olmasının yarattığı olumsuz durum, tam üyelik konusunda AB tarafından bir tarih verilmemesiyle ülkemizde tam bir hayal kırıklığına dönüşmüştür. Türkiye ve tabii ki Türkler Avrupa’nın neresindeydi, şimdi neresindedir? Bu temayı irdelediğim söz konusu kitabımın giriş bölümüne hafif rötuşlar yapmak ve özellikle son 10 yılın gelişmeleri ışığında ilişkileri yeniden masaya yatırarak sürecin bizi nereye götüreceğini birlikte değerlendirme ihtiyacı beni bu iş için yeniden kolları sıvamaya sevk etti” bilgisini verdi.
“Her iki taraf da bin yılı aşan yakın temas sürecinde içte ve dışta değişimler geçirmiştir”
AB ilişkileri sürecinde esas belgenin 1963 Ankara Anlaşması olduğunu ancak resmi olmayan sürecin çok öncesinde başladığını ifade eden Tezok, Türkiye’nin AB sürecine ilişkin, “Türkiye ve Avrupa toplumları arasındaki ilişkiler Ankara Sözleşmesi’nin imzalandığı 1963 yılının çok ama çok öncesine gidiyor. Türkiye’nin AB süreci her ne kadar bu tarih olarak kabul edilse de benim iddiam sürecin 1071 Malazgirt’le başladığıdır. Malazgirt’ten bu yana Türkler Avrupa’ya adım adım yaklaştı. Türkler tarih boyunca Batıya doğru yön aldılar. Sofya’yı 1380’lerde aldık, Malatya’yı ise 1500’lerde. Balkanlarda üstünlük kazanmamız da Anadolu’dan önceydi. Dolayısıyla o süreçten bu yana AB serüvenimiz devam ediyor. Avrupalılaşma yönünde önemli hamleler var. Her iki taraf da bin yılı aşan yakın temas sürecinde içte ve dışta, tarihe yön veren değişimler geçirmiştir” dedi.
Dışişlerindeki görevi nedeniyle AB sürecini yakından takip etme fırsatı bulan Tezok, söz konusu süre zarfında ilişkilerde gelinen noktayı, “1972 yılında Londra’ya tayin oldum, AB tartışmasının içine düştüm. İngiltere birliğe girmek için müzakere yapıyordu. İngilizler başından beri Avrupa birleşmesini destekliyor ama sürecin dışında kalmak veya kalmamak konusunda tereddüt ediyordu. Oradan 1975’te tayin olup gittiğim Yunanistan ise kısa süre önce yaşadığı ‘Kıbrıs şoku’nu atlatmanın bir yolu olarak AB üyeliğine adeta bir can simidi gibi sımsıkı sarılmış görünüyordu. Bizim de bu süreçte gelgitlerimiz oldu. AB’deki esas problemimiz bizim Avrupalı olma hedefinden uzaklaşmamız. AB gerçekten Türklerin bunu isteyip istemediğinden emin değil, bu durumun iç politika malzemesi olarak kullanılmasından çekiniyor. Özellikle Fransızlar bu görüşte. Dış politikada atılan her adım iç politika malzemesi amacıyla kullanılıyor mu? AB böyle bir tutumu istemiyor. Nitekim dış politikada da iki prensip vardır; herhangi bir ülkeyle temas kurunca ulusal çıkarlar gözetilir, ikincisi ise mütekabiliyet. Bunun dışına çıkılırsa problem başlar. AB ile ilişkiler konusunda en akıllıca davranan lider Süleyman Demirel’di. AB ile ilişkilerimizde birliğin birtakım belirli mekanizmalarından yararlanmaktan ileri gidemedik. Türkiye ve AB ilişkilerinde varılan yolun bir arpa boyu olduğu iddia edilebilir. Bunda hiç şüphesiz Türk tarafının gereğince gayret göstermemesi olduğu kadar AB tarafının isteksizliğinin de rolü vardır. Son 20 yılda yerimizde sayıyoruz demek isterdim ama galiba biraz geriledik. AB üyeliği konusunda iyimser değilim” sözleriyle değerlendirdi.
AB’ye girme derdimiz var mı?
Türkiye’nin- Türk toplumunun AB’ye girmek için gerekli olan ekonomik, hukuksal, kültürel ve eğitimsel standartları yakalaması gerektiğini ifade eden Tezok, “AB’ye girme derdimiz varsa birliğin şartlarını da göz önünde bulundurmalıyız. Kurumlarımızın şeffaf-hesap verebilir olması, yargının bağımsız, ekonominin istikrarlı, insan hakları gibi önemli konularda ise üst mahkeme kararlarının uygulanıyor olması gerekiyor. En büyük baş ağrımız AİHM. Ülkemizde çıkan yasalarla hakimler artık verdikleri kararlardan sorumlu tutulmuyor. Üstlerindeki mali sorumluluk yükü kalktı, bu kararların faturası artık millete kesiliyor. Bu AB kriterlerinden uzaklaşmamıza neden oluyor. Çünkü AB dediğimiz yerde üç mahkeme söz konusu, hatta dört: Adalet Divanı, ikinci derece Adalet Divanı, Sayıştay ve Komisyon” dedi.
“Nitelikli eğitim Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinde elini güçlendirecek”
Türkiye’nin AB üyelik sürecinde özellikle nitelikli eğitim konusunda atacağı adımların süreci olumlu etkileyeceğini belirten Tezok, “Nitelikli eğitim Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinde elini güçlendirecek bir hatta birinci etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Süreç içinde Türkiye’nin eğitim performansı gerilemiş ve üyesi olduğu OECD içinde en düşük seviyeye inmiştir. AB ile ilişkilerde Türkiye için aday ülke tanımının topluluk belgelerinden çıkarılmasına kadar varan bir ayrışmaya gidilmesinin bu tarihten sonra başlamış olmasında 20 yılda sekiz bakanın gelip gittiği, buna bağlı olarak devamlı değişime tabi tutulan eğitim sisteminin bir türlü yerine oturtulamamış bulunduğu keyfiyeti önemli rol oynamıştır. Durum AB Komisyonunun ülke raporlarında da yer almakta ve ‘Türkiye eğitim ve kültür konusunda kısmen hazırlıklıdır’ saptaması yapılarak önerilerde bulunulmaktadır. Öte yandan AB ile pek çok görüşme yapılıyor ama neler konuşulduğunu bilmiyoruz, fakat karşı taraf görüşmeleri kaydediyor gerektiğinde de ortaya çıkarıyor. Bu süreçte muhalefet ne kadar etkilidir, üzerine düşeni ne kadar yapıyor? Aynı şekilde Dışişleri Bakanlığı ne yapıyor? Bakanlıklar ne durumda? Öte yandan, dediğim gibi, Muhalefet de Muhalefet olarak görevini yapmalı ki Parlamentonun bir ağırlığı olsun” diyerek sözlerini tamamladı.