Ahmet Çağatay Bayraktar
Grafiker, hattat ve kaligraf Emin Barın’ın 230’u aşkın eserinin yer aldığı Emin Barın: “Ne Senden Rükû Ne Benden Kıyam” sergisi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin restore ederek kültür ve sanat merkezi olarak tekrar açtığı Artİstanbul Feshane’de sanatseverlerle buluştu.
29 Nisan’a kadar ziyaret edilebilecek sergide Prof. Dr. Emin Barın’ın birbiriyle yakın bağlantı içinde icra ettiği üç alanda belirginleşir: Celî Divanî yazıları, Kûfi yazıları ve kendisinin “Serbest Yorumlar” olarak adlandırdığı, Batı’daysa daha sonradan Kaligrafik Modernizm olarak tanımlanan eserleri yer alıyor. Hat sanatı ile Latin alfabesini buluşturan Barın’ın hat kullanarak yaptığı “Atatürk” eseri, sanatçının geçmişin sanat mirasını yeni formlarla buluşturmasının önde gelen örnekleri arasında gösteriliyor. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Kamil Akdik’ten hat, Necmeddin Okyay’dan ciltçilik dersleri alan Maarif Neşriyatı’na bağlı Güzel Sanatlar Matbaası’nda çalışan Barın’ın çok yönlülüğü de sergideki ana unsurlardan biri olarak karşımıza çıkıyor.
İstanbul’un fethinin 500. yılı için, Eyüp Sultan’dan Galata Kulesi’ne uzanan bir güzergâhta hazırladığı on kitabenin yanında Anıtkabir’in girişinde İsmet İnönü’nün 21 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün vefatı üzerine sözleri ve Atatürk’ün 29 Ekim 1938 tarihinde Türk ordusuna gönderdiği mesajı da Emin Barın tarafından tasarlandı. Kamusal alan da dahil olmak üzere sanatını pek çok alanda gösteren Barın’ın sanat yaşamını ve eserleri “Ne Senden Rükû Ne Benden Kıyam” sergisinin küratörü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nden Dr. Öğretim Üyesi Ali Kayaalp anlattı.
Serginin açılışında Kayaalp, ziyaretçilere eserleri anlattı
Doktora tezinde Türkiye'de Art Déco estetiği üzerine tez yazan ve modernleşme sürecinin her aşamasının ilgisini çektiğini söyleyen Öğretim Üyesi Dr. Ali Kayaalp, 18. yüzyıldan günümüze devam eden modernleşme sürecinde Emin Barın’ın da önemli bir yeri olduğunu belirterek sergi küratörlüğü görevini nasıl üstlendiğini şu sözlerle anlattı: “Ben bu projeyi klasik bir hat sergisi olarak hiç düşünmedim, asıl sorun Barın ve modern olgusuna yaklaşımıydı. Sergi, bana Zafer Yıldırım Aile Koleksiyonu'nun sanat danışmanı Damla Keseli aracılığıyla geldi. İstanbul Resim-Heykel Müzesi'nde, 2022'de Uğur Derman'la birlikte yaptığımız, ‘Güzel Sanatlar Akademisi Hat Koleksiyonundan Seçmeler ile Türk Resminin Kaligrafik Eğilimleri Sergisi’nin bu seçimde etkisi olduğunu sanıyorum.”
Barın'ın hat ve Latin alfabesini buluşturduğu 'Atatürk' eseri
Emin Barın’ın hat sanatı alanındaki çalışmalara rağmen bildiğim kadarıyla kendisini “grafiker” olarak tanımlıyor. Üstelik grafik tasarımın görsel sanattaki yerinin tartışmalı olduğu bir zamanda. Emin Barın’ın kendisi için bu tanımı sahiplenmesinin nedeni nedir?
Emin Barın, hattatlık bilgisinin geleneksel aktarım biçimi olan icazetli usta-çırak ilişkisi içinde yetişmemiş. Mücellit ve hattat yetiştirmiş bir aileye doğmuş, Akademi’de Kâmil Akdik’ten ders almış. Ama formasyonu Batı sanatı üzerine: Gazi Terbiye Enstitüsü’nde resim eğitimi, ardından Almanya’da Latin harfli yazıları çalışması. Kendini grafiker olarak tanımlaması olağan. “Serbest Yorumlar” veya “Kreasyonlar” dediği, bizim bugün Kaligrafik Modernizm kavramıyla okuyabileceğimiz çalışmaları da tasarım ürünü zaten. Hattatın elini kaldırmadan, tek hareketle yazdığı yazıların spontanlığı yok bunlarda: tasarlanıp kurgulanmış, adeta inşa edilmişler. Fakat bu durum, bunların taze ve diri, ilham verici çalışmalar olmalarına engel değil. Onun en etkileyici çalışmaları bunlar bence.
Emin Barın, hat sanatı ile Latin alfabesini harmanlayarak bir öncü oldu
Sanatçı bir noktadan sonra özgün bir tavrı arıyor
Sergide sanatçının farklı üsluplardan eserlerini görüyoruz. Küfi üslubunda Batılı anlamda scrupturel tarz var. Sergi anlatımında da Bauhaus etkisi olduğunu söylediğiniz eserler var. Emin Barın, oldukça geleneksel sayılan hat sanatına bu yeni bakışı nasıl getirmiş, kendinin bu anlamda örnek aldığı bir isim var mı?
Barın’ın sanatındaki kırılma 1939’da Almanya’ya gitmesiyle başlar. Türkiye’de kalsa başka bir yolda ilerleyebilirdi. Bauhaus’un tasarım kavramıyla ilişkisi Barın’ı etkilemiş, hat sanatına yaklaşımını şekillendirmiş. Aslında Kûfî yazının tasarım olgusuyla ilişkisi ilginçtir: geometrizasyona açık olduğundan deneyciliğe de uygun. Fakat Emin Bey’in deneyciliği dönemi için benzersiz. Bu açıdan bakarsak, bir selefi yok. Geçmiş dönemin büyük hattatlarına hayran olduğunu biliyoruz ama yaklaşımı onlardan farklı. Karahisarî’nin satrançlı Kûfî gibi bazı yazıları Barın’ı etkilemiştir. Ancak bir noktadan sonra özgün bir tavrı arıyor. O tavırda da kendisi bir öncü olup çıkıyor. Yazdığı bir yazıya “Pop-Art” diyebiliyor mesela. O dönemde bir hattatın bunu söylemesi zordu. Bu, Batı’nın sanat ve tasarım tarihini tanıdığını, bundan etkilendiğini gösteriyor. Referanslarını oradan alabiliyor.
Emin Barın’dan sonra hat sanatında aynı yenilikçi üslubu gösteren sanatçılar oldu mu?
Emin Barın’ın mirasını en iyi değerlendiren neslin başında öğrencileri geliyor: hat alanında Savaş Çevik, Barın çizgisinin en tutarlı takipçilerinden. Yılmaz Özbek ise kaligrafi sahasından ilerliyor. Yaşça onlardan büyük olan Ethem Çalışkan da çok güzel çalışmalara imza atmıştır. Genç hat ve kaligrafi sanatçıları arasında Barın’ın çok sevildiğini söyleyebilirim. Serginin ilk ziyaretçileri arasında belirgin bir topluluk oluşturuyorlardı.
Emin Barın-Ve hüve ala külli Şey in Kadir (Allah her şeye kadirdir) Zafer Yıldırım Aile Koleksiyonu
Grafiti sanatçıları da sergiye geliyor
Sergi oldukça geniş bir alanda yer alıyor. Halbuki Emin Barın, Anıtkabir’de yer alan yazı çalışmaları gibi kamusal alanda da sanatını göstermiş bir sanatçı. Bu anlamda Emin Barın tekrar keşfediliyor diyebilir miyiz?
Emin Barın çok saygı duyulan bir sanatçı ve hocaydı. Serginin açılışından sonra gördük ki, bu sadece bir çevrenin beslediği bir saygı değil. Türk sanatına ilgi duyan insanlar Barın’ı ve çalışmalarını biliyorlar. Sergiyi ziyaret edenlerin çokluğundan ve ilgisinden yola çıkarak söyleyebilirim ki, Emin Bey hiç unutulmamış. Düşünün ki, en son sergisi 2000’lerin başında açılmış, bu az zaman değil. Açılışta biri bana “Yirmi sene neden beklediniz yeni sergi için?” dedi. İnsanlar Barın sergisi beklemişler. En sevindiricisi de gençlerin ilgisi. Serginin ilk günü grafiti sanatçısı olan genç bir arkadaş, Kaligrafik Modernizm seksiyonundaki yazılardan biriyle ilgili ilginç bir yorum yaptı; şaşkınlıkla dinledim. Ben hiç öyle düşünmemiştim. O arkadaş yazıyı incelemiş, orada bir şey yakalamış. Bu çok güzel. Sergi, sanat tarihi öğrencileri için önemli, zira okul müfredatında Barın’ı görmüyorlar. Bu eksik. Sanatımızın 1950’ler sonrasında, modernle hesaplaşırken Barın’ın katkısı büyük. Erol Akyavaş’tan, Fahrünnisa Zeid’den bahsediyorsak Emin Barın’dan da bahsetmeliyiz.
Emin Barın-Muhammed (On defa)
Geleneğe karşı hat sanatına modern bir yorum getirdi
Çizgilerinde olduğu kadar Latin alfabesine yer vermesiyle de öncü bir sanatçı. Latin alfabesini sanatına uygulaması o dönemde nasıl yorumlar doğuruyor?
Karşı çıkanların sayısı az değil. Hat sanatının İslam diniyle doğrudan bağlantısı var. O yüzden bu alanda deneyler yapmak çok hoş karşılanmıyor. Adı üzerinde, “geleneksel sanatlar” adını verdiğimiz bir topluluğun parçası hat. Geleneğin öne çıktığı bir alanda farklı sözler söylemek zordur. Harf Devrimi’nin yarattığı bir sarsılma da mevcut o çevrede. Fakat ilginç bir durum var: Barın’ın giriştiğine benzer denemeler, eşzamanlı olarak diğer İslam ülkelerinde de görülüyor. Bunlar genellikle birbirinden habersiz teşebbüsler. Dönemin politik ve kültürel atmosferi, bir biçimde sanatçıları benzer arayışlara itiyor. Vardıkları sonuçlar da birbirine benzeyebiliyor. Bu tavra bugün Kaligrafik Modernizm diyoruz. Arap alfabesinin plastik olanaklarından yararlanıyor; yazının anlamını değil, formunu vurguluyor. Bu arada soyutlamayı işin içine dâhil ediyor, yazıyı resme dönüştürüyor. Hiç de tesadüf olmayacak şekilde, dünyanın iki kutuplu eksende şekillendiği II. Dünya Savaşı sonrası dönemde belirginleşiyor bu tavır. Bu dönem pek çok İslam ülkesinin toplumsal açıdan travmatik tecrübeler yaşadığı bir zamandı. Suriye bağımsızlığına kavuştu. Pakistan kuruldu. Filistinliler, İsrail tarafından yurtlarından sürüldüler. Mısır ve Irak’ta monarşiler yıkıldı, yerlerine seküler-milliyetçi rejimler kuruldu. Cezayir kanlı bir savaşla bağımsız oldu. Tüm bunların anlamı şu: İslam ülkelerinde Batı’yla kurulan ilişkilerin niteliği değişti. Sömürge, yarı-sömürge yahut bağımlılık ilişkilerinden kafa tutmaya ve isyan etmeye, özgüvenli bir biçimde savaşmaya kadar giden tutumlar benimsendi. Kaligrafik Modernizm, bu politik gelişmelerle yakından ilintilidir. Türkiye’deyse durum biraz farklı: Bizde Doğu-Batı, gelenekçi-modern, yerel-ulusal tartışmaları üzerinden belirginleşen bir kimlik tartışması vardı. Kaligrafik Modernizm, bunlardan ve tabii Harf Devrimi’nin izlerinden doğdu. Fakat Emin Bey bu çalışmaları icra ederken Kaligrafik Modernizm kavramı yoktu. Yine de o, yeni bir şey yaptığının farkında; o yüzden bu çalışmalarına “Serbest Yorumlar” veya “Kreasyonlar” diyor. Bu çalışmaların diğer ülkelerdeki sanatçıların çalışmalarından farkı Latin harflerini de işin içine katması. O yüzden Kaligrafik Modernizm olgusu çerçevesinde ele aldığımız diğer ülkelerin sanatçıları arasında, Barın’ın yeri kendine özgü. Mesela sergide Latin harflerini kullanarak, satrançlı Kûfî tarzında Allah yazdığı bir levhası var, ilk bakışta Arap harfli bir Kûfî yazı sanmak mümkün ama dikkatli bakınca Latin harflerini görüyorsunuz. Çok özgün çalışmalar bunlar.
Sergi sanatseverlerin yoğun ilgisiyle karşılandı
Sergide sanatçının hangi dönemlerini /üslup türlerini görebiliyoruz? Özellikle hangi eserlere yer vermeyi amaçladınız?
Sergide üç büyük seksiyon var: Divâni/Celî Divanî, Kûfî ve Kaligrafik Modernizm seksiyonları. Bir duvarda da Reyhanî ve Sülüs yazıları mevcut. Fakat öne çıkan grup Kaligrafik Modernizm ve Kûfî seksiyonları. Bazen bu iki topluluk arasındaki ayrım bulanıklaşıyor. Bu doğaldır, çünkü Kaligrafik Modernist çalışmaların önemli bir kısmı Kûfî yazıdan yola çıkıyor. Sergide bu belirgin geçiş, devamlılık vurgulandı.
Emin Barın-Gel Keyfim Gel Zafer Yıldırım Aile Koleksiyonu
Serginin adı olarak seçilen “Ne Senden Rükû Ne Benden Kıyam” Emin Barın’ın yaşamına baktığımızda da ilişkili olduğunu düşündüğüm bir başlık. Biriyle veya birileriyle ilinti kurma ihtiyacı hissetmeden, bağımsız bir şekilde sanatını icra eden bir sanatçı olduğu da düşünüldüğünde bu sergi adı/temasının seçilmesindeki neden nedir?
Çalışmaya başladığımızda serginin adı farklıydı, sonra üzerinde yeniden düşündük. Fuzulî’nin İslam dünyasında iyi bilinen bir beytinin parçası bu: “Ne Senden Rükû, Ne Benden Kıyam; Selamün Aleyküm, Aleyküm-es’Selam”. Hattatlar eskiden özel anlamı olduğunu düşündükleri, kalıplaşmış sözleri özenerek yazarlardı. Bunların arasında İslam dünyasının en gelişkin edebi formlarından olan şiirin yeri ayrıydı. Emin Bey’in bu beyti yazdığı bir Kûfî levha var sergide. Barın Han’daki çalışma odasında asılıydı. Görür görmez “bunu sergiye alalım” dedim. Emin Bey’in torunu, arkadaşım serginin de danışmanı olan Emir Barın’la handa konuşurken bu levhadan bahsettim. Acaba Emin Bey için özel bir anlam taşıyor muydu? Emir “O söz dedemin hayattaki genel tavrının bir özeti” dediği an serginin adını bulmuştum. Emin Bey, I. Dünya Savaşı’nın parçaladığı bir ülkede büyüyor ve atılım yapma hevesiyle dolu, ancak yoksul bir ülkede gençliğini yaşıyor. Girgin ve yetenekli biri, çok da çalışkan. Hep mücadele içinde olmuş ama bildiğinden şaşmamış. “Serbest Yorumlar”ını yazdığında, tutucu çevrelerden tepki almış ama aldırmadan devam etmiş. Serginin adı, onun benimsediği bir prensip. Bize de ilham verebilir bu söz.
Julije Knifer -M6941
Sergi Tate Modern sergisiyle aynı mekânda yan yana sergileniyor. Tate Modern’deki sergide de varlık ve hiçlik üzerine düşünmeye sevk eden eserler yer almakta. Bir yandan bu tema ile Emin Barın’ın “hiç” eseri uyumluluk gösteriyor. Dışarıdan iki farklı sanat dünyası olarak görülen bu iki serginin yan yana okunması mümkün mü?
Tabii. Mesela o sergide Julije Knifer’ın “M6941” işi var. Çok beğendiğim bir iş. Knifer, menderes dediğimiz meandros formuyla ilgilenmiş, onu dönüştürerek tekrar tekrar çalışmış. Bu arada siyah-beyaz zıtlığı, negatif form-pozitif form, hacimsellik gibi problemler üzerine kafa yormuş. Bu iş, Barın’ın Kaligrafik Modernizm seksiyonlarındaki kimi işleriyle örtüşüyor, mesela siyah zemin üzerine beyazla yazılmış, geometrize edilerek sağ tarafa yatırılmış bir Allah yazısıyla. Sonuçta 1950’ler sonrasında çalışan sanatçılar modernizmle bir şekilde hesaplaşıyorlar, benzer sonuçlara erişmeleri şaşırtıcı değil. İki sergiyi birlikte ziyaret etmek çok iyi olur bu yüzden, karşılaştırmak için.
“Gençlerin bu sanata ilgisi mutluluk verici”
İstanbul hat sanatının merkezi olarak kabul ediliyor. Emin Barın’ın da bu anlamda önemli bir isim olduğu aşikâr. Sizce günümüzde hat sanatı ne durumda, Emin Barın’ın farklı akımlardan beslenen sanat duruşu başka hat sanatçılarında da mevcut mu?
Denilir ki “Kur’an-ı Kerim Mekke’de nazil oldu, Kahire’de okundu, İstanbul’da yazıldı”. Hat sanatının en incelikli örnekleri daima İstanbul’da verilmiş. Arap ülkelerinden, Balkanlardan, Kafkasya’dan, Güney Asya’dan hat öğrenmeye İstanbul’a gelenler hep olmuş. Bizim hattatlarımız oralara hat öğretmeye gitmişler. Mesela Aziz er-Rıfâi, hat okulu kurmak için özel davetle Mısır’a gitmiş, davet eden de Mısır Kralı Fuad. Bir başka hattatımız, Macid Ayral da davetle Irak’a gitmiş, Bağdat’taki Güzel Sanatlar Akademisi’nde ders vermiş. Yani İstanbul hep merkezdi, hat sanatına yönelik ilginin ciddi biçimde arttığı son senelerde de merkez olmaya devam ediyor. Bu sevindirici. Ancak niceliğin artması, nitelikte bir düşüşü de getiriyor. Önemli olan, bu sanatın vülgerizasyona uğramaması. Hat sanatı, son yıllarda, devletin muhtelif kademelerinden destek ve himaye görüyor; bu sevindirici bir gelişme. Bu olunca da hat sanatı şu veya bu biçimde kitleselleşiyor. O yüzden de çok fazla hat sanatçısı var, bunların bazıları yeni bir söz söyleyecek kadar güçlü değiller. Yaptıkları, geçmişi yeniden üretmek. Bu, gelişmeyi engeller ve kısır döngü yaratır. Her yere baktığımızda benzer işler görmeye başlarız. Bu işler, uzun vadede vasatı da belirler hale gelir. Vülgerizasyon tam da budur. Bu belirli ölçülerde olağan bir şeydir ve beklenir de. Fakat o tavır hat sanatına egemen olursa, onun sonuçları iyi olmaz. Emin Barın’ın etkisine gelince, çok yaygın ve güçlü ancak yaptıkları o kadar özgün ki, onun işlerinden ilhamla yeni sözler söyleyebilmek zor. Yukarıda isimlerini anmıştım, Barın’ın öğrencileri o çizgiyi en tutarlı biçimde sürdürenler. Genç nesilden de özgün buluşlarıyla şaşırtıcı yazılar ortaya koyan isimler var. Gençlerin bu sanata ilgisi mutluluk verici.
Sergide Emin Barın'ın çalışma odası da tasvir edildi
Sergide sanatçının çalışma alanını tasvir eden bir bölüm de mevcut. Burada Emin Barın’ın bizzat kullandığı eşyalar nasıl temin edildi?
Hepsi Barın Han’dan geldi. Sergi ekibimizle Barın Han’a gittiğimizde, Emin Bey’in çalışma odasına girdik. “Emin Barın’ın Yazıhanesi”ni kurma fikri orada doğdu. Masif, cilalı bir masa vardı orada. Ancak çok ağırdı, almak olanaksızdı. Emin Bey’in kullandığı başka bir masayı aldık. Yazı takımlarını seçtik. Gözlüğü, büyüteci ve bazı yazılarının taslakları da yazıhaneye girdi, sergiye adını veren yazı da orada. Barın Han’daki çalışma odasında bir de Atatürk maskı vardı. Atatürk’ün Emin Barın için önemi çok büyük, Anıtkabir’in yazılarını yazan Emin Barın’dır. Ayrıca sergide de görebileceğiniz en güzel levhalarından birini onun için yazmış. O yüzden o maskı almamak olmazdı. Barın’ın kendi topladığı yazılardan bazıları da yazıhane kısmında sergileniyor. Bu yazılar ve sergiyi oluşturan seksiyonlardaki diğer tüm yazılar Z. Yıldırım Aile Koleksiyonu’ndan geldi. “Ne Senden Rükû, Ne Benden Kıyam” yazısıyla şahsi eşyalarını Barın Han’dan aldık. Dengeli ve güzel bir birliktelik oldu. Emin Barın’a yakışacak bir sergi yaptığımızı düşünüyorum.