Genel

Ekonomik kriz gölgesinde evlilik çıkmazı

Klinik Psikolog Mehmet Emin Kızgın ve Avukat Özlem Tekşen, son yıllarda derinleşen ekonomik krizin etkisiyle çıkmaza giren evliliklerin ve boşanmaların psikolojik ve hukuki boyutlarını masaya yatırdı.

Abone Ol

Yaz aylarının gelmesiyle başlayan düğün sezonunda evlenme hayali kuran pek çok çift artan maliyetler karşısında yeni bir hayat kurmanın gerekliliği sayılan nişan, kına, düğün, altın, gelinlik-damatlık, beyaz eşya, mobilya ve mutfak gereçlerini tamamlamada zorluk çekiyor. Çiftler maliyetlerle başa çıkmak için ihtiyaçları kıssa da temel ihtiyaç olan barınma için kira, depozito ve emlak komisyon ücretlerindeki artış nedeniyle hayalini kurduğu yuvaya sahip olamıyor. Yakın zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) bağlı İstanbul Planlama Ajansı (İPA) tarafından yapılan “İstanbul’da Evlilik Maliyeti 2024” araştırmasında tespit edilen rakamlar durumu özetliyor. Araştırmaya göre yeni ev kurma maliyeti yüzde 69,4 arttı. Bu yıl İstanbul’da evlenmenin maliyeti ise ortalama 600 bin TL oldu.

Öte yandan TÜİK tarafından açıklanan 2023 yılı Evlenme ve Boşanma İstatistiklerine göre; Türkiye genelinde son 20 yılda 11 milyon 800 bin 266 çift evlendi. Ancak geçen yıl evlenen çiftlerin sayısı 2022'ye kıyasla yüzde 1,82 azalarak 565 bin 435'e geriledi. Kaba evlenme hızı ise binde 6,63 olarak gerçekleşti. Geçen yıl boşanma sayısı da bir önceki yıla göre yüzde 5,79 düşüşle 171 bin 881 oldu. Kaba boşanma hızı binde 2,01 olarak kayıtlara geçti.

Avukat Özlem Günel Tekşen verilerin hukuki karşılığını “IPA’nın verileriyle yeni bir ev kurmanın maliyetini görüyoruz evlenmelerin düşmüş olması ekonomik krizle doğrudan orantılı diye düşünüyorum. Krizin insanlar üzerindeki yıkıcı etkisi evlilikleri de etkiliyor ancak tek başına yeterli bir veri değil. Boşanmayı maliyetli kılan şey yargısal sürecinden ziyade yeni bir hayat kurmanın git gide pahalılaşması olabilir. Kadın istihdamının giderek azalması, kadın yoksulluğunun artması da kadınları mutsuz evliliklere hapsedebiliyor” sözleriyle özetledi.

“Süreç uzadıkça taraflar arasında yıpratıcılığı da artıyor”

Boşanma davalarında kadınların ve çocukların haklarını almasının önemine işaret eden Tekşen, “Boşanmalar esasında birbirine en fazla güvenen iki insanın bu aşamaya gelmesiyle oluşmakta. Birbirlerinin aslında hiç beklemedikleri yönlerini de çoğu kadın ve erkek boşanma davalarında görmekte. Yine gizli kalan ve ömür boyu gizli kalacağını düşündüğü şeylerin de boşanma dosyasında dilekçelerde önlerine çıktığını görüyoruz. Bu taraflar için hayal kırıklığı yaratan bir süreç oluyor. Türkiye’de boşanmalar tüm yargılamalara bağlı olarak aslında kısa süren bir süreç değil. Anlaşmalı boşanmalar tek celsede bitmekte ancak çekişmeli boşanmalar kesinleşmesiyle birlikte Yargıtay sürecinin de dahiliyle üç dört seneyi bulmakta. Bu süreç uzadıkça taraflar arasında yıpratıcılığı da artıyor ancak boşanma süreçleri kısalacak dediğimiz zaman aslında bizim yargı sistemimizde anlaşılan özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaratmış olduğu kadınların istihdamda az olduğu bir ülke olduğumuzu düşünürsek kadınların nafaka, tazminat gibi haklarını almadan evlilik birliği içinden uzaklaştırılması demek. O yüzden boşanmanın hızlı olması tek başına yeterli değil tarafların özellikle kadınlar ve çocukların tüm haklarını alarak bu süreçten ayrılması boşanmanın gerçekleşmesi açısından önemlidir” dedi.

Klinik Psikolog Mehmet Emin Kızgın, son yıllarda yaşanan ve küresel çapta etkiler yaratan savaş, salgın, afet, ekonomik kriz gibi pek çok olay ve durumun gölgesinde açıklanan TÜİK verilerinin psikolojik boyutuna ilişkin değerlendirmede bulundu. Kızgın, “Bunlar beklediğimiz rakamlardı. Pandemiden çıktık, küresel bir ekonomik kriz yaşanıyor. Barınma, mobilya, elektronik alet gibi ev gereçleri, gıda, giyim pek çok alanda artışlar söz konusu. Evlenme veya boşanma da birbiriyle ilişkili iki temel kavram, dolayısıyla hem evlenme hem de boşanmayı etkileyen en önemli faktörlerin başında bu ekonomik gerekçeleri görebiliyoruz, ancak elbette ekonomi başlı başına tek bir neden değil” dedi.

Kadınlar ve erkekler mevkidaş mı?

Teknolojinin sağladığı pek çok kolaylığın yanı sıra beraberindeki getirdiği olumsuzlukların ve süreç içinde değişime uğrayan evlilik normlarının ilişkilere yanmasına da değinen Kızgın, toplumsal cinsiyet rollerindeki dönüşümle çiftlerin iş ve ev hayatında mevkidaş olduklarını da ekleyerek, “Günümüz çağında evlilik dinamiklerinde bazı toplumsal normlarda değişmeler gözlemliyoruz. Toplumsal cinsiyet rollerinde değişimler veya iyileşmeler ilişki dengesinde dönüşüme neden oldu. Geçmiş dönemlerde erkeğin rolü evin geçimini sağlamak, kadının ise ev içindeki işleyişten sorumlu olmakken şimdi bu durum değişti. Bu geleneksel rol dağılımı ilişkide sorunlar varsa bile ekonomik bağımsızlık olmadığından boşanmaların ertelenmesine veya hiç yaşanmamasına sebep olabiliyordu. Şimdi roller değişti, kadın-erkek evde veya iş dünyasında mevkidaş. Kadın ve erkeğin özellikle finansal açıdan denk olduğu ilişkilerde çözülemeyen sorunlar karşısında ilişkiyi sonlandırma imkanı doğdu. Hatta ekonomik açıdan güçlü taraf bazen ilişkiyi sonlandırma eğilimine daha yatkın olabiliyor, bu ekonomik güç de aslında farklı bir özgüven yaratabiliyor. Bunlar evliliğe bakış açsını değiştirdi. 30 senelik psikoloğum, sadece ekonomik sıkıntılar nedeniyle boşanan çiftlere rastlamadım. Gözlemlediğim kadarıyla ilişkileri sonlandıran gerekçelerin başında ekstramarital dediğimiz evlilik dışı cinsel ilişki yani aldatma hikayesi, üçüncü kişilerin evliliğe müdahalesi veya dahil olması, kişilerin kendinden kaynaklı kişilik bozukluğu (narsistik yapı, şüpheci olma hali, güven sorunu) gibi sorunları ilişkiye yansıtması, kalıp yargısal değerler-sağlıksız toplumsal normlar nedeniyle ilişkiler bitebiliyor” değerlendirmesinde bulundu.

Televizyonlarda, reklamlarda veya sosyal medya kanallarında yer alan içeriklerin insan davranışları üzerine etkisini de değerlendiren Kızgın, “Günümüzde ilişkiler sosyal medyanın da etkisiyle şova, büyük bir gösteri alanına dönüşmüş durumda. Kadınlar güzelliğine erkekler ise parasına güvenerek gösteride bulunabiliyor. Çoğu dizi veya filmde de benzer sahneler izliyoruz, çatışmaların, gerilimin, sansasyonel ilişki ağlarının, çarpık ilişkilerin yoğun olduğu senaryolar dönüyor. Eskiden bu tarz yayınlarda aile kavramına yönelik kaliteli başarılı rol modeller yer alırdı, pek çok insan televizyonu bu amaçla izlerdi, anneye babaya nasıl saygı duyulacağını eşe nasıl davranılacağını böyle görüp öğrenirdi. Sonuçta medyanın öğretici gücü vardı. Ancak son yıllarda medyada yer alan bu tarz temsiller izleyicide sanki ilişkiler öyle olmalıymış gibi izlenim yaratıyor. Tüm bunlar bakış açılarını zihniyeti değiştiren unsurlar. Her saniye çeşitli kanallarla bizlere pompalanan bu tarz içerikleri veya hayatları örnek alıp imreniyoruz. Bu eğilim üzerine kurulu dış görünüşün önemli olduğu, maddi imkanların yüksek olduğu ilişkileri kurabilmek doğru ilişki biçimiymiş gibi algılanıyor. Elbette bu güç gösterileri sağlıklı bir ilişki modeli değildir. Evlilik veya romantik ilişkiler bir yarış veya gövde gösterilecek alanlar değil. İki insanın kendine has dinamiklerle kurduğu birlikte olmaktan keyif aldığı arada gönül bağının kurulduğu bir yapıdır” sözlerine yer verdi.

Tüketim çağında ilişkiler de hızla tüketiliyor mu?

Kızgın, ilişkilerin başlama ve gelişme süreçlerinde de değişimler gözlemlendiğini söyleyerek buna ilişkin de “Sosyal medya, teknoloji, iletişim çağı insanların tanışma pratiklerini de etkiledi, bu süreçler daha ulaşılabilir ve kolay hale geldi. Bu aynı zamanda insanların ilişkiye karşı görüşünü de değiştirdi, kolay tanışırım, anlaşamazsam ayrılırım, yeni birini daha kolay bulabilirim bakışına neden oldu. Bu nedenle evlilik isteği de azaldı. Evlilik anlayışı değişti, zihniyet dönüştü. İlişki skorunda bile artışlar gözlemliyoruz. On yıllar önce hayatımıza aldığımız kişi sayısı bir elin beş parmağını geçmezken şimdi bu sayı 10’u 20’yi bulabiliyor. Ciddi bir doyumsuzluk söz konusu. Her şey bu kadar kolay ve ulaşılabilirken kimse sorumluluk alıp, evlenme çatısı altına girmek istemiyor. Ne yazık ki bu tüketim çağında her şeyi tükettiğimiz gibi ilişkileri de kolayca tüketebiliyoruz. Sistem tüketim üzerine endeksli ve bize tüketme davranışını yüklüyor. Her hafta her ay ilişki değiştirebiliyoruz, birbirimizi tanımadan, yaşananları sindirmeden, duygusal yükleri düşünmeden haz kaynaklı ilişkiler yaşayabiliyoruz. İnsan haz kaynaklıdır, ego ve süper ego sağlıklı gelişmiyorsa haz kaynağı id daha aktif olur. Haz elbette önemlidir fakat haz kaynaklı yönlerimizi törpülememiz de gerekebilir” dedi.

Çiftlere evlilik öncesi eğitim önerisi

Sağlıklı ilişkiler geliştirmek için ilişki danışmanlığı veya evlilik öncesi eğitimlerin önemli olduğunu belirten Kızgın, “Erken çocukluk dönemlerinde özellikle anne ebeveyn ilişkilerinde sağlıklı süreç izleyen insanların yetişkin olup kurduğu evlilik ilişkilerinin de sağlıklı olduğunu gözlemliyoruz. Bağlanma kuramı, Freud kuramı, nesne ilişkiler kuramı hangisine bakarsanız bakın erken çocukluk dönemlerindeki bağlanma ilişkileri çok önemli. Orada sağlıklı bağlanmalar oluşmayınca veya oluşunca ilerleyen dönemlerde de kurduğunuz ilişkiler buna göre şekilleniyor. Şu an yaşadıklarımız aslında erken çocukluk döneminin bir prototipi oluyor. Hayatımızın o ilk beş yılı çok önemli orada bir dünya yaratıyoruz ve o dünya bugünkü hayatımızı oluşturuyor. Ne kadar sağlıklı birey aileler olursak o kadar sağlıklı bir toplum oluruz, bu bizim yaşadığımız ülkeyi de sağlıklaştırır. Çoğu danışanımızın evlilik hayali kurarken sadece mutluluğu hayal ettiğini gözlemliyoruz. Danışanlarıma evlenmeden önce evlilikle ilgili olumsuz şeyler de yaşayabileceğiniz ihtimalini düşünüyor musunuz diye sorduğumda yüzde 95’ı hayır olumsuz şeyler yaşamayacağız diyor. Elbette hepimiz isteği sorunların minimize edildiği mutluluğun hedeflendiği bir hayat var. Ancak yalnızca pembe bir dünya kurgulayıp gerçekte onu yaşamayı hedeflemek bizi bazen daha kötü ruhsal durumlar içine sokabilir. Hastalanabilir, işimizi kaybedebilir, ekonomik açıdan zorluklar çekebiliriz, bunlar da hayatın gerçekleri. Beklenti psikolojisi denilen bir şey var, beklentileri de günlük hayatın realitesine göre düşünmek lazım. Tek bir tarafa kanalize olunca hayal kırıkları artıyor. Sıfır beklenti denilen bir şey de yoktur. Bir şeyleri yaparken elbette beklenti içinde yapıyoruz. Ama gerçeğe uzak beklentileri hırs haline getirmek idealize etmek sağlıklı bir şey değil. Her zaman baharı ve yazı düşlüyoruz fakat dört mevsimde sonbahar ve kış da vardır, bunlara da hazırlıklı olmak gerek. Hayatta salt mutluluk yoktur, kaygı, endişe, mutsuzluk gibi pek çok duygu ve durum yaşanabilir. Çoğumuz evlilik yolunda büyük taahhütler veriyoruz. Onu sonsuza kadar mutlu edeceğimizi, seveceğimizi, koruyacağımızı, ondan başka kimseyi sevemeyeceğimizi, onsuz yaşayamayacağımızı taahhüt ediyoruz, bu elbette gerçekçi değil. Bunun yerine sevip, koruyacağımıza, mutlu edeceğimize gayret edeceğimizi söyleyip buna yönelik davranış sergilersek daha sağlıklı bir tutum olur. Çiftlerimize evlilik öncesi eğitimlerde yaşamda olumlu-olumsuz her şeyle karşılaşılabileceğini bunlara hazırlıklı olmak gerektiğine yönelik eğitimler veriyoruz. Sağlıklı birey, sağlıklı aile, sağlıklı toplum ve sağlıklı devlet anlayışını benimsiyoruz bu nedenle sağlıklı ilişkilerin kurulup gelişmesi için evlilikten önce çiftlere bu eğitimleri öneriyoruz. Nasıl ki beden sağlığımızı kontrol etmek için check-up yaptırıyorsak ruhsal sağlığımız için de bu tarz check-up’lar yapmalıyız” bilgisini verdi.

“Bazı sorunlar kök aile kaynaklı olabiliyor”

Boşanma süreçlerinin de yıpratıcı olduğunu tarafların psikolojisinde çoğunlukla olumsuz etkiler bıraktığını ifade eden Kızgın, “Evlilik ilişkilerinde kendi sınırlarımız dışında karşımızdaki kişiyle birlikte aslında yeniden sınırlar inşa ediyoruz. Bu sınırları belirlerken anlayışlı olmak, tolere etmek, empati kurmak, saygı duymak, güvenmek, fedakarlık yapmak, geçinmek için çabalamak, sorumluluk almak gerekli kavramlar olarak karşımıza çıkıyor. Bazı sorunlar kök aile dediğimiz geçmişten gelen bilinçaltı kaynaklı olabiliyor. Bu geçmiş kök aile ilişkileri kurduğumuz ilişkilere de yansıyabiliyor. İlişkiler boşanmayla da sonuçlanabilir, kötü giden bir şeyleri sonlandırmak da sağlıklı bir davranıştır. Önemli olan süreci sağlıklı yönetebilmektir. Avrupa ülkelerinde boşanma süreçlerinde çoğunlukla anlaşmalı bir durum gözlemleniyorken ülkemizde boşanmak eğer ortada ortak bir anlaşma yoksa zorlu bir sürece dönüşebiliyor. Boşanma sürecinin çekişmeli olması evliliğe karşı olumsuz bir algıya da neden oluyor” dedi.