İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısında önemli açıklamalarda bulundu.
Dervişoğlu, iktidarın 22 yıldır süren "Büyük Ortadoğu Projesi" çerçevesindeki eylemleri ve terör örgütleriyle ilişkileri üzerine sert eleştirilerde bulundu.
Dervişoğlu'nun açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:
"Havucun ve sopanın aynı eller tarafından tutuşması"
Dervişoğlu, ülkenin zor bir dönemden geçtiğini belirterek, 2024'ün acı tecrübelerle geçtiğini ifade etti. İktidarın halkına vaat ettiği hiçbir şeyi yerine getirmediğini ve hem yasal hem de insani sorumluluklardan kaçtığını söyledi. 22 Ekim’de terörist başına umut hakkı verilmesinin, halkın yaşadığı hayal kırıklığını ve ihaneti somut bir şekilde gözler önüne serdiğini belirtti. Türkiye Cumhuriyeti'nin, büyük güçlerin hedefinde olduğunu ve bu projede Cumhuriyet’in kurumlarının zayıflatılmasının amaçlandığını vurguladı.
Dervişoğlu, hükümetin, vatandaşların dertleriyle ilgilenmediğini ve sadece belirli gruplara yönelik vaatlerle çözüm aradığını söyledi. Bu durumu, her grup için ayrı ayrı "havucun" ve "sopa"nın olduğunu ifade ederek eleştiren Dervişoğlu, şunları kaydetti;
"Zor zamanlardan geçiyoruz. Bütün bir 2024 yılını acı tecrübelerle geçirdik. İktidar vatandaşa karşı hiçbir vaadini yerine getirmediği gibi ne yasal ne anayasal ne insani ne de vicdani hiçbir vazifesini de umursamadı. 85 milyondan esirgenen umut hakkının 22 Ekim’de terörist başına verilmesiyle hep birlikte tecrübe ettik. Bugün yaşadıklarımız ne yenidir ne de bir paradigmadır, 22 yıl önce Uluslararası lobiler tarafından Erdoğan’a teslim edilen daimi görevin vadesi gelmiş aşamasıdır. Asıl görevin adı, 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Büyük Ortadoğu Projesine hazırlamaktır.' Bunun için Türk Milletinin hem milli hem de bireysel kodlarını değiştirmektir. Bu yolda Cumhuriyet kurumlarını çökertmek, hukuki ve ekonomik yapıyı da buna uygun hale getirmektir. Ortaklar değişse de hedef hep aynıdır. Bu zehrin farklı tiplerini, geçmişte farklı zamanlarda zerk ettiler. Şimdi içine biraz yeni paradigma, biraz misak-ı milli, yettiği kadar Kürt sorunu, çözüm ve terörle mücadele laflarını koymaktadırlar. Bu projenin nihayete ermesi açısından, Erdoğan ve bağlı bulunduğu müstevliler tarafından her zaman, en önemli kaldıraçlardan biri olarak, adına ısrarla 'Kürt sorunu' dedikleri mevzu kullanıldı. Bir kural hiç değişmedi; hiç kimse Kürde, bir vatandaş ve fert olarak nasılsın, derdin nedir diye sormadı. Çünkü onlar için, herhangi bir vatandaşın sorunu ne kadar önemliyse, Kürdün sorunları da ancak o kadar önemliydi. Çünkü bu ülkede yaşayan herkes ancak bir aparat olarak kullanılabilirse, iktidarın takdirine mazhar olabilirdi. Kimse onlara, 'Karnın tok mu? Sırtın pek mi, işin gücün var mı?' diye sormadı. 'Çocuğun okula gidebiliyor mu? Sağlık hizmeti alabiliyor musun?' diye bakan olmadı. 'Gelecekten ne istiyorsun; ne bekliyorsun?' diye dinleyen de olmadı. Elbette sormazlardı dinlemezlerdi hatta görmezlerdi. Çünkü zaten kimseye sormuyorlar, kimseyi dinlemiyorlar, kimseyi görmüyorlar. Kimsenin hayat derdini çözmüyorlardı. Hayat derdini çözmedikleri, çözemedikleri ve asla da çözmeyecekleri için kimlik sorunlarını ve kimlik çözümlerini her gruba havuç diye gösteriyorlardı. Her grubun havucu ayrı, sopası ayrıydı. Sopayı tutan ellerse hep aynıydı. Şimdilerde birbirine uzanan, birbirini sahneye davet eden eller de işte o ellerdir. Gerçek sorunlarla ilgilenmezlerdi, çünkü sorunlarında ortaklaşabilen bir milletin, sorunlarını çözmek için de bir arada hareket edebileceği ihtimalini göze alamazlardı. Çünkü bilirlerdi ki, müşterek problemlere karşı oluşturulan ortak çözümler, müşterek bir kültür oluştururdu bundan hep korktular, hep kaçtılar.
Sağcı solcu dediler, Türkler ve Kürtler dediler, Aleviler ve Sünniler dediler, laikler ve dindarlar dediler, milleti de delirttiler. Bu iktidarın Cumhuriyet’imizin millet fikri ve ülküsüyle kavgası hiç bitmedi. Millet ve milliyet fikrinin içini boşaltmak, boşalttıkları yere de kendi gayrımilli projelerini yerleştirmek için uğraşıp durdular. 101 yıl önce bir mucizeyi birlikte gerçekleştirmiş Anadolu’nun sakinleri ve sahiplerii Türk milleti olarak bizler, Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve Kafkaslar’da hangi zorluk yaşanırsa yaşansın, bu istikrarsızlık çöllerinin ortasında bir vaha gibi parlayan Türkiye Cumhuriyeti devletinin eşit ve hür yurttaşları olarak oy verdiğimiz partilerin değil, cebimizdeki nüfus cüzdanımızla edindiğimiz en büyük nimet olan Cumhuriyetin ve bu millete mensubu olmanın, eşit ve laik bir hukuk mantığıyla kurulmuş bir devlete sahip olmanın kıymetini hatırlayamadık.
Şimdi bunu kaybetmenin eşiğinde onu el birliğiyle uçurumdan atmaya çalışan gayrımilli bir iç cephe koalisyonunu durdurmaya çalışıyoruz. Bunu başarmaya Mecburuz. Çünkü bu vatan için gazi olanlara, şehit olanlara borçluyuz."
"Teröristsiz yol yürüyemiyorlar"
Dervişoğlu, iktidarın, büyük projelerinde terör örgütlerini yanlarına alarak hareket ettiklerini belirtti. 22 yıl boyunca her dönem, yanlarına bir terör örgütü alıp, onunla yürümeye çalıştıklarını ifade etti. "Teröristsiz yol yürüyemiyorlar" diyen Dervişoğlu, geçmişteki örneklerle bu durumu daha da somutlaştırarak, terör örgütleriyle yapılan iş birliklerinin Türkiye'nin geleceğini kararttığını söyledi.
Dervişoğlu, şunları kaydetti;
22 yıldır görev edindikleri 'Büyük Ortadoğu Projesi' kapsamında giriştikleri şey bir ilk değildir. Ama anlaşılıyor ki nihai mahiyettedir. Her dönem mutlaka yanlarına kattıkları bir terör örgütü ve uzantısıyla denediler. Şimdi de yanlarına aldıkları yeni müstakbel terör örgütleriyle deniyorlar. Yanlarına ortak diye aldıkları zaten teröristti ya da bir süre sonra ortaklarını terörist ilan ettiler. Her zaman söylüyorum ya bunlar teröristsiz yol yürüyemiyorlar. İlk denemelerinde yine aynı bugün olduğu gibi, Bölücübaşından açıklamalar ve mektuplar bekliyorlardı. Ağustos 2009’da 'yol haritası açıklattılar', Terör örgütü silah bırakacaktı, bunun için ilk tiyatro gösterisi de Ekim 2009’da Habur rezaleti olarak yaşandı. Şimdilerde anlıyoruz ki, bugünün özenle seçilmiş İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da oranın, yani Şırnak’ın valisiydi.
O rezaleti yaşayacak aşamaya bir anda varılmadı. Ergenekon ve benzeri kumpas davalarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri zaafa uğratıldığı ve tasfiye edilmek istendiği için varıldı. Yıkım projesinin mimarı iktidar ve onun taşeronu FETÖ’nün çabalarıyla varıldı. Bizlere demokratikleşmeden dem vuruyorlardı. Güya, demokratikleşecektik, AB üyesi olacaktık. Bu yüzden de Cumhuriyet parantezi kapatılmalıydı. Onlara göre, Sevr bir paranoyaydı, milliyetçilikler ayaklar altına alınmalıydı, devlete ve topluma silah sıkanlar da artık barış havarisiydi. Ulus devlet lüzumsuz, üniter yapı çağdışıydı. Küresel dünyada bu tür şeylere gerek yok diyorlardı. Bunun için de 'açılım' yapılması gerekiyordu. Sözde demokrasi açılımı. 2010 yılında, 'yetmez ama evetçiler' devreye sokuldu. 'Yoksa siz 12 Eylülcüleri mi' savunuyorsunuz dediler? Oysa gördüğümüz işkencelerin izleri hala vücutlarımızdaydı. Bugünkü ile aynı ağızlar ve zihinler söyledi bunları. Büyük zoka ise, 12 Eylül darbecilerinin yargılanması idi. Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısını da işte o zokayla değiştirebildiler. Bütün yargı mekanizması FETÖ'ye teslim edildi. Yargıdan sonra Türk Silahlı Kuvvetleri de AK Parti ve FETÖ ortaklığının eline geçmiş oldu. O arada, Allah’ın bir hikmeti olarak Suriye iç savaşı başlamış, yine aynı iktidar o iç savaşın açık tarafı olduğunu ilan ederek Türkiye’yi bu uğursuz sürecin bir parçası haline getirmiş sınır kapılarını ise fütursuzca sonuna kadar açmıştı. Nüfus yapısını değiştirerek onu ebediyen yıkma planını devreye soktu."
"Açılım, demokrasi maskesi altında bir yıkım projesi"
Dervişoğlu, 2009 yılında başlatılan çözüm sürecine ve 'demokratikleşme açılımı'na dair o dönemde "Demokratikleşiyoruz" denerek, Türkiye’nin temellerinin sarsılmaya başlandığını ifade etti. 2010 yılında 'yetmez ama evetçiler'in devreye sokulmasının, FETÖ’nün yargıyı ele geçirmesinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik kumpasların planlandığını belirtti. Suriye iç savaşına Türkiye’nin açık bir şekilde taraf olmasının ardından, bu açılımın Türkiye'yi felakete sürüklediğini söyledi.
"Türkiye’nin temel değerleri tehdit altında"
Dervişoğlu, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yaşananları da hatırlatarak, iktidarın, darbe girişiminin faturasını halkın üzerine keserek olağanüstü hal şartlarında keyfi uygulamalara imza attığını ifade etti. Mafya düzeni ve suç örgütlerinin devletin içine sızdığını ve Türk halkının can güvenliğinin tehdit altında olduğunu söyledi. Bugün, hükümetin tüm bu kirli ilişkileri ve yıkım projelerini sürdürdüğünü belirten Dervişoğlu, bunun halkı uyandıran bir kalkışma olduğunu söyledi.
"Son zehir: Türk milletine karşı bir kalkışma"
Dervişoğlu, Türkiye’nin büyük bir tehdit altında olduğunu ve hükümetin devletin kontrolünü kaybederek, Türk milletine karşı bir kalkışma başlattığını vurguladı. Bu kalkışmanın, halkın değerleriyle ve Cumhuriyet’in temel ilkeleriyle mücadele etmekten başka bir şey olmadığını ifade etti. 50 bin şehidin katilinin Meclis’e davet edilmesinin, bu kalkışmanın son aşaması olduğuna dikkat çekti. "Bize, 'Filistin'de masumlar ölüyor' diyenler, 45 bin Gazzeli masumu katleden İsrail’e odun atanlar aynı ellerdir" diyerek, bu tehditleri açıkça ortaya koydu.
Son olarak Dervişoğlu, Türk milletinin ve Cumhuriyet'in korunması gerektiğini, tüm bu yıkım projelerine karşı birlik olup mücadele edilmesi gerektiğini söyledi.