2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi’nin görüşmelerinde, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatımoğulları açıklamalarda bulundu. 

Bütçe görüşmelerinde DEM Parti adına Eş Genel Başkanlar Tülay Hatımoğulları Oruç ve Tuncer Bakırhan konuşma yaptı. DEM Parti adına ilk sözü alan Tülay Hatımoğulları Oruç, konuşmasına "Düşüncelerinden, siyasi çalışmalarından, özgür kalemlerini kullandıklarından dolayı hapishanede bulunan değerli arkadaşlarımıza, bu ülkenin aydınlık yüzü olani çektiği acılara rağmen barış demekten bir adım bile geri durmayan barış annelerine, her gün şiddete maruz kalan ama herşeye rağmen hakları için mücadele etmekten geri durmayan kadınlara selam olsun" diyerek başladı. 

"İflasın üstünü örtmek için ‘açız, yoksuluz’ diyen insana terörist yaftası yapıştırdılar"

"Kapitalizmin neoliberal politikalarını en iyi uygulayan AKP olmuştur. Türkiye’yi küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre dizayn etti ve yurttaşını adeta aslanın ağzına attı. Bundan dolayı da emperyalist güçler AKP’ye madalya takmalıdır" diyen Hatımoğulları, "Türkiye’de en fazla özelleştirmeyi yapan, en fazla kamuya ait malları satan bu iktidarın ta kendisidir. Sonra çıkıp biz yerliyiz, milliyiz gibi yalanları ortaya atıyorlar. Erdoğan ‘ben bu ülkeyi şirket gibi yöneteceğim’ dedi, gerçekten şirket gibi yönetti ama şirketi de batırdı. İflasın üstünü örtmek için ‘açız, yoksuluz’ diyen insana terörist yaftası yapıştırdılar ve hapishaneye koymaya başladılar" ifadelerini kullandı.

Suriye’de yaşanan gelişmelere değinen Hatımoğulları, "Bölge yeniden dizayn ediliyor. Ortadoğu’da süren savaşların nihai amaçları ortadadır. İran’ı etkisizleştirmek ve yapabilirlerse savaşa çekmek, Rusya’yı sınırlamak, Çin’in ‘kuşak yol’ projesinin önünü kesmek ve bun küresel sermayenin başka bir bloktan yükselen bir tehlike olarak açığa çıkmasını engellemek. Tüm bunların sonucunda Asya-Pasifik hattını engellemek ve gerekirse savaşları bu anlamda büyütmek. Suriye’deki gelişmeleri de bunlardan bağımsız olarak ele alamayız. Buradan TBMM’ye şunu hatırlatmak istiyorum. Türkiye’nin iç barışa neden ihtiyacı olduğunu hep birlikte daha çok anlayalım diye şunun altını kalın kalın çiziyorum. Henüz yeterince gündeme gelmemiş gibi gözükse de kuzey hattından Kızıldeniz, daha güneyde Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’a varacak gerilimin dinamiklerinin taşları döşenmektedir. Böylesi bir süreçte yine İsrail’in Gazze’ye müdahalesini de bundan bağımsız düşünemeyiz. Bugün Gazze’de Filistinliler katledilirken başta Türkiye olmak üzere, mevcut iktidar olmak üzere ne yazık ki bütün dünya sınıfta kaldı" dedi.

"Bu iktidarın Türkiye ve bölgeye yaptığı en büyük kötülük, Kürt sorununda çözümsüzlüğü sürdürmek"

Hatımoğulları'nın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

"Emperyalist güçlerin müdahaleleri sonucunda uzunca bir zamandır Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da devam eden çatışmalar doğrudan Türkiye’yi de bizim evimizi de kapımızı da etkilemektedir. Suriye’deki bu gelişmelerin içinde İran’ın da olduğu daha büyük bir savaş ortamının ve koşullarının altının çizildiğini belirtmek isterim.

Emperyalist güçlerin imalatı olan El-Kaide, El-Nusra ve daha sonra El-Nusra’nın Suriye’deki uzantıları olan IŞİD ve HTŞ uzantıları dahil olmak üzere çok sayıda irili ufaklı örgütlerin türediğini iyi biliyoruz. Bu türeyen örgütler şimdi bir kez daha sahne almış durumdadır. Türkiye’deki iktidarın imalatı olan daha önce Özgür Suriye Ordusu olarak ismini bildiğimiz, daha sonra da Suriye Milli Ordusu olarak ismi değişen;Türkiye’de eğitilip donatılan bu çete örgütü şu anda yine Suriye’de faaliyet yürütmektedir. Suriye Milli Ordusu kimlere saldırmaktadır şimdi? Kuzeydoğu Suriye’deki Kürtlere ve Suriye halkalarına karşı kullanılmaktadır. Bu iktidarın Türkiye ve bölgeye yaptığı en büyük kötülük, Kürt sorununda çözümsüzlüğü sürdürmek, neo-Osmanlıcı hayallere kapılmak ve bunların peşine giden bir dış siyaset izlemek. Bunun için de selefi-cihadi örgütlerle işbirliği yapmak, onları desteklemek ve bütün bunların Türkiye’ye nasıl bir fotoğraf şeklinde döndüğüne bakacak olursak değerli haklarımız, bakın ülkemize bunların geri dönütleri nasıl oldu?

Türkiye’yi bölge ülkelerinin neredeyse tamamıyla kavgalı bir hale getirdi. Türkiye’de Ankara Gar Katliamı, Suruç, Reyhanlı katliamları, Antep düğün saldırısı katliamı ve burada sayamadığım çok sayıda katliamı bu eğitip donattıkları, destekledikleri, onlara sınırı açtıkları örgütler bu katliamları gerçekleştirdi. Yani bu iktidarın eğitip donattıkları Türkiye’nin yurttaşlarının katili oldu. Maaşlarını kıstığınız zaman, zam yapmadınız diye vaktiyle Esad’a görüşme teklifinde bulundunuz diye Reyhanlı sınırında Türk bayrağını yaktılar sesinizi çıkartamadınız.

"Kürt halkı mı komşumuz olsun, IŞİD ve türevi örgütler mi komşumuz olsun?"

Güvenlik adı altında izlediğiniz politikalara baktığımızda Türkiye 2011 Suriye savaşının başladığı günden bugünle kıyasladığımızda, Türkiye’nin kuruluşundan bugüne kadar Türkiye’nin sınırları hiçbir zaman bu kadar güvensiz olmamıştı. Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan Kürtler, demokratik, farklı halklarla ortak yaşam kültürünü benimsemiş; kadın özgürlükçü bir anlayışa sahiptir. Sekülerdirler aynı zamanda. Biz bu kürsüden defalarca söyledik, ‘Kürt halkı mı komşumuz olsun, bu özelliklere hayiz olan Kürt halkı mı komşumuz olsun; IŞİD ve türevi örgütler mi komşumuz olsun?’ Buradan şunu da hatırlatmak isterim, kamuoyunda Rojava diye bilinen Kuzey ve Doğu Suriye… Oradaki topraklarda yaşayan insanları bu kürsüye çıkanlar biraz önce öyle bir anlattı ki sanki orada yurttaş yok, sivil yok, herkes eli silahlı beklemekte. Biz koca kentlerden, milyonlarca insanın yaşadığı koca kentlerden bahsediyoruz. Ankara’nın göbeğinde siz nasıl çocuklarınızı okula yolluyor, hastaneye gidiyorsanız, nasıl işe gidiyorsanız her sabah orada da işte böylesine sivil insanlar yaşıyor. Dolayısıyla o coğrafyayı iyi bilmek ve iyi anlamak gerekiyor.

"Oradaki Kürt kardeşlerimizle beraber ortak yaşamın yollarını bulmalıyız, bunun için de bu parlamento çalışmalıdır"

Ortadoğu’daki soykırımın kıskacında Suriye ile ilgili tavrımız çok nettir. Çetelerin kimi bölgelerde hala devam eden müdahaleleri son bulmalı, silahlar derhal susmalıdır. Suriye’nin kaderini, Suriye halkları demokratik, barışçıl bir zeminde belirlemeli ve orada demokratik bir anayasa yapım sürecine katkı verilmelidir. Dış müdahaleler derhal bitmelidir. Bu mesajı burada herkes verdi evet, demokratik bir Suriye’den herkes bahsetti. Ama bu kürsüden demokratik bir Suriye’den bahseden iktidar ve ortağı şunu söyledi; ‘demokratik Suriye ama arkasından ne yaptı? Bugün elimize ulaşan haberlere göre Ayn İsa’da 12 sivil çoğu çocuk ve kadından oluşan 12 sivil TSK güçlerinin Sİ-HA larıyla katledildi. Minbiç, Minbiç günlerdir bombalanıyor ve orada sivillerin oturduğu yerler bombalanıyor. Türkiye’de iç barış diyeceğiz, barış diyeceğiz ama Minbiç’i, Ayn-İsa’yı, Tel-Rıfat’ı vuracağız. Böyle bir dünya yok olamaz. Buradan çağrımızdır. TSK orada gerçekleştirdiği bu saldırılara son vermelidir. Suriye’de yaşayan Araplar, Kürtler, Ermeniler, Türkmenler, Dürziler, Arap Alevileri Nusayriler, İsmaililier, Asurlar ve burada sayamadığım tüm farklı halklar ve inançlar bir arada yaşam kültürüne sahiptir ve herkesin temsil edildiği ortak, demokratik, kapsayıcı bir anayasanın oluşması için katkı vermeliyiz hep beraber. Kürtlerin statüleri mutlaka ama mutlaka tanınmalıdır. Demokratik Suriye, Demokratik Ortadoğu diyorsak oradaki Kürt kardeşlerimizden korkmayacağız, çekinmeyeceğiz. Oradaki Kürt kardeşlerimizle beraber ortak yaşamın yollarını bulmalıyız, bunun için de bu parlamento çalışmalıdır.

"Ortadoğu’da Kürt halkının kazanımı aynı zamanda Türk halkının da kazanımıdır"

Ne yazık ki baş döndürücü yapısal dönüşümler içinde dış siyasette rotasını kaybeden bir ülke konumuna gelmiştir. Dış siyasetin iç siyasetle oldukça ilintili ve birbirini oldukça etkilediği bir dönemden geçiyoruz. Bu sadece bizim ülkemiz için değil, bütün dünya ülkeleri için böyledir. Dış politikası şu an Türkiye’nin rasyonel değil ve Batı ile Avrasya arasına sıkışmış durumda. Bir sarkaç siyaseti yürüttüler. Aradaki çatlaklardan nasıl faydalanabiliriz diye çalıştılar ama Türkiye’nin geldiği hal ortadadır. Bölgesel riskleri genel anlamda değerlendirebilmeliyiz. Bu ülkeyi yönetenler tercihini mutlaka halklardan yana yapmalıdır. Demokrasi karşıtı güçlerle, insanlık dışı güçlerle işbirliğine mutlaka son verilmelidir. Tarihin çöplüğünde çürümüş fikirlerle beslenen neo-Osmanlıcı düşünceye eklemlenen hamasi siyasetle yol gidilemeyeceği açıktır. Ortadoğu’da Kürt halkının kazanımı aynı zamanda Türk halkının da kazanımıdır. Bunu aklımızdan çıkarmayalım. Kürtlerin ve Türklerin demokratik zemindeki ittifakı bütün Ortadoğu’ya önemli bir model olacaktır. İçerde Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye’nin Ordadoğu’da barış rolü üstlenebileceğini, bunun samimi olabileceğini defalarca söyledik.

TBMM Başkanı Kurtulmuş, Küresel Gazeteciler Konseyi heyetiyle bir araya geldi: TBMM Başkanı Kurtulmuş, Küresel Gazeteciler Konseyi heyetiyle bir araya geldi:

"Sadece Kürt sorunu odaklı olan harcamalara baktığımızda 3 trilyon dolardan daha fazla para harcanmış"

Yeryüzü ve özellikle coğrafyamız savaştan, kandan çok yoruldu. O nedenle buradan bütün dünyaya seslenmek istiyorum. Bakın dünya nükleer silahların tehdidi ile karşı karşıya. Dünya üçüncü büyük dünya savaşının eşiğinde. Böylesine zamanda barışın sesi çok daha gür ve cesur yükselmelidir. Bütün dünyada savaş karşıtı güçlerin barış hareketini oluşturması şu an herşeyden çok bütün dünya halkları için elzemdir ve acil bir biçimde bunun oluşması gerekiyor. Dünya ve bölgede kaosun derinleştiği bu tabloda Türkiye’nin bu konuda üzerine düşeni yapması lazım. Bugün bütçeyi konuşurken savaşın ve çatışmaların, özel harp politikalarının maliyetlerini de konuşmalıyız. 40 yılı aşkın devam eden savaş ve çatışmalarda sadece Kürt sorunu odaklı olan harcamalara baktığımızda 3 trilyon dolardan daha fazla para harcanmış. Neye harcanmış bu paralar? Mermiye, tanka, topa, İHA’lara, SİHA’lara harcanmış. Bu kadar büyük bütçenin halklar için, işçiler, emekçiler için kullanıldığını düşündüğümüzde inanın Konya’daki, Trabzon’daki Türk işçi kardeşimizin de karnı doyacaktır. Diyarbakır, Batman, Şırnak, Ağrı, Muş ekonomi endeksinde en yoksullar sıralamasında yer almayacaktı. Vakit kaybetmeden hem siyasetin, Meclis’in hem de toplumun bu konuda çok büyük bir görev ve sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. DEM Parti olarak onurlu bir barışın hem içerde hem dışarda sağlanması için bizler hiçbir fedakarlıktan kaçınmadan çalışma yürüteceğimizi buradan bir kez daha ilan ediyoruz.

"Bir tarafta yoksul çoğunluk yani bu ülkenin yüzde 81’i, diğer tarafta zengin azınlık"

Bütçe soğuk rakamların ürünü değil tamamen siyasi tercihlerin planlanmasıyla ilgilidir. Biz her fırsatta söyledik, ‘Cumhur İttifakı’nın bütçesinde milyonlarca yurttaşımız yok, işçi, emekçi, yoksullar, esnaf, çiftçi, kadınlar, çocuklar, engelliler yok. Doğayı talan etmek için var olarak görüyorlar. Ben buradan Kaz Dağları’nda devam eden direnişi selamlıyorum, başarı diliyorum. Hep birlikte mücadele edeceğiz diyorum. Bir avuç yandaşın kazancı var, beşli çetenin kazancı var. Ülke parsel parsel satıldı, kamuya ait hiçbir şey bırakmadılar. Şimşek geldiğinde enflasyon yüzde 38.21’di, şimdi düştü dedikleri enflasyon rakamlarına baktığımızda rakamların Saray’da hazırlanmış olduğu TÜİK verilerine göre enflasyon 47.09. Ama gerçek enflasyon yüzde 80. Faiz yüzde 8.5 idi şimdi yüzde 50 oldu. Bu dünyadaki en yüksek faizlerden birisi. Türkiye’yi bu anlamda ikiye bölmüş durumda iktidar. Bir tarafta yoksul çoğunluk yani bu ülkenin yüzde 81’i. Diğer tarafta zengin azınlık. Bu beytülmala yapılan en büyük ihanettir ve bu ihanet tarihe bu şekilde geçecektir.

"Depreme ayırdığınız için bütçe açık vermiyor. Zenginlerden vergilerini affettiğiniz için açık veriyor bütçe"

Yaz boyunca bizler DEM Parti olarak ‘Ekmek ve Adalet’ buluşmaları gerçekleştirdik. Aynı zamanda Kadın Meclisimiz ile beraber ‘Eşit ve özgür bir yaşamda ısrarcıyız, derinleşen kadın yoksulluğuna karşıyız’ kampanyasını sürdürdük. Türkiye’nin farklı noktalarına gittik, işçilerle emekçilerle buluştuk. Bir dokun bin ah işit. Gördüğümüz manzarayı kısaca özetleyecek olursak; sebze halinin kapısında çürük meyve ve sebzeyi evine yemek olarak götürmek için bekleyen kadınları gördük. Günde 10 saat çalışıp 600 TL yevmiye alan mevsimlik tarım işçilerini gördük. Merdiven altı atölyelerde güvencesiz, karın tokluğuna çalışan işçiyi, emekçiyi gördük. Hem maddi hem manevi hiçbir garantisi ve güvencesi olmayan ev emekçisi kadını gördük. Karadeniz’de topladığı çayın Urfa’da topladığı fıstığın, Antalya’da ekilen domates, biberin maliyetini çıkaramayan üreticileri gördük. AKP’nin neredeyse ülkenin bütün varlığını peşkeş çektiği beşli çeteyi karun kadar zengin eden ve hormonlu ekonomik büyümenin rakamlarını da veren inşaat sektöründe çalışan işçilerin yaşadıklarını da gördük. MESEM aracılığıyla sermayeye ucuz işgücü olarak kullanılan çocukların çocukluğunun ve emeğinin nasıl çalındığını gördük. Samanın bile ithal edildiği bir yerde hayvancılığın bitmeye yüz tutmuş halini gördük. Depremzedeleri gördük. Biraz önce burada Cumhurbaşkanı Yardımcısı ‘bütçe açığı vermemizin temel nedeni deprem’ dedi. Pandemi zamanında da pandemiydi. Depremzedeler iki seneyi doldurmak üzere deprem, hala aynı yerdeler. Hala atılmış doğru düzgün adım yok birkaç bölge haricinde. İktidarın sunduğu bir çözüm önerisi yok. Özellikle Hatay’da her daim üçüncü insan muamalesi gören devlet tarafından Hatay’da hala yıkılmayı bekleyen konutlar var, insanlar konteynerlerde yaşıyor. Depremin yaralarını sarmak için bu bütçede en büyük pay zaten buna ayrılmalıdır. Buna ayırdığınız için bütçe açık vermiyor. Zenginlerden vergilerini affettiğiniz için açık veriyor bütçe.

"Bu bütçede gerçekten halk yok, bu bütçede sermayenin çıkarları var, zengin bir avuç sınıfın çıkarı var"

Bu bütçede emekli yok, emekli olduğu için geçinemediği için Konya’da çatıdan düşüp yaşamını yitiren yaşlı amcamız yok. Üniversiteliler yok, moto kuryeler yok, Soma’da kaybettiğimiz 301 işçimiz yok,İliç’te kaybettiğimiz 9 maden işçimiz yok. Canice katledilen, istismara uğrayan çocuklar yok. Narinler, Şirinler yok bu bütçede. Çocuklarını çalışmak zorunda olduğu için barakada bırakan ve yanarak kaybeden kadın ve o yanarak giden çocuklar yok. Engelliler yok, emeği görülmeyen kadınlar yok, yok, yok. Bu bütçede gerçekten halk yok, bu bütçede sermayenin çıkarları var, zengin bir avuç sınıfın çıkarı var ve 2025 bütçesinin de hikayesi budur.

"Sevgili kadınlar bu bütçede en çok olmayan bizleriz"

Sevgili kadınlar bu bütçede en çok olmayan bizleriz. Bu bütçenin toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe olması için biz DEM Parti olarak her fırsatta mücadele ettik. Kadınlar her gün şiddete uğruyor, katlediliyor. Ayşenur Halil, İkbal Uzuner ve IŞİD vari yöntemle vahşice katledildi kadınlar. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin haddi hesabı yok ama kadınlar bu bütçede yok. Kadına yönelik şiddetle ilgili caydırıcı yasalar yok. Olan yasaları da mevcut olan erkek yargı, erkeklerin lehine kullanıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiniz, 6284’ü tartışmaya açtınız. Kadınların en önemli kazanımlarından biri olan nafaka hakkını tartışmaya açtınız. Sığınma evi yok, gündeme bile gelmiyor ve biz buna bu bütçe asla kadın bütçesi olamaz diyoruz. Kadınların toplumsal ve kamusal alana etkin katılımını oldukça önemsemekteyiz. Ama bu iktidar kadının da adını belediyeden silmek için eş başkanlık sistemimizi de yok saymak için halkın iradesini, Kürdün iradesini, seçilmişin iradesini, seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldırmak için kayyum atıyorlar. Atanan kayyumun ilk işi belediyemizdeki kadın kurumlarını kapatmak oldu. Sevgili kadınlar bizler enseyi kapatmayacağız. Bütçemizi kendimizin yapacağı günler elbet gelecek. Kadın Bakanlığımızı kuracağımzı günleri göreceğiz hep beraber. Sizler yasaklasanız da ‘Jin, jiyan, azadi’ demeye devam edeceğiz.

"Asgari ücretin üç ayda bir yükselen enflasyon oranına göre de güncellenmesi gerek"

Evet, bu bütçede ne olmalı ya da halktan yana olan bir bütçede ne olmalı? Ekmek ve adalet için bütçe şiarıyla hareket etmeliyiz. Geliri olmayan ya da belli gelirin altındaki hanelere insan onuruna yaraşır bir yaşam için temel gelir sağlamalıyız. İhtiyaç sınırına kadar elektriği, suyu, doğalgazı, interneti ücretsiz kamu hizmeti olarak sağlamalıyız. Acil müdahale olarak temel gıda ürünlerinin üzerindeki KDV'yi kaldırmalı ve raflardaki temel gıdaların fiyatı sabitlenmelidir. Vergi işçinin, esnafın, küçük ölçekli işletmelerin belini bükmüş durumdadır. Esnaf kepenk kapatıyor, büyük sermaye sahipleri ise vergi kaçırıyor; bundan dolayı servet vergisi olmalı, azdan az çoktan çok vergi alınan bir sistem inşa edilmelidir. Yoksul ailelere kira desteği sağlamalıyız. Ataması yapılmayan öğretmenlerin atamasını yapmalıyız. KHK'lileri maddi ve manevi tazminatlarını karşılayarak görevlerine iade etmeliyiz. Asgari ücret şu an için DEM Parti olarak ifade ettiğimiz gibi '35 bin TL'dir ama bunun enflasyon karşısında eridiğini biliyoruz. O nedenle üç ayda bir yükselen enflasyon oranına göre de güncellenmesi gerektiğinin altını özellikle çiziyoruz. Türkiye'de tarım bitirildi. 2002'de AKP iktidara geldiği günden bugüne kadar uyguladığı tarım politikalarıyla Türkiye ihracatçı bir ülkeyken ithalatçı bir ülke konumuna geldi. Eti ithal ediyoruz, buğdayı, ipliği ithal ediyoruz. Türkiye bu hâle gelmeli miydi? Ama siz getirdiniz ne yazık ki. Toprağıyla, havasıyla, suyuyla, Çukurova'sıyla, Harran Ovası'yla, Konya Ovası'yla, meralarıyla dünyanın en önemli tarım ülkelerinden biri olan Türkiye'de, bizler söz veriyoruz, bu ülkenin yönetimine geldiğimizde radikal bir tarım politikasıyla tekrar eski pozisyonumuzu da aşan bir yere geleceğimiz kesindir. "Bunun için kaynak yok." demeyin. Vergide adaleti sağlayarak, kamulaştırma yapılarak, hayali ekonomik büyüme yerine reel üretimi önemseyerek, savaş, çatışma, özel harp politikalarına para ayırmaktan vazgeçerek, kamu-özel iş birliği projelerine giden garanti ödemelerini durdurarak, Türkiye Varlık Fonunu kapatarak -ki Türkiye Varlık Fonu bu iktidarın paralel bütçesi gibi çalışıyor, bütçe dışı fonları bütçeye dâhil ederek, örtülü ödeneği ortadan kaldırarak ve şimdi burada sayamadığım birçok çözüm yoluyla elbette bu ülkenin kaynakları, bu bütçenin kaynağı yaratılır, yaratmalıyız. 

"Bu çoklu krizlerin çıkış yolu demokratik bir akılla mümkündür"

Ekmek ve adalet için bütçe yapmak mümkün, yeterki bütçe yaparken merkezimize insanı, doğayı, barışı ve adaleti alalım, bunu yapmak mümkün ama Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle bunu yapmak mümkün değil. Dolayısıyla, bu sistemin kökten değişmesi gerekir. 'Bu sistemle hukukun üstünlüğü olacak' dediniz, üstünlerin hukukunu yarattınız. 'Askeri vesayet rejiminden kurtulacağız' dediniz, Saray'ın vesayeti artık bütün kurumların üzerinde olmuş durumda. Bu sebeple diyoruz ki Türkiye'nin içinde bulunduğu çoklu krizi yani ekonomik, sosyal, siyasi krizi aşmak elbette mümkün ama bunun için radikal, köklü değişimlere ihtiyaç var. Bu sistem, bu hâliyle artık daha fazla gidemez, bunu götüremez. Bu çoklu krizlerin çıkış yolu demokratik bir akılla mümkündür; tekçi değil, çoğulculukla mümkündür; demokratik bir Türkiye'yi inşa etmekle mümkündür.

"Baskılara rağmen bu toplum bu gidişata, bu sisteme, bu rejime rızalık vermiyor, vermeyecek"

Türkiye'de yaşayan farklı halkları ve inançları 'şu kökenli, bu kökenli' diye ifade etmeden tıpkı nasıl 'Türk kökenli' demiyorsak herkes bu ülkenin eşit yurttaşı; Türk'ü de, Kürt'ü de, Laz'ı da, Arap'ı da, Çerkez'i de herkes kendi diliyle ve inancıyla bu ülkede eşit bir şekilde yaşadığı ve bu eşitliğin demokratik bir anayasayla garanti altına alındığı bir Türkiye elbette bu sorunları bu şekilde aşabilir. Demokratik bir cumhuriyeti hep beraber inşa edebiliriz. Demokratik cumhuriyeti inşa etmemiz için 85 milyon yurttaşımızı kucaklayan bir politika yürütmek zorundayız, cesur olmak zorundayız, sorunlarımızla yüzleşmek zorundayız, aksi takdirde bunları başarmak mümkün değildir. Bunun için de radikal bir demokrasi mücadelesi vermek zorundayız, aksi takdirde başaramayız. Değerli halklarımız, değerli işçi kardeşlerim, ekranı başında bizleri izleyen değerli yurttaşlarımız; bizler bu sorun yumağına rağmen asla enseyi karartmayacağız. Baskılara rağmen bu toplum bu gidişata, bu sisteme, bu rejime rızalık vermiyor, vermeyecek. Fabrikalardan, alanlardan, sokaklardan yoksulların, işçilerin, emekçilerin, kadınların, doğa ve insan hakları savunucularının seslerini hep beraber duyuyoruz ve biz onlarla birlikte aktif olarak mücadele yürütüyoruz. Bizler Türkiye halkları olarak köklerimizden aldığımız gelenekle, bilinçle, mücadele kültürüyle ve birikimiyle yolumuza devam edeceğiz. Umut her gün büyüyorsa mücadelemize olan sarsılmaz güvenimizdendir. Bize dayatılan değil hak ettiğimiz özgür ve onurlu bir yaşamı hep birlikte kuracağız."

Editör: Erva Gün