Sakarya'da yangın çıkan tek katlı ev kullanılamaz hale geldi Sakarya'da yangın çıkan tek katlı ev kullanılamaz hale geldi
Mert Can Bükülmez/İstanbul Pandemi ardından büyüyen ekonomik krizle birlikte intihar oranlarında ciddi bir yükseliş görülmekte. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, pandemi başlangıcı olan 2019’dan, 2022 yılına kadar Türkiye’de 15.526 kişi intihar etti. Bunlardan “1232” kişinin intihar nedeninin geçim zorluğu/ekonomik sıkıntı olduğu bildirildi. Ekonomik nedenli intihar videoları sosyal medyada da görünür olunca bu durumu Klinik Psikolog Havva Cuştan ile konuştuk. Yokluk ve yıkıcılık... Ekonomik krizlerin, insanların ruh sağlığıyla doğrudan bir korelasyona sahip olduğunu, yapılan birçok araştırmanın bu dönemlerde insanların, daha buhranlı süreçler geçirdiğini vurgulayan Klinik Psikolog Cuştan, şunları anlattı: “Sadece yapılan bilimsel çalışmalar değil, günümüze baktığımızda birçok intihara teşebbüs, kendine zarar verme ya da depresif, öfkeli sorunlarla kliniğe başvurmalarda bir artışla karşılaşıyoruz. Bunun elbette birçok sebebi var, komplike bir şey. Kısaca anlatmak gerekirse, insanlar kendilerini tamamlayamadıkları ve yaşamlarını idare ettiremedikleri zaman yıkıcılıkları devreye girer. Yani saldırganlaşma ve öfke problemleri ortaya çıkar. Bunun sebebi de aslında ekonominin kendi kendini idare edememenin, asgari düzeyde ihtiyaçları karşılayamamanın getirdiği bir yokluk ve yıkıcılık. Bu yıkıcılık bireysel olarak psikopatoloji şeklinde ortaya çıkarken, toplumsal bilinçdışı da böyle şekillenir. Nazi kamplarında esir olarak kalmış, ‘intiharlar’ üzerine yaptıkları çalışmalarla da bilinen Psikiyatr Viktor Frankl’den örnek vermek gerekirse, ‘Umudun olmadığı yerde, özkıyım devreye girer’ der. Özellikle son 5 yıldır da yazılı-görsel basın araçlarında ekonomik kriz sebebiyle intiharların ne kadar yükseldiğini görüyoruz. Sadece kişilerin kendi kıyımı değil, aynı zamanda çocukların ve kadınların da kıyımına sebep oluyor. Toplumsal erkeklik algısını düşünürsek parayla, güçle, otoriteyle iç içe. Para olmayınca güç olmuyor ve güçsüz hisseden erkekler, kadına ve çocuğa şiddeti devreye sokabiliyor. Bu yüzden de kadın cinayetlerinin genelde politik olduğunu görüyoruz. Aslında dezavantajlı gruplara bir şiddet olarak dönüyor.” Terapi lüks olmaktan çıkarılmalı Pandemi süreci ve ardından gelen Türkiye’deki ekonomik krizin terapiye olan ilgisinin arttığına işaret eden Cuştan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Pandemi, küresel bir sorundu. Ekonomik kriz de toplumsal bir sorun. Bunlar iç içe. İnsan, sosyal bir varlık ve bu yüzden de kişiler arasında hastalanır, kişiler arasında da iyileşir. Haliyle insanların birbiriyle temas edememesi, karantina süreçleri, birbirlerine güvensiz hissetmeleri başlı başına zaten ötekine dair tehlike algısını ortaya çıkarıyor. Bu da dünyanın, çok güvensiz bir yer olduğu algısına yol açıyor. Bu süreçlerde kişilerin ruh sağlığının belirli biçimlerde bozulduğu bir gerçek ve insanlar da kendinde depresif duygularının farkına varabiliyor. Tüm bunlar kişilerin psikoloji alanına ve terapiye olan yönelimlerini de beraberinde getirdi. Ekonomik krizin en çok etkilediği kesimin yoksullar olduğu yadsınamaz bir gerçek. Terapiye en az ulaşan kesim de yine yoksullar. Maalesef ki terapi, sınıfsal ve lüks kaçıyor. Hatta psikoloji ne yazık ki ana akım bakış açısıyla üretiliyor. Neden sınıfsal dersek, terapi biraz daha özellikle 1 ve 2. Dünya Savaşı yıkımlarından sonra, devletler eliyle de güçlendirilen bir yerde duruyor. Fakat bunu daha çok kendisine verimli olacak kesime yapıyorlar. Ancak bizler biliyoruz ki ve bu bilimsel bir gerçek haline gelmiş durumda; fiziksel iyilik, psikolojik iyilikten geçer. Yani psikolojik olarak iyi olmayan birisi, fiziksel olarak da hastalanır zaten. Elbette terapinin ulaşılmaz ve sınıfsal olmasının diğer tarafı da uygulanan politikalar. Türkiye’de bir ruh sağlığı yasası var ama çok yetersiz. Bu ruh sağlığı yasasının tekrar ve hızlı bir biçimde ele alınıp, gerek bu alandaki istismarın önüne geçilmesi, gerek tüm toplumun bundan yararlanması elzemdir. Yani aile hekimleri gibi tüm ailelerin bir psikologu olabilir. Terapi süreçleri denetlenmeli, Sağlık Bakanlığı kontrolü altına alınmalı. Fakat bizler yardımcı sağlık personel olarak sayılıyoruz. Yani terapi, aynı zamanda Sosyal Güvence Kanunu (SGK) kapsamına giren bir hizmet olmalı. SGK kapsamına girdiği takdirde terapi ücretleri de bu kadar pahalı ve ulaşılmaz olmaktan çıkacaktır. Aynı zamanda serbest rekabetin önüne geçilmesi gerektiğini düşünüyorum. 400 TL’ye de seans ücreti var, 3 bine de, 10 bine de. Bu ücret neye göre belirleniyor, nitelik kıstası nedir vesaire bunlar denetlenmelidir.” Sosyal devlet sorumluluğunda... Meslek örgütlerinin, terapiye her kesimin ulaşabilmesi için bireysel ve kolektif çabalar içinde olduğunu aktaran Cuştan, “Bizim bir meslek odamız ve yeterli bir ruh sağlığı meslek yasamız da yok. Meslek örgütlerimiz var; Türk Psikologlar Derneği (TPD), Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar (TODAP) gibi. Özellikle 6 Şubat depreminden sonra psikoterapiyi erişilebilir bir hale getirmek için bireysel ve meslek örgütü adı altında çalışmalar yapılıyor. Fakat normalde devletin sorumluluğu olması gereken, yani sosyal devlet olmanın getirdiği bir sorumluluk olması gerekirken meslek odalarının çabaları çok sınırlı kalıyor” diye konuştu. Kötü ve olumsuz sonuçlar doğurabilecek yöntemler Terapist adı altında, psikoloji alanının istismar edildiğini, halk sağlığını olumsuz etkileyen kişilerin olduğuna da işaret eden Cuştan, sözlerini şöyle tamamladı: “Yaşam koçu, regrasyon terapisti, bilinçaltı temizliği gibi ne olduğu belirsiz kesim, çok tehlikeli ve halk sağlığını tehdit eden şeyler. Maalesef bazen meslektaşlarımızda da görüyoruz benzer durumu. Örneğin ‘3 seansta depresyonu bitiriyoruz. Regülasyon terapisi ile travmalarınızdan arınıyorsunuz, bilinçaltına iniyoruz’ gibi çok kötü ve olumsuz sonuçlar doğurabilecek yöntemler. Ve aynı zamanda tüm bu depresyondaki kişi veya ruhsal sağlığı bozulmuş olan kişilerin, 3 cümle ile sorunların çözebileceğini garantisini vermek, kişinin semptomlarını derinleştirmekten başka işe yaramaz. Bu yüzden bu çok tehlikeli, ağır yaptırım altına alınmalı. TPD’nin bir çalışması var fakat tek tek şikâyetler üzerinden ilerlediği ve yargı süreçlerinin uzun olmasından önüne geçmekte zorlanılıyor.”

Editör: Ahmet Ertüm