Şener Mete
Her ülkenin rejimi, Anayasasında yazılıdır. İngiltere ve İsrail dışında dünyadaki tüm ülkelerin yazılı bir anayasası bulunur. Osmanlı Devletinin de ilki 1876, ikincisi 1908 yılında ilan edilen anayasaları vardı. 11 Nisan 1920’de İstanbul’daki Meclis-i Mebusan padişah tarafından dağıtılınca, 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisi’ne bu anayasayla gidildi. Elbette ki bu meclisin meşruiyeti için yeni bir anayasaya gerek vardı. Çünkü egemenlik, halen padişaha ait idi. 20 Ocak 1921’de Anayasa, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adıyla yürürlüğe girdi.
1921 yılındaki anayasa değişikliği ile hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu, yasama ve yürütme yetkisinin de Büyük Millet Meclisinde toplandığı kayıt altına alınıyordu. Kurtuluş Savaşı devam ettiği sürece de devletin adı Osmanlı değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti olarak anıldı. Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasi’nin, 1921 yılındaki yeni Anayasaya aykırı olmayan maddeleri de yürürlükte kaldı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin, kurtuluş savaşına giderken bir milli marşı olmalıydı. Bunun için bir yarışma düzenlendi.
Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı şiir alkışlarla birinci olarak seçildi. Bu şiirin iki kıtası İstiklal Marşı olarak söylenmeye başlandı. İstiklâl marşının Türk milletinin nezdindeki yerinin tayinini belki de en iyi biçimde Mustafa Kemal Atatürk yapmıştır. Şöyle diyordu: “Bu marş bizim inkılâbımızı anlatır. İnkılâbımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak ne de unutturmak lâzımdır. İstiklâl Marşı’nda istiklâl davamızı anlatması bakımından büyük bir manası olan mısralar vardır. Benim en beğendiğim yeri de burasıdır:
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.
Benim milletimden asla unutmamasını istediğim mısralar, işte bunlardır.
Hürriyet ve istiklâl aşkı bu milletin ruhudur. Dünya tarihinde fasılasız hürriyet ve istiklâlini muhafaza ve müdafaa etmiş tek millet vardır:
Türkler… İşte Türk budur. İstiklâl Marşı’nın bu pasajı asırlar boyunca söylenmelidir…” Bütün öngörüleri çıkan Atatürk’ün bu öngörüsü de gerçekleşecek ve 103 yıldır söylenegelen İstiklâl Marşı, asırlarca söylenmeye devam edecektir.
18 Eylül 1922 günü, Anadolu’da tek bir düşman askeri kalmamış ve artık Kurtuluş savaşı sona ermişti. 30 Ekim 1922’de
Meclis, Osmanlı
İmparatorluğunun sona erdiğini ilân etti. Bu ilan, 308 numaralı karar olarak kayıtlara geçti. Bu kararın son maddesi, hilâfet makamını da şöyle belirliyordu: “Halifelik, Osmanoğulları hanedanına ait olup, Halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu hanedanın bilimce ve ahlâkça en üstün üyesi seçilir. Türkiye Devleti, Halifelik makamının dayanağıdır.”
Dikkat edilirse bu belgede devletin adı, Türkiye Devleti olarak belirtilmiştir. “Halife Vahdettin, 17 Kasım 1922 günü ‘hayatını güvenlikte görmediği’ gerekçesiyle İstanbul’da bulunan İngiliz İşgal Kuvvetleri komutanlığına sığındı.” 2 gün sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi, Veliaht Abdülmecit Efendi’yi Halife ilan etti. Böylesine önemli gelişmelerden sonra artık yeni bir seçim yapmak gereği doğmuştu. 28 Haziran 1923’te seçimler yapıldı. 11 Ağustos 1923’de toplanan İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk işi, Lozan Antlaşmasını onaylamak oldu. O sıralarda Ankara’ya gelen Le Temps muhabiri Maurice Pernot, Mustafa Kemal Paşa ile Meclis’te uzun bir mülakat yaptı. Mustafa Kemal, mülakatta şu cümleyi de söyledi: “Tarihimizin en mutlu dönemi, hükümdarlarımızın halife olmadıkları dönemdir.”
Padişahın kaçışından bir yıldan fazla zaman geçmiş, devletin adını koymanın sırası gelmişti. Çünkü bu Mecliste, Kuvay-ı Milliye ruhu hâkimdi ve bu ruhla rejim değişecekti. Atatürk’ün, 28 Ekim 1923 akşamı Çankaya Köşkü’nde topladığı arkadaşlarına “Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz” dediğini bilirsiniz. Ertesi gün Cumhuriyet yönetimi için meclise önerge veren 8 milletvekilinden biri olan İzmir mebusu Yunus Nadi Bey, kürsüde özetle şöyle diyordu: “1.TBMM, Anayasa ile yeni ve önemli bir devlet kurmuştur. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” maddesinin ruhunda zaten mevcut olan şu maddeyi ekliyoruz: Türkiye Devletinin hükümet şekli cumhuriyettir.”
29 Ekim 1923’te saat 20.30’da bu önerge oybirliğiyle kabul edildi. Böylece Türkiye Devleti adı, Türkiye Cumhuriyeti olarak değişmiş oluyordu. 15 dakika sonra da Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Yüce Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Seçim sonucunda Gazi Mustafa Kemal Paşa, özetle Büyük Millet Meclisi Zabıt ceridesinde yer alan şu konuşmayı yaptı:
“Arkadaşlar;
Aziz milletimizin dikkat ve uyanıklığına bir belge teşkil eden anayasamızdaki bu değişiklikle devletimizin unvanı belirlendi. Bu arkadaşınıza gösterdiğiniz sevgiyi, itimadı, içtenliği bir defa daha göstermekle yüksek değerbilirliğinizi kanıtlamış oluyorsunuz.
Efendiler; asırlardan beri mağdur ve mazlum olan milletimiz, sahip bulunduğu özelliklerden yoksun görünüyordu. Son yıllarda milletimizin gösterdiği yetenek, uyum ve düşünce üstünlüğü, kendisi hakkında kötü düşünenlerin ne kadar gafil olduğunu kanıtladı. Türkiye Cumhuriyeti cihanda işgal ettiği yere layık olduğunu eserleriyle ispatlayacaktır.
Arkadaşlar;
Türk milletinin son 4 yılda elde ettiği zafer, bundan sonra birkaç misli olarak sonuçlarını gösterecektir. Şahsım hakkındaki güven ve itimadınızın devamı sayesinde ve Allah’ın yardımları ile görevimi iyi niyetle yapmayı başaracağımı ümit ederim. Milletin sevgisini daima dayanak noktası kabul ederek hep beraber ileriye gideceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve muzaffer olacaktır.”
Dipnotlar: 1-2: Milli Egemenlik ve TBMM, s. 62-63, TBMM Kültür ve Sanat Yayınları, Ankara, 1987
3- Oda TV, 28.10. 2024