Cumhuriyet üzerine sohbet
Can PULAK Cumhuriyet nasıl kuruldu, ne zorluklar yaşandı, günümüze nasıl gelindi? Bunları bilmeyenimiz kalmadı. Gelin bugün Cumhuriyet çocukları olarak sohbet edelim, ülke...
Can PULAK
Cumhuriyet nasıl kuruldu, ne zorluklar yaşandı, günümüze nasıl gelindi? Bunları bilmeyenimiz kalmadı. Gelin bugün Cumhuriyet çocukları olarak sohbet edelim, ülkemizi yoktan vareden, düşmanlardan ve hainlerden temizleyen, bize pırıl pırıl bir devlet kuran Atatürk’ümüze şükranlarımızı, teşekkürlerimizi tekrar sunalım ve O’nunla tüm silah arkadaşlarının ve şehitlerimizin karşısında saygıyla eğilelim.
Ata’mız milleti için yapılması gereken her şeyi yaptı. Hasta yatağında, ölüm döşeğinde bile bizleri düşündü. Kurduğu devleti, tüm imkansızlıklara rağmen oya gibi işleyerek bizlere teslim etti. Elimize de (Nutuk)gibi geçerliğini hala koruyan bir yaşam anayasası verdi. Nutuk’ta ne söylediyse, ileriye dönük ne tahminler yaptıysa, hepsini yaşıyoruz günümüzde. Keşke nutuktan ders alabilseydik, Ata’nın söylediklerine uygun hareket etsek ve yaşasaydık, bugün başımıza gelen felaketlerin hiçbirini yaşamazdık.
Ne yazık ki biz nankör bir millet olup çıktık. Atatürk’ün bize kurduğu Cumhuriyete doğru dürüst sahip çıkamadık. Kimimiz rakı, balık, Ayvalık keyfiyle geçirdi yıllarını, kimi kendi çıkarlarını milli çıkarların önünde tuttu, kimi geçim kaygısıyla çırpınırken adeta unuttu milli varlığımızı ve değerlerimizi. Hele son 30-40 yıldır siyasetin acımasız rüzgarlarıyla savrulup durduk oradan oraya. Demokrasiyi kendimize yonttuk hep. Kendi çıkarımıza uygunsa demokrasi havarisi kesildik, değilse çaktırmadan ve el altından zarar verdik hep. Siyasi partilerimiz aklına esen rüzgarı estirdi ülkede. Kimi Anayasa’yı hiçe saydı, kimi yasaları. Ama genelde çoğu devletimizin ve milletimizin imkanlarını kendi ve yandaşlarının çıkarları için kullandılar. Kim ne derse desin hepsi yaptı bunu. Günümüz yönetimine bunun şampiyonu gözüyle bakabiliriz.
Evet demokrasiyi ve siyaseti yozlaştırdık. Ülke sorunlarının çözümünü diyalogla değil kavgalarla, itişme ve çekişmelerle sağlamaya çalıştık. Ülkemizde tansiyonu hep gergin tuttuk. Ama buna rağmen geliştik, ilerledik, sanayi ve ekonomimizi bir noktaya taşıdık. Fakat disiplin içinde ve bilinçli değil, hep karambollerle başarmaya uğraştık. Hep borçla harçla yürümeye alıştık. O yüzdendir ki, bugün boğazımıza kadar borca batmış durumdayız ve bu borçlarımızı torunlarımız bile ödeyemez.
Atatürk’ümüzün dediği yoldan yürüseydik eğer, onun ilke ve inkilaplarına ciddiyetle uysaydık, demokrasi yolunu işimize geldiği gibi asfaltlamasaydık, bugün gerçekten dünyanın gıpta edilen bir ülkesi haline gelirdik. Yurtta Sulh, cihanda sulh diyordu Ata’mız. Hele son yıllarda yurtta savaş, dünyada savaş olarak anlamaya başladık bu sözü. Öyle ya, Afrika’nın haritalarda bile kolayca görülmeyen minik birkaç ülkesinin dışında, dostumuz filan kalmadı. NATO müttefiklerimiz bile açıkça kuyumuzu kazıp duruyor, dertlerimizin artması için ellerinden geleni yapıyorlar.
Demokrasiyi tramvay olarak görüp, bizler günümüzü gün ederken din pardesüsünü üzerlerine geçirip önceden altyapısını dikkatle oluşturdukları durakta inenler, güzelim ülkemizi kafalarına göre yönetmeye devam ediyorlar. Dindar ama kindar bir nesli ustaca yetiştiriyorlar. Rejimi ve sistemi tepetaklak ediyorlar, kurumlarımızı (yeni Türkiye) hikayesiyle tanınmaz hale getiriyorlar. Parlamento’muzun üzerine ölü toprağı serpiyorlar. Her şeyi, ülkenin ve devletin, milletimizin kaderini bir kişinin iki dudağı arasına bağlıyorlar. Bunun da adına demokrasi diyorlar işte. Türk tipi demokrasi…
Oyla değil mi, dağıtırız milletin ve devletin parasını garibanlara, evde oturanları bile maaşa bağlarız, torununa bakan ninelere dahi para veririz, oyların çoğunu toplar iktidara geliriz işte. Gelmek ne kelime, bir daha kolay kolay da gitmeyiz. Ayrıca milleti ve devleti gırtlağa kadar borçlandırıp, biraz da yol, hastane, baraj, havaalanı, alt-üst geçitler filan yaptık mı, işte eserlerimiz de ortada. Bizi artık kimse yerimizden kıpırdatamaz. Bu kafayla, tamtakır bir kasayla, çevremizde binbir türlü iç ve dış tehlikelerle yaşayıp duruyoruz işte…
Cumhuriyetimizin 98.yılını kutluyoruz. Eskiden muhteşem geçit törenleriyle, bandolarla, gösterilerle kutlardık bayramımızı. Tüm silahlı kuvvetlerimizi, modern tank, roket, füzelerimizi, uçaklarımızı ve paraşütçülerimizi gururla ve göğsümüz kabararak seyrederdik. Bu harika tablo, güven içinde olduğumuzu hissettirirdi bizlere. Ama 20 yıldır var ki, göremiyoruz bu tabloları, hasret kaldık bando seslerine. Oysa çocukluğumuzda o bandoların yanında az yürümemiş, kendi çocuklarımızı da yürütmüştük. Her şeyin tadını kaçırdık. Ne Cumhuriyet Bayramımızı, ne 30 Ağustos’u, ne 19 Mayıs’ı ve nede 23 Nisan’ı doğru dürüst kutlayamıyoruz artık. Evlerimize, işyerlerimize bile bayrak asmayı ihmal ediyoruz. Bir bayrağı bile çok görüyoruz kapımıza.
Bundan sonra kutlarız inşallah. Yaptığımız tüm yanlışları ve Atatürk’ümüze yaptığımız vefasızlıkları, nankörlükleri fark eder, kendimize ve devletimize bir çekidüzen veririz artık. Atatürk’ün yolundan ayrılmanın çok pahalı bedellerini ödüyoruz, böyle giderse Allah korusun daha da büyüklerini ödemek zorunda kalırız. Onun için Atatürk’ün yoluna, çok saygısızlık ettiğimiz ilke ve inkilaplarına hemen dönelim. Ülkeyi bir kişinin iki dudağının arasından çıkacak hedef, karar ve talimatlardan kurtaralım, milli fabrika ayarlarımızı vakit kaybetmeden kucaklayalım.
Yazımı konuya ilişkin ve şimdi toparladığım bir dörtlükle bağlıyorum. (Yağdı yağmur çaktı şimşek) dediğinizi duyar gibiyim. Varsın olsun, içimden geldi ve sizlere iletiyorum..
Ataya sözümüz var
Umuda dönük yüzümüz var
Cumhuriyet bekçiliği gibi
Asil bir görevimiz var.