Ahmet Çağatay Bayraktar
Temmuz ayında asgari ücrete beklenen ara zammın üzerinden 4 ay geçti. Zam umutları yıl başına kalırken Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Fatih Karahan’ın Washington'da yabancı yatırımcılarla düzenlediği bir toplantıda asgari ücrete yapılacak zammın yüzde 25 olacağını söyledi. Karahan’ın kulislerden sızan açıklaması üzerine 126 akademisyen ekonomi yönetimine “Asgari ücret artışlarında gerçekleşen enflasyon oranı dikkate alınsın” çağrısında bulundu.
Başta sendikalar olmak üzere çalışan kesimin maaşlara zam beklentisi sürerken asgari ücret sadece ekonomi sayfalarında manşet değil akademik çalışmalara da konu oldu. "Türkiye'de Asgari Ücret Uygulaması, Emekli ve Akademisyen Maaşları ve Ülke Genelinde 'Çoklu Asgari Aylık Sistemi'ne Geçiş Gereksinimi" ve "Türkiye'de Maaş ve Ücretlerin Asgari Ücrete Yakınsaması ve İlgili Gelir Dağılımı Sorunları" başlıklı iki araştırmaya imza atan Türk-Alman Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aykut Kibritçioğlu, giderek ortalama ücret haline gelen asgari ücrete dair tespitlerini 24 Saat için paylaştı. Kibritçioğlu, her asgari ücret zam döneminde "Yüksek ücret artışı enflasyonu yükseltir" iddialarına da yanıt verdi.
Kibritçioğlu: Enflasyon artışını tetikleyen tek etken ücret artışları değil
Ülke genelinde farklı mesleklere göre çoklu asgari geçiş sistemine geçilmesi gerektiğini savunan Aykut Kibritçioğlu araştırma sürecini şu şekilde anlattı: “1982-2024 yılları arasında Türkiye’de kamu üniversitelerinde çalışan profesör ve araştırma görevlilerinin maaşları, 2000-2024 yılları arasında SGK 4a, 4b ve 4c kapsamındaki emeklilerin aylıkları, asgari ücret ve Türk-İş’in yoksulluk ve açlık sınırlarına göre gelişimini araştırdım. Bu çalışmaya göre, Türkiye’de reel akademisyen maaşı ve emekli aylıkları zaman zaman yapılan zamlara rağmen uzun dönemde genelde hızla azalıyor veya en azından sabit seyrediyordu. Sonuç olarak, ilk çalışmamda, 2000’lerde emekli ve akademisyen maaşlarında genelde asgari ücrete doğru genel ve yaygın bir yakınsama olduğunu, hatta bazı maaşların asgari ücretin bile altında seyrettiğini saptadım. Öte yandan, görece düşük olan maaş ve ücretlerin genelde, Türk-İş’in hesapladığı yoksulluk, hatta açlık sınırının bile altında kaldığı da görülmekteydi. Bu nedenle, sonuç olarak, dünyadaki yaygın asgari ücret uygulamalarını da dikkate alarak, Türkiye’de bir an önce ‘tek asgari ücret sistemi’nden ‘çoklu asgari ücret sistemi’ne geçilmesi gerektiği sonucuna ulaştım. Bu çerçevede, bir öncü veya pilot uygulama olarak, Türkiye’deki kamu ve vakıf üniversiteleri için unvanlara ve aranan vasıflara göre bir maaş skalası oluşturulabileceğini öne sürdüm.”
“Eşitsizlik sosyal gerilimleri de tetikliyor”
Önceki araştırmanın ikinci ayağı sayılabilecek “Türkiye'de Maaş ve Ücretlerin Asgari Ücrete Yakınsaması ve İlgili Gelir Dağılımı Sorunları” başlıklı çalışmasında ise Kibritçioğlu, kamu kesimindeki memurların ve imalat sanayii işçilerinin de maaş ve ücretlerinin asgari ücrete doğru yaklaşıp yaklaşmadığını ele aldı. Birinci araştırması ile uyumlu sonuçlar aldığını ifade eden Kibritçioğlu, Türkiye’de özellikle 2014 yılından itibaren 25 milyon çalışan ve emeklinin maaşlarının asgari ücrete yakınlaştığı tespitini paylaştı:
“Bu iki gözlem, maaş ve ücretlerde yaygın bir eşitlenme veya asgarileşme yaşandığının ve aynı zamanda, gelir dağılımındaki ciddi bir eşitsizlik artışının gerçekleştiğinin göstergesi durumunda. Çünkü, 20-25 milyon kadar işçi, memur ve emeklinin aylıkları kişi başına GSYİH’nin altında kaldığına göre, ufak bir kesimin gelirleri kişi başına GSYİH’den çok daha yüksek seyrederek ortalamayı yukarı doğru çekiyor. Bu eşitsizlik artışı, siyasi ve ekonomik bakımdan uzun dönemde sürdürülebilir bir eşitsizlik değil ve ülkedeki sosyal gerilimi körüklüyor.”
“Acilen sosyal güvenlik reformu gerek”
İmzası bulunan iki çalışmanın sadece asgari ücret ve ekonomi ile ilgili olmadığını söyleyen Kibritçioğlu, Türkiye’nin acilen işçi, memur ve emeklilerden yana bir sosyal güvenlik reformuna ve asgari ücret düzenlemesine ihtiyaç duyduğunu ifade etti. Asgari ücretin çalışanların vasıf farklılıklarına dayanan “çoklu asgari ücret sistemi”ne göre düzenlenmesi gerektiğini söyleyen Kibritçioğlu, dünyadaki farklı örnekleri sıralarken herhangi bir dönüşüm olmaması durumunda Türkiye’nin “yerinde sayabileceği” uyarısında bulundu: “İngiltere’deki 'sosyal yenilenme', Almanya’daki 'sosyal piyasa ekonomisi', Avusturya’daki 'sosyal ortaklık', İskandinav ülkelerindeki 'sosyal devlet modeli' ve Japonya’daki 'Toplum 5.0' uygulaması gibi deneyimlerden yararlanılabilir. Fakat yine de bu sosyal güvenlik reformunun, Türkiye’de ancak çok büyük bir dönüşümün/transformasyonun parçası olarak uygulanırsa orta ve uzun vadede başarı şansına sahip olduğu unutulmamalı. Türkiye’nin mevcut ekonomik, kurumsal, siyasi, kültürel ve ekolojik sorunlarını çözebilmek için ihtiyaç duyulan 'Büyük Dönüşüm' yeşil, dijital, yapısal ve adil şekilde olmalı ve bu sırada köklü bir sosyal yenilenmenin yolu açılmalı. Aksi takdirde Türkiye adeta 'yerinde saymaya' devam edecek ve özlenen toplumsal refah artışı bir türlü sağlanamayacak. Başka bir deyişle, uzun dönemli sorunları büyük bir dönüşümle kökünden çözmeden, sadece geleneksel para ve maliye politikaları ile artan enflasyon ve işsizlik gibi kısa vadeli sorunların tekrar tekrar yaşanmasını önlemek de mümkün olmaz.”
“Akademisyen geçim sıkıntısı içinde”
Akademisyen maaşlarının asgari ücrete yaklaşmasının bilimsel çalışmalara ve akademik kariyere uzun yıllar ve büyük emek veren akademisyenler için oldukça olumsuz bir durum olduğunun altını çizen Kibritçioğlu, ekonomik zorlukların akademik kariyerin cazibesini kaybetmesine neden olduğunu belirtti:
“Nitelikli bireylerin akademik dünyadan uzaklaşmasına neden olmakta; her şeye rağmen akademik dünyada kalıp çalışmayı tercih edenler ise karşılaştıkları maddi yetersizlik nedeniyle örneğin yabancı yayınları takip etmekte ve yurtiçi ve dışındaki konferanslara katılmakta büyük güçlükler çekmekte, hatta son yıllarda genelde çok ciddi geçim sıkıntıları yaşıyor.”
Maaş politikaları akademik başarıyı etkiliyor
Maaşların düşük olmasının sadece akademisyenlerin yaşam koşullarını ve araştırma olanaklarını değil eğitim kalitesini de olumsuz etkilediğini belirten Kibritçioğlu tespitlerini şu şekilde sıraladı:
“Bu sorun üniversitelerdeki araştırma ve eğitimin kalitesinin düşmesine ve bilimsel üretkenliğin azalmasına da yol açmaktadır. Bu nedenle, akademisyenlerin maaşlarının asgari ücret seviyesine bu denli yaklaşması, Türkiye’nin bilimsel gelişimi açısından çok ciddi bir sorun teşkil ediyor. Unutulmamalıdır ki, ülke çapında kalkınma ve refah artışının sağlanabilmesi için yeni inovasyonlara ve iyi-güçlü kurumlara ihtiyaç vardır ve inovasyonlar ancak üniversitelerde yapılacak araştırma-geliştirme faaliyetleri sonucunda ortaya çıkartılabilir."
Bilimsel kalitenin azalmasına yol açıyor
Kibritçioğlu’nun araştırmasındaki bulgular arasında 2000’lerde araştırma görevlisi maaşlarının profesör maaşlarına kıyasla daha hızlı artırılarak zamanla profesör maaşlarının yüzde 65’ine denk gelecek şekilde yükseltilmesi oldu. Doktor öğretim üyeleri ile doçent doktorların maaşlarının araştırma görevlileri ile profesörlerin maaşlarının arasına adeta “sıkıştırılmış” olmasının hatalı maaş politikalarının göstergesi olduğunu söyleyen Kibritçioğlu, bu durumun akademik kariyerin uzun dönemdeki cazibesini yitirmesine ve üniversitelerdeki bilimsel kalitenin ve üretkenliğin azalmasına neden olabileceğine işaret etti.
Çoklu asgari ücret verimliliği olumlu etkiler
Çoklu asgari ücret önerisinin sadece üniversitelerde değil tüm sektörler için geçerli olduğunu belirten Kibritçioğlu, “Farklı sektörlerdeki çalışanların nitelik, deneyim, eğitim ve sorumluluk seviyeleri farklılık gösterdiği için, tek tip bir asgari ücret uygulaması adil gözükmüyor” ifadesi ile şunları söyledi:
“Özellikle yüksek nitelik ve sorumluluk gerektiren işlerde çalışanların asgari ücret seviyesinin çok üzerinde maaşlar alması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle, sektörel ve mesleki farklılıklara göre belirlenmiş çoklu asgari ücret sisteminin, gelir dağılımı adaleti ve işgücü verimliliği açısından daha sağlıklı bir yaklaşım olduğu ileri sürülebilir. Ancak, bu düzenlemeler sadece kapsamlı bir 'Büyük Dönüşüm' politikasının parçası olarak başarılı ve etkili olabilir. Tek başına veya taraflar arasında denge gözetmeden tasarlanıp alelacele hayata geçirilecek bir sosyal güvenlik reformu Türkiye’nin sorunlarına çare olamaz. Bu konu, iktidarıyla, muhalefetiyle üzerinde titiz ve yoğun bir çalışmayla kafa yorulması gereken bir konu.”
Enflasyonun artmasında tek etken asgari ücret artışı değil
Asgari ücret artış dönemi ile iş çevrelerinde ve ekonomi yönetiminde “asgari ücretin yükselmesi enflasyonun artışına neden olur” ifadesi sürekli gündeme getiriliyor. Kibritçioğlu, iktisat literatürünü işaret ederek enflasyonun tek nedeninin asgari ücret olmadığını anımsattı:
"Asgari ücretin artırılması, özellikle kısa vadede enflasyon üzerinde tek seferlik baskı yaratabilir. Ancak, bu ilişki otomatik ve tek yönlü değil. Enflasyonun temel nedenleri arasında sadece işgücü maliyeti artışları değil, aynı zamanda döviz kuru artışları, işgücü dışındaki başta enerji olmak üzere girdi fiyatı artışları, firmaların fiyatlandırma davranış ve tercihleri, enflasyonist para politikaları, vergi politikaları, ekonomik aktörlerin bekleyişleri, hükümet politikalarının kredibilitesi veya güvenilirliği ve ülkedeki genel ekonomik istikrar da yer alıyor. Dolayısıyla, asgari ücret artışının enflasyon üzerindeki etkisi, diğer faktörler ve genel ekonomi politikalarının nasıl yönetildiğine de bağlı.”
Yüksek enflasyonun tetikleyicisi hatalı politikalar
Asgari ücret veya maaşlarla ilgili zam taleplerinin sebebinin, geçmişte yaşanan enflasyon süreci nedeniyle gelirlerde yaşanan toplu kayıplar olduğunu belirten Kibritçioğlu, enflasyonun artmasında hatalı ve başarısız para politikalarının birinci etken olduğunu söyledi: "
Eğer çalışanların veya emeklilerin aylık gelirlerinin sabit kaldığı dönemlerde yükselen enflasyon nedeniyle ücret kayıpları yaşanmamış olsa, zaten çalışanların veya emeklilerin ücretlerle ilgili zam talepleri de, muhtemelen iktisat teorisindeki yaklaşımla uyumlu biçimde, çalışanların üretkenliklerinde meydana gelen artışlar derecesinde olacaktır. Geçmişteki yüksek enflasyonun tetikleyicisi ise çoğu kez, yakın dönemde Türkiye örneğinde görüldüğü gibi, başarısız veya hatalı para politikaları olabilir.”