Ebru Apalak
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Şubat 2023’te yayınladığı “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçlarına göre Türkiye’nin nüfusu 85 milyon 279 bin 553 kişi. Nisan 2023 tarihli “İstatistiklerle Çocuk, 2022” verilerine göre 85 milyonluk nüfusun 22 milyon 578 bin 378’ini çocuklar oluşturuyor. Türkiye’nin yüzde 26,5’lik çocuk nüfus oranı, 27 Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkenin çocuk nüfus oranından fazla. Çocuk nüfusun yüzde 17’sini 15-17 yaş grubundaki çocuklar oluşturuyor.
“Hanehalkı İşgücü Araştırması”nın 2022 sonuçlarına göre, 15-17 yaş grubundaki çocukların iş gücüne katılma oranı yüzde 18,7. Bu oran cinsiyete göre incelendiğinde, erkek çocuklar için yüzde 27, kız çocuklar için ise yüzde 10.
Uluslararası sözleşmelerde “çocuk”
Birleşmiş Milletler’in (BM) Çocuk Hakları Evrensel Bildirgesi (Çocuk Haklarına Dair Sözleşme- ÇHDS) 18 yaşından küçük bütün bireyleri çocuk kabul ediyor. Türkiye’nin 1990 yılında imzaladığı, 1994’te onayladığı, 1995’te ise yürürlüğe koyduğu ÇHDS’nin 32. Maddesi şöyle:
- Taraf Devletler, çocuğun, ekonomik sömürüye her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ya da toplumsal gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul ederler.
- Taraf Devletler, bu maddenin uygulamaya konulmasını sağlamak için yasal, idari, toplumsal ve eğitsel her önlemi alırlar. Bu amaçlar ve öteki uluslararası belgelerin ilgili hükümleri göz önünde tutularak, Taraf Devletler özellikle şu önlemleri alırlar:
- İşe kabul için bir ya da birden çok asgari yaş sınırı tespit ederler;
- Çalışmanın saat olarak süresi ve koşullarına ilişkin uygun düzenlemeleri yaparlar;
- Bu maddenin etkili biçimde uygulanmasını sağlamak için ceza veya başka uygun yaptırımlar öngörürler.
İSİG: 2022’de 64, 2023’te 54 çocuk işçi öldü
Türkiye, BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’yi bundan 30 yıl önce onaylamış olsa da milyonlarca çocuk ağır ve tehlikeli işlerde çalışıyor, eğitim yaşamını yarıda bırakıyor, sağlık, gelişim ve oyun haklarından yoksun kalıyor. Birçok çocuk çalışırken iş kazası geçirerek yaşamından oluyor.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) iş cinayetleri 2022 verilerine göre, Türkiye’de en az 64 çocuk işçi çalışırken öldü. 14 yaş ve altında 27 çocuk işçinin ölmesiyle 14 yaş ve altında çalışırken ölen çocukların sayısı arttı. 15-17 yaş grubunda 37 çocuk işçi yaşama veda etti. İSİG’in 2023 verilerine göre, 14 yaş ve altı 22, 15-17 yaş arası 32 olmak üzere toplam 54 çocuk işçi öldü.
Adıyaman’da sebze halinde çalışan 16 yaşındaki Suriyeli işçi Abdullah El Hamud’u patronu İsmail Mustafa Akkı öldürdü. Diyarbakır’da 17 yaşındaki Ömer Çakar, staj yaptığı klimacıda klima takarken ikinci kattan düştü. Kocaeli’nde 15 yaşındaki çırak Ömer Girgin, çalıştığı kaporta boya atölyesinde sobayı yakmak için dökülen tinerin parlaması sonucunda yandı. Konya’da 17 yaşındaki stajyer Ulaş Dumlu, çalıştığı elektrik firmasıyla gittiği Bahri Dağdaş Şeker Fabrikası’nda arıza gidermek için çıktığı elektrik direğinden arıtma havuzuna düşerek can verdi,
17 yaşındaki moto kurye Mustafa Koç sipariş götürürken otomobille çarpıştı. Kurye Hakları Derneği’nin 2023 Moto Kurye Ölümleri Raporu’na göre, 2’si 15 yaşında 3 çocuk kurye geçen yıl öldü.
Türkiye’de çocuk işçi sayısı bilinmiyor
Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre dünyada 160 milyon çocuk işçi var. Türkiye’de TÜİK’in Çalışan Çocuk İstatistikleri 2019 verilerine göre 5-17 yaş grubundaki 720 bin çocuk, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB) 2022 faaliyet raporuna göre, 15-17 yaş arasındaki 620 bin çocuk ekonomik faaliyette bulunuyor. Bakanlığın söz konusu verilerine göre, 15-17 yaş grubunda çalışan çocuk sayısı 2021’e göre yaklaşık yüzde 20 arttı. Bu sayıya 15 yaş altındaki çocuk işçiler, çıraklar, stajyerler, göçmen ve mülteci çocuk işçiler eklendiğinde Türkiye’deki çocuk işçi sayısı milyonları aşıyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne göre ise Türkiye’de 2 milyondan fazla çalışan çocuk bulunuyor. Ancak Türkiye’deki çocuk işçilerin sayısına ilişkin net bir veri yok.
Türkiye çocuk işçiliğiyle mücadelede bugüne dek neler yaptı?
Türkiye 1932’de üye olduğu, çocuk işçiliğini sona erdirmek için çalışan ILO ile 1992’de Mutabakat Zaptı imzalayarak, Çocuk Emeğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı’na (IPEC) katılan ilk 6 ülke arasında yer aldı. ILO’nun 138 sayılı Asgari Yaş Sözleşmesi’ni 1998’de onaylayan Türkiye, istihdama kabulde asgari yaşın zorunlu temel eğitimin tamamlandığı yaştan daha düşük olamayacağını ve çocukların çalışma yaşamına girmesi için 15 asgari yaş şartına uymayı taahhüt etti. Üç yıl sonra 182 sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi’ni onayladı. “Çocukların sağlığına, güvenliğine ve ahlaki değerlerine zarar verecek işler” diye tanımladığı çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinin acilen ve etkili bir biçimde ortadan kaldırılmasını sağlayacak önlemlerin alınmasını öngören Sözleşme’nin 1. Maddesine göre, “Bu Sözleşmeyi onaylayan her üye ülke acil bir sorun olarak en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin yasaklanmasını ve ortadan kaldırılmasını temin edecek ivedi ve etkin önlemleri alır.” Ancak Türkiye, çocukların gece çalışmalarıyla ilgili 79 ve 90 sayılı ILO Sözleşmelerine taraf değil.
10 Haziran 2003’te yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun 71. Maddesine göre, 15 yaşını doldurmayan çocukların çalışması yasak olsa da 15 yaşından küçük çocuklar da Türkiye’de çalışma yaşamının bir parçası. Yoksulluk, ekonomik krizler, emek sömürüsü, denetimsizlik, cezasızlık ve takipsizlik yüzünden çocuk işçiliği giderek yaygınlaşıyor.
Türkiye, ILO’nun 182 sayılı sözleşmesini onayladıktan sonra siyasi taahhüdün eyleme dönüşmesi ve en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin 2015’e kadar ortadan kaldırılması hedefleriyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çocuk İşçiliğinin Önlenmesi İçin Zamana Bağlı Ulusal Politika ve Program Çerçevesini (2005-2015) oluşturdu. İhmal ve istismar mağduru olan, suça sürüklenen çocukları korumak için 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nu 2005’te çıkaran Bakanlık, “Ulusal İstihdam Stratejisi (2014-2023)” isimli ulusal politika belgesini ortaya koydu. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı “Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı (2017-2023)” adlı belgeyi hazırladı. 2018 yılını Çocuk
İşçiliğiyle Mücadele Yılı ilan eden ÇSGB, Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlükleri bünyesinde merkezi düzeyde üretilen politikaların yerel düzeydeki etkinliğini arttırmak için 2022’de tüm illerde Çocuk İşçiliği ile Mücadele Birimleri kurdu.
Prof. Dr. Ulutaş: Türkiye’nin çocuk işçiliğiyle mücadelede politikaları yetersiz ve eksik
Çalışma sosyolojisi alanında araştırmacı Prof. Dr. Çağla Ünlütürk Ulutaş, Türkiye’deki çocuk işçiliğini, saha araştırmalarındaki gözlemlerini ve Türkiye’nin çocuk işçiliğiyle mücadele politikalarını aktardı. Ulutaş, Türkiye’nin 1992 yılında IPEC’e katılmasından beri çocuk işçiliğiyle mücadelede ilerleme kat ettiğini ancak 2023’te olması gereken yerin gerisinde kaldığını kaydetti. “Bu anlamıyla oldukça geride olduğumuzu, şimdiye kadarki politikaların yetersiz, eksik ve bazı alanlarda da yanlış olduğunu söylemek mümkün” diyerek, çocuk işçiliğinin yapısal bir sorun olduğunu ve eğitim, cinsiyet eşitliği, göç gibi politika alanlarıyla ilişki kurulması gerektiğini vurguladı.
“Yapısal bir dönüşüm söz konusu olmasa dahi gelir adaletsizliğini azaltmaya, ucuz iş gücüne dayalı büyüme politikalarını dönüştürmeye dönük politikalar bu tabloda göreli bir iyileştirme sağlayabilirdi” ifadelerini kullandı.
Hukukçular, çocuk işçi-genç işçi ayrımını uygun bulmuyor
ILO ve Türkiye’deki ulusal mevzuat, 15 yaşından küçük çocukları çocuk işçi, 15 yaşından büyük çocukları genç işçi olarak kabul ediyor. Bu alanda çalışan hukukçular, çocuk-genç işçi ayrımını doğru bulmuyor. Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi Koordinatör Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Ülkü Gedikli Algül ve Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkanı Avukat Hilal Çelik’le çocuk işçiliğinin hukuki boyutunu konuştuk.
Av. Ülkü Gedikli Algül: Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de 18 yaşın altındaki her birey çocuk kabul ediliyor. Burada 14-15 yaş ayrımı yok. Bu ayrımın ülkenin sosyal ve ekonomik yapısından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Yaşa göre bir ayrım yerine teknik liseler ve çıraklık okulları daha işler hâle getirilerek, buradaki çocukların takibi yapılıp bu çocukların okulla bütünleşmiş bir şekilde kısa süreli çalışmaları sağlıklı.
Bu yönde bir sistem kurulabilirdi ama ülkemizde şu anda bu sistem yok. 15 yaş ayrımını kendi adıma çok doğru bulmuyorum. Aslında bu, mevcut duruma bir çözüm bulmak adına konulmuş bir şey.
Av. Hilal Çelik:
Uluslararası sözleşmelerde çocuk tanımımız var. 18 yaşını doldurana kadar her bireyi çocuk kabul ediyoruz. Çocuk ve genç ayrımını doğru bulmuyorum. Genç işçi tanımlamasını, çocuk işçi çalıştırılmasını olağan gösteren ya da sıradanlaştıran bir ifade olarak düşünüyorum. Çocuktur ve buna dair mevzuatta düzenleme yapılması gerekir.
“Çırak değil işçiler”
Türkiye’de çıraklar mesleki eğitim adı altında tehlikeli işlerde çalıştırılıyor. Mevzuatta onlarla ilgili eksiklikler var mı, varsa nasıl giderilebilir?
Av. Çelik: Çırak çalıştırılmasıyla ilgili düzenlemeler, ILO’nun asgari yaş standardına ilişkin sözleşmesinin dışında kalıyor. Ulusal mevzuatın hem çocukların güvenliğini hem de psikolojik, fiziksel, duygusal ve sosyal yönden gelişimlerini doğru sağlayacak şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Çırak çocuklar söz konusu olduğunda iş güvenliğini çok önemsiyorum. Bu çocuklar çalışırken haklarını biliyorlar mı, haklarını arayabiliyorlar mı? Bu önemli. Mesleki ve teknik eğitim bir gereklilik. Bu çocukları gelecekteki mesleklerine hazırlıyorsunuz. “Bu tür okullar olmasın, bu çocuklar bu okullara gitmesin, meslek sanat edinmesin” demek çocuğun üstün yararına uygun bir durum değil. Ama bu eğitimleri sürdürürken baz alacağımız kriter çocuğun üstün yararı olmalı. Çocukla ilgili yapacağımız her adımda göz önünde bulundurmamız gereken temel ilkelerden biri; çocuğun üstün yararı.
Bu çocuklar meslek öğrenmek zorunda. Eğer örgün eğitime devam edememişler ve mesleğe yönlendirilmeleri gerekiyorsa bunun onların fiziksel, zihinsel, duygusal ve ahlaki gelişimlerini olumsuz etkilememesi gerekiyor.
“Çocuk işçiliği ekonomik sömürü”
FİSA Çocuk Halkları Merkezi’nden Ezgi Koman: Türkiye’de en büyük sorun çocukların cinsel istismarı mı bilmiyorum ama gündemde olan, toplumda büyük infial yaratan bir sorun. Evet, cinsel istismarla ilgili böyle bir durum var. Çocukların yaşadığı sorunlar sadece cinsel istismar değil. Cinsel istismar aslında bir şiddet türü, çocuk işçiliği de ekonomik bir sömürü. Hepsi birbiriyle çok ilişkili. Yoksulluk, eğitim hakkına erişememe gibi çok temel sorunlar var. Cinsel istismar genellikle medyanın daha fazla gündeminde. İstismarın bu kadar gündemde olması medyanın çocuğa bakış açısıyla ve toplumun biraz muhafazakârlaşmasıyla da ilgili. Bunun olumlu bir tarafı da var. Çocuklara yönelik cinsel şiddetin bu kadar gündemde olmasında kadın hareketinin cinsel şiddet meselesinde sesini daha fazla duyurabilmesinin etkisi var. Evet, çocuk işçiliği bu kadar gündemde değil, ara ara birtakım örgütlerin gündemine geliyor.
Tekstilde ortacı olarak çalıştırılan MESEM’e kayıtlı çocuklar var
Prof. Dr. Ulutaş: Uzun yıllardır sektörlerin pek çoğu açısından çıraklığın bir mesleki eğitim ve altın bilezik değil ucuz iş gücü -hatta bedava iş gücü- biçiminde işlediğini görüyoruz. Çalışma koşullarının her türüne boyun eğen / eğmek zorunda kalan, örgütlenemeyen, son derece kolay biçimde işten çıkarılabilecek ve ucuz biçimde istihdam edilebilecek bir grup. Aynı zamanda da yasal bir statüde istihdam ediliyorlar. Günümüzde yoksul çocukların çıraklığa yönlendirilmesi açıkça bir kamu politikası hâline gelmiş durumdadır. Çırak sayısının 1 milyonun üzerine çıkarılması devlet tarafından hedeflenmiş ve de başarılmıştır.
Ancak bu eğitim çocuklara nitelikli meslekler kazandırmamakta, aksine gelecekte iş gücü piyasasının iyi işlerine erişim olanaklarını da önlemektedir. Örneğin; tekstilde ortacı olarak çalıştırılan MESEM’lere kayıtlı çocuklarla karşılaşıyoruz.
Türkiye’deki çocuklar çalışırken en fazla hangi hak ihlallerine maruz kalıyor?
Av. Çelik: Usulüne uygun ve mevzuata uygun olmayan işlerde, yasak sektörlerde çalıştırıldıkları için kayıt dışı, yetişkinlere göre daha düşük ücretlerle çalıştırılıyorlar. Bu çalıştırılmaların sosyal güvenlik anlamında kendilerine herhangi bir katkısı olmuyor. Eğitim ve yaşam hakkı ihlaline sebebiyet verebiliyor ki, bunları ancak medyaya intikal ettiğinde öğrenebiliyoruz. Özellikle belirli sektörlerdeki çocuk işçiliği sadece eğitim, yaşam ya da sağlık haklarının ihlali değil. Çocukların psikolojik ve ahlaki yönden de gelişimine zarar verebiliyor. Çok boyutlu bir zarar görme durumu var.
“Oyun ve eğitim hakkı başta geliyor”
Prof. Dr. Ulutaş: Çalışmak zorunda kalmaları, oyun ve eğitim haklarından yoksun kalmaları başlı başına bir ihlal. Eğitimlerine devam ederek çalışan çok sayıda çocuk da var. Onların eğitim hayatlarının nadiren başarılı ve olumlu şekilde geçtiğini görüyoruz. Yoksulluk, çoğunlukla okul başarısını olumsuz etkiliyor. Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı 2022 sonuçları, öğün kaçırma oranı arttıkça matematik puanının düştüğünü ortaya koyuyor. Türkiye’de her 5 öğrenciden 1’i maddi imkânsızlık nedeniyle aç kalıyor. Eğitim sistemi, başarısız olan çocuğu çemberin içine alma konusunda yeterli çabası olmayan bir sistem. Bu koşullarda çocuklar kendiliğinden o eğitim sisteminden uzaklaşabiliyorlar. Okula devamları resmî olarak sürse de fiilen okul sisteminin dışına çoktan atılmış oluyorlar.
İzin ve sigorta haklarından yoksun kalıyorlar
Prof. Dr. Ulutaş: “Yetişkin bir işçinin sahip olabileceği hangi haklardan yoksun kalıyorlar?” diye bakacak olursak; genellikle izin haklarının çoğundan yoksunlar. Yıllık izin ve bazen hafta tatili çocuklar için neredeyse kullanılamayan haklar. Genellikle yetişkinlere nazaran onurlarının daha kolay incitildiğini, şiddete daha yoğun bir şekilde maruz kaldıklarını görüyoruz. Çalıştıkları koşullar bir yetişkinin ergonomisine göre düzenlenmiş iş alanlarından oluştuğu için o iş yeri koşulları onların bedenlerini kolayca incitiyor. Çocuklar açısından iş kazası ve meslek hastalıklarını besleyen bir ortam görüyoruz. Mesela ayakkabıcılık, tekstil boyahaneleri gibi alanlarda kimyasallara ciddi maruziyet söz konusu. Bu ilerleyen dönemde bali bağımlılığı, kanser gibi sorunlar yaratıyor.
FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nden Ezgi Koman: Hazırladığımız raporda çoğunun sigortasız çalıştığı açığa çıktı. Çok acayip. Hiçbir şekilde sigortaya sahip değiller, kayıt dışı çalışıyorlar. Bu çok yaygın. İkincisi; çok ağır koşullarda ve çok uzun saatlerde çalışıyorlar. On iki saate varan bir çalışma saati var ve hiçbir şekilde izin kullanamıyorlar. Kayıt dışı oldukları için birtakım işçi haklarından yararlanamıyorlar. Afyon’da takip ettiğimiz çocuk işçi vakası üzerinden -ŞCK’nin davası- işverenlerinin şiddetine maruz kaldıklarını biliyoruz. O kadar yaygın ki. Ücretlerini alamıyorlar. Zaten kayıtsız çalışıyorlar. Günlük parasını da alamıyor. Çünkü işveren çocuğu bir şekilde manipüle edebiliyor, ona şiddet uygulayabiliyor, korkutabiliyor. Ücretsiz de çalıştırabiliyor. Bir çeşit kölelik hakikaten ve o zorunluluk, bağımlılık ilişkisi devam ediyor. Çocuk oraya tekrar gidip parasını almaya çalışıyor. ŞCK davasında öyleydi. Balıkçı -eski çalıştığı iş yerindeki patron- çocuğa parasını ödememiş. Israrla arıyor; “Paramı alacağım, ver” diyor. Çocuk parasını alacak, çalışmış yani. İşveren “Gel, bugün de çalış. Vereyim paranı” diyor. O da gidiyor, alacağını düşünüyor -hepimiz düşünürüz, almak istiyoruz çünkü akşama kadar o kadar emek harcamışsınız- vermiyor. Tekrar isteyince şiddet uyguluyor. Sekiz saat boyunca eziyet uyguluyor. Bu, o kadar yaygın bir şey ki. Çocuklar paralarını da alamıyorlar. Çok fazla ihlale maruz kalıyorlar. En kötüsü de iş cinayetleri. Bunun en ağır bedeli; çocuklar yaşamlarını da kaybedebiliyorlar.
Çünkü herhangi bir iş güvenliği ekipmanıyla çalışmıyorlar. Mesela Kurye Hakları Derneği’ndeki arkadaşlarımızla konuştuğumuzda -raporda da yer alıyor- kurye olarak çalışan çocuklar ekipman istiyor; vermiyor. Kask istiyor; vermiyor. Kendisinin almasını istiyor. “Sen esnafsın” diyor. Böyle saçma sapan bir sistem. Çocuklar hakikaten çok kötü durumdalar.
Çocuk işçiler anlattı
Ankara’nın Etimesgut ve Mamak ilçelerindeki çocuk işçiler, çocuk emeğini ve çalışma koşullarını anlattı. Üçü pazarcı, biri moto kurye dört çocukla konuştuk.
(Editörün notu: Fotoğraflarının ve isimlerinin yayınlanmasını onaylandı. Buna karşın 18 yaşından küçük çocukların isim ve fotoğraflarının internette yer almasını gelecekte tercih etmeyebileceklerini düşünerek yayınlamamayı uygun gördük)
Üç işte çalışan çocuk işçi M.D. çalışmak zorunda kalmasa harita mühendisi olmak için derslerine ağırlık vermek istediğini anlattı. Etimesgut’ta bir pazarda yeşil sebze satan 16 yaşındaki M. beş yıldır pazarcılık yapıyor. Ankara’da lisede 10’uncu sınıfta okuyan M. okula pek gitmediğini söylüyor. Öğrencilik yaşamını “Eğitim fazla görmüyoruz. Dersler, fazla iyi değil. Salmışız” diye anlatıyor. 10 yaşından beri çalışıyor. Pazarcılık dışında inşaatta ya da ailesinin hayvancılık işinde çalışıyor. “Bırakma şansım olsaydı güzelce bir harita mühendisi olurdum.” diyen M. çalışmanın zor olduğunu şu sözlerle anlatıyor:
“İnsanlarla uğraşmak çok zor. Bazıları geliyor: ‘Neden pahalı, neden böyle?’ diyor. Biz bir şey yapmıyoruz. Elimizde olan bir şey yok. Biz de parayla alıyoruz. Gelip abuk sabuk konuşuyorlar. İnsanın moralini bozuyorlar. Bir kıvırcık 30 lira olur mu, diyor. Bizlik bir durum yok. Okula gidiyoruz. Okuldan geliyoruz pazara gidiyoruz. Pazar olmazsa inşaata gidiyoruz. İnşaat olmazsa hayvana gidiyoruz. Vaktimiz yok. Çalışmak zordur”
Kazandığı paradan kendi için 100 ya da 200 lira harçlık ayırdığını, geri kalanını ise ailesine verdiğini kaydeden M. “Fazla para vermiyorlar. Alacağım harçlık ya 100 lira ya 200 lira. Geri kalanını aileme veriyorum. Bize kalmasa da olur, sıkıntı yok” diyor. Çalıştığı tüm işlerin ve hayatın zor olduğunu vurgulayan M. bunu şu ifadelerle anlatıyor:
“Üçü de birbirinden zor. Yalan yok. Mesela pazara gece saat üçte, dörtte geliyorsun. İnşaata saat altıda gidersin. 5-6 saat uyuyoruz. Depoda mal yapıyoruz. Temizliyoruz, işçilik veriyoruz, getiriyoruz. Zaman öyle geçiyor. Hayat şartları zor. Türkiye battı, ekonomi bitik. Mazotun 1 litresi 40 lira olmuş. Bir haftada hiç yoksa 5 bin lira mazot parası veriyoruz.”
“Herkes geziyor, ben çalışıyorum”
17 yaşındaki İ.B. yedi yıldır pazarcılık yapıyor. “Okulu bıraktığım için pazarcılık yapıyorum” diyen İ. okulu babasına yük olmamak için bıraktığını ve pişman olmadığını söylüyor. Çalışma hayatının zor olduğunu ifade eden İ. “Herkes geziyor, ben çalışıyorum” diyor. Amcasıyla çalışan İ. geleceğe dair bir hayali olmadığını anlatıyor.
“Uykun geliyor uyuyamıyorsun”
Dört yıldır pazarcılık yapan 17 yaşındaki M.Y. de babası ve kuzeniyle çalışıyor. Ailevi sıkıntıları nedeniyle 13 yaşındayken okulu bıraktığını anlatıyor ama pişmanlığını gizlemiyor. “Ailevi sorunlar yüzünden pazara gelmek zorundayım. Babamın yanında çalışan kimse yok. Yardımına geldim” diyor. Çalışırken en çok yorgunluk ve uykusuzluk nedeniyle zorlandığını söyleyerek, “Uykun geliyor uyuyamıyorsun. Ağır işler oluyor. Bazı eşyaları kaldıramıyorsun.” diyor. İ. kazancının tamamını ailesine veriyor.
17 yaşındaki çocuk ehliyetsiz kuryelik yaptı
Mamak’ta yaşayan 17 yaşındaki A.Y. 15 yaşından beri kuryelik yapıyor. Okumak istemediği için Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ni 11’inci sınıftayken bırakan A. pişman olmadığını belirtiyor. Motorsikleti sevdiği için lise öğrencisiyken kuryelik yapmaya başladığını anlatan A. bir dönerci için çalışıyor.
Haftada beş gün, günde 10 saat kuryelik yapan A. ayağının kırılmasıyla sonuçlanan bir kaza geçirmiş olmasına karşın can güvenliğine dair endişe duymadığını söylüyor. İki yıl ehliyetsiz kuryelik yaptığını da ekliyor.
Yılın ilk ayında sekiz çocuk işçi hayatını kaybetti, MESEM’lerde ölümler artıyor
Bu inceleme yazısı hazırlanırken İSİG’in İş Cinayeti Raporu’na göre 2024’ün ilk ayında 14 yaş ve altı üç, 15-17 yaş arası beş olmak üzere sekiz çocuk işçinin yaşamı sona erdi. Ölen sekiz çocuktan üçünün MESEM öğrencisi olması nedeniyle bu eğitim merkezleri bir kez daha tartışma konusu oldu.
6 Ocak’ta Şanlıurfa’da Faruk Alkan (14) gıda yüklü 2 tırın çarpışmasıyla; 15 Ocak’ta İstanbul’da 17 yaşındaki Muhammed Şahin’le Türkmenistanlı Vefa (soyadı belirlenemedi) Tube Çelik Yapı Sanayi sahasında kaldıkları konteynerde soba kaynaklı çıkan yangında; İstanbul’da MESEM öğrencisi Arda Tonbul (14) staj yaptığı fabrikada kafasının sac bükme makinesine sıkışmasıyla 16 Ocak’ta; 22 Ocak’ta Kütahya MESEM İç Mekân Mobilya Teknolojisi Dalı 9’uncu sınıf öğrencisi Erol Can Yavuz (15) staj yaptığı mobilya atölyesinde sunta bloklarının üstüne devrilmesiyle; 24 Ocak’ta Miraç Terazi (12) Adana’dan Kayseri’ye giderken babasının tırla manevra yaptığı sırada tır ve duvar arasında kalarak; 1 Şubat’ta Mersin’de moto kurye Mehmet Ali Nar (17) bir otomobilin çarpması sonucunda can verdi.
Kilis’te yaşayan Murat Can Eryılmaz (17) ise, MESEM 12’inci sınıf öğrencisiydi. Çalıştığı 13 katlı inşaatın 8’inci katından düşerek 21 Kasım 2023 tarihinde yaralandı. Malatya Turgut Özal Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 72 gün boyunca tedavi gören Eryılmaz, 4 Şubat 2024’te yaşama gözlerini yumdu. Eryılmaz’ın ölümüyle bir ay içinde MESEM kapsamında çalışırken ölen çocuk sayısı 3’e yükseldi.
“Uygulama sorunları var, ceza ve denetimler takip edilemiyor”
Ulusal mevzuatta çocuk işçiliği kapsamında yaşa göre, gece, tehlikeli ve ağır işlerde, yer altı veya su altında çalışmaya ilişkin bazı yasaklar var. Türkiye’de işverenlerin bu yasaklara uymaları için önlemler yeterince caydırıcı mı?
Av. Algül: Kanunumuz ve yönetmeliğimiz var ama uygulamada biraz sıkıntı var. Gece çalışma, kız çocuğunun çalışması ayrımının olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü 18 yaşın altında herhangi bir alanda, herhangi bir istisna söylerseniz bunların hepsi çocuğun istismarına neden olan şeyler hâline geliyor. 15 yaşında bir çocuğun çalışabileceğini kabul ediyorsunuz ya da “16 yaşında gündüz hafif işlerde çalışabilir” diyorsunuz. Bu çocuğun çalışması için ne yapması lâzım? Okula gitmemesi lâzım. Aslında bu çocuğun eğitimini tamamlaması lâzım. Sadece ilkokul eğitimini yeterli görmüyoruz. Bu çocukların lise düzeyinde eğitimini tamamlaması için bu saatlerde çalışmaması lâzım. Sistem baştan farklı kurulabilir. “Herkes lise mezunu olmak zorunda değil” diyebilirsin. Böyle bir politika güdebilirsin. Çırağa da kalfaya da terziye de ihtiyacımız var. Her çocuk matematiği çok iyi bilmek zorunda değil. Sistemi şöyle kurarsın: “15 yaşın altı şurada çalışacak, gece şu çalışacak” demek yerine, “18 yaşına kadar herkesi çocuk kabul ediyorum ama liselerim var. Bu liseye 14 ya da 15 yaşından sonra gidiliyor. Bu liseler bana kalifiye eleman yetiştiriyor.” Bu eleman ayakkabı yapan biri de inşaat ustası da terzi de olabilir. Orada bu çocuğa belli saatlerde hem eğitimini verirsin -ki aslında bir çocuğun okulda olması onun takip edilebilirliğini de sağlayan bir şey- hem de çocuk kontrolünde olur. Böylece o çocuklar istismara uğramaz. Oraya okulun kontrolünde gittiği için alacağı para, sosyal hakkı, çalışma saatleri belli olur. Çünkü çocuk işçilerin bu şekilde kullanılmasını istismar kabul ediyoruz. Denetimi kendi eline alırsın. Herkes düz liseyi bitirmek zorunda değil ama hem kalifiye elemanın olur hem de ekonomik sıkıntısı olan çocuklar senin denetiminde gelir elde etmiş olur. Sistem baştan bu şekilde değişirse çocuklar için daha faydalı bir düzen olur.
Av. Çelik: Devlet ne tür denetimler yapıyor? Bu anlamda yükümlülüğünü tam anlamıyla yerine getiriyor mu? Hangi işverene çocuk işçiliğiyle ilgili mevzuata aykırı davrandığı için ne kadar idari para cezası kesildi? Bunları takip edebileceğimiz bir mekanizma yok. Bunlar yayınlansa, biz de bilsek hangi sektörde mevzuata aykırı çocuk işçi çalıştırma olduğunu. Bunlar şeffaf bir şekilde paylaşılmadığı için vardır ya da yoktur diyemiyorum. Varlığının kanıtı olarak yılda birkaç kez tehlikeli koşullarda çalıştırıldığı için çocuk işçilerin ölümüne şahit oluyoruz ya da haberlerden okuyoruz. Salt bu haberlerin varlığı bile tehlikeli işlerde çocukların çalıştırıldığını gösteriyor ki; bunlar çok küçük bir oran. Yaşam hakkı ihlal edilmediği takdirde arka planda kim bilir kaç çocuk bu sektörde çalıştırılıyor? İşverenler anlamında idari para cezalarının yüksek tutulması caydırıcı olabilir. Özellikle tehlikeli ve yasak işlerde çocukların çalıştırıldığının tespit edilmesi hâlinde idari para cezalarının çok yüksek oranda olması gerekiyor ki işverenler yönünden caydırıcı olsun. Çünkü işverenlerimiz için çocuk işçi, ucuz iş gücü. Emek sömürüsü, ayrı bir boyut. Çocuk çalıştırmak ayrı bir boyut. Kayıt dışı olduğu için işverene sigorta yaptırmak gibi ekstra maliyeti de olmuyor. Tercih edilen bir unsur olabiliyor. İdari para cezalarının yükseltilmesi ve denetimlerin daha sık yapılması caydırıcı olabilir. Çocuk işçi çalıştırılıyorsa nasıl ihbarda bulunabilirim? (ALO 170 ÇSGB Çalışma Hayatı İletişim Merkezi, ALO 183 Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Sosyal Destek Hattı, 444 43 06 Ankara Barosu İhbar Hattı) Pek çok vatandaş bunu bilmiyor. Bu ihbar kanalları ve yöntemlerinin toplum nezdinde bilinir olması, bu alanda da farkındalık oluşturmak gerekiyor. Çünkü halkımız sokakta mendil satan çocuğa da dilenen çocuğa da duyarlı. Vatandaş bir şey yapmak istediğinde yönteminin ve bunun karşılığında nasıl bir yaptırım uygulandığının bilinir olması gerekiyor.
İhbar kanalını bulabildim, aradım, ihbar ettim. Sonrasında ne oldu? Bir denetim yapıldı mı? Denetim sonunda ne tür bir işlem uygulandı? Bunun vatandaşa bir geri bildirimi olmuyor. Toplumun duyarlılığının artması için bunlar da önemli.
Çelik: Baroların yerel bazda yapılan çalışmalara paydaş olması gerekir
Av. Çelik: Çocuk işçiliği, çok multidisipliner bir durum. Aslında kamu kurum ve kuruluşlarının daha fazla etkin olması, yönlendirici olması gereken bir durum. Çocuk işçiliğine dair “Çocuk İşçiliği ile Mücadele Ulusal Programı (2017-2023) geçen yıl sonlandı. Bununla ilgili paydaş değiliz. Barolar özellikle yerelde mevzuat geliştirilmesi, mevzuat uyumlulaştırılması gibi konularda bu sürece dahil edilseler üretken olabiliriz. Yerel bazda Barolar Birliği’ni muhatap kabul etmelerini olağan buluyorum ama baroların da yapılan çalışmalara yerel bazda paydaş olarak kabulü gerekir. O zaman üretken olabiliriz, başka türlü eleştirmekten öteye geçemiyoruz. Çünkü doğru düzgün veri yok. Bir olaydan ancak medyaya yansımasıyla haberdar olabiliyoruz. Bu noktada ne kadar etkin olabiliriz? Bunu değerlendirmek lâzım.
“Tekstilde 7-8 yaşlarından itibaren göçmen çocukları görmek mümkün”
Prof. Dr. Ulutaş, çoğunlukla araştırma yaptığı Denizli’de fason tekstil atölyelerinde birçok Suriyeli çocuğun çalıştığını ancak elinde buna ilişkin veri olmadığını aktardı. TÜİK verilerine göre Türkiye’de çocuk işçiliğinin azaldığına değinerek, bunun “tarımın çözülmesi ile yerli çocuk emeğinin bazı sektörlerde sığınmacı veya düzensiz göçmen çocuk emeğiyle, belli düzeyde de yetişkin göçmen emeğiyle ikame edilmesi” olduğunu ifade etti. Türkiye’deki Suriyeli çocuk işçilere dair “Çalışma koşullarının çok ağır, ücretlerinin çok düşük olduğunu ve onur kırıcı bir muameleye maruz kalıyorlar” dedi. Mülteci çocukların yetişkinlerden daha uzun sürelerde çalıştığını, yerli çocuklardansa daha küçük yaşlarda çalışma yaşamına katıldıklarını belirtti. Denizli’nin yanı sıra İstanbul ve Gaziantep’te başta tekstil sektöründe 7-8 yaşındaki göçmen ve mülteci çocukların emeğinden faydalanıldığına dikkat çekti. Ulutaş, göçmen çocuklarla görüşmelerinden ayrıntılar verdi.
Prof. Dr. Ulutaş: Çok yoğun olarak anlatılan şeylerden biri; şiddetti. Çocuk işçi, yetişkin bir işçiden beklenen maharette işi yapamıyor. Yetişkin bir işçinin zaman uyumuna uygun biçimde istenen saatte gelip istenen saatte gitme kurallarına tam uyamayabiliyor. Üstelik bu çocuklar, yetişkin bir işçinin bile taşıyamayacağı kadar uzun saatlerle çalıştırılıyor. Bir gün uyanamayıp işe geç kaldığı için yoğun bir şekilde dayağa maruz kaldığını anlatan Suriyeli bir oğlan çocuğuyla konuşmuştum. Benim açımdan en çarpıcı olan şeylerden biri; yerli çocuk işçilere göre çok daha erken bir yaşta iş gücü piyasasına giriyor olmaları. Denizli’de 11 yaşında bir makineci çocukla konuşmuştum. Bu çocuk, İstanbul tekstilinde 8 yaşında makineyi öğrenmiş. Çok küçük yaşlarda iş gücü piyasasına giriyorlar. Tarımda bu yaşların daha fazla düştüğünü, mevsimlik tarım iş gücünde 6 yaşında bile işe koşulan göçmen çocukların olduğunu biliyoruz. Şu anda İstanbul, Denizli ve Antep’te Türkiye’nin sayısız yerinde ihracatçı sektörlerde ve başta tekstilde, fason atölyelerinde 7-8 yaşlarından itibaren göçmen çocukları görmek hâlen mümkün.
Av. Çelik: Hukuki anlamda sığınmacı demek daha doğru olabilir. Bu çocukların yaşam hakkı ihlalleri de söz konusu. Yasa dışı bir şekilde çalıştırılıyorlar medyaya yansıdığı için biliyoruz. Ama onların varlığı, çocuklarımızın çalıştırılmasını engelledi mi, azalttı mı ya da böyle bir şey ummak ahlaki mi? Bunu vicdani olarak düşünmek lâzım. Çocuk kavramı ve çocuk işçiliğini anlatırken ya da sonlandırmak anlamında bunun mücadelesini verirken, vatandaş çocuk, mülteci çocuk, kız çocuk, erkek çocuk ayrımı çok doğru değil.
Sığınmacı çocuklar söz konusu olduğunda BM ÇHDS’nin imzacısı olduğumuz için bu topraklar üzerinde bir şekilde bulunan, yaşayan tüm çocuklara aynı hakları sağlamakla mükellefiz. Sığınmacı çocuk söz konusu olduğunda da hem güvenliklerini hem de haklarını sağlamak zorundayız.
Çocukların örgütlenmesi ne durumda, sendikalar, dernekler nasıl çalışıyor?
FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nin 9. Köy’le paylaştığı verilere göre, Türkiye’de 2023 yılında 15-19 yaş grubundaki 5113 çocuk işçi sendikalıydı. Verilere göre Türkiye’de 15-19 yaş grubundaki çocuk işçilerin en fazla çalıştığı iş kolları ise şöyle:
-Ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar: 106 bin 362
-Konaklama ve eğlence işleri: 86 bin 113
-Dokuma, hazır giyim ve deri: 43 bin 827
Türkiye’de çocuklar 15 yaşından itibaren sendikalara üye olabiliyor. Söz konusu verilere göre 15-19 yaş grubundaki çocukların sendika üyeliklerinin en fazla olduğu iş kolları ise şunlar:
-Metal: 1628
-Dokuma, hazır giyim ve deri: 860
-Ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar: 504
Avukat Çelik’e çocukların örgütlenmesinin çocuk işçiliğini meşrulaştırıp meşrulaştırmayacağını sorduk:
Av. Çelik: Aslında çok üzerinde çalışılan bir konu değil. 15 yaşından itibaren çocuklar dernek kurabiliyor, sendikalara üye olabiliyor. Çoğu zaman katılım hakkından bahsediyoruz. Bu da çocukların katılım hakkını kullanmasının bir yöntemi. Çocuk işçiliği maalesef tüm dünyada meşru. Bunu görmemiz gerekiyor. Uluslararası sözleşmelerde temel amaç; çocuk işçiliğinin küresel çapta sonlandırılmasını sağlamak. Çocuk işçi çalıştırılmasına bir hazırlık evresi olarak olanak veren düzenlemeler var. Tüm dünya bunu meşru kabul ediyor. Bu meşruiyet sınırları içerisinde bile çocukların güvenliğini sağlayamıyoruz. Üzücü olansa; uluslararası sözleşmeler bile bunun çerçevesini, asgari çalışma yaşını belirlerken ülkelerin eğitim ve ekonomideki gelişmişlik durumlarını nazara alan düzenlemeler yapıyor. Tüm dünyada meşru kabul edilen bir sistemin belirli aşamalarla sonlandırılmasını hedeflemek bana samimi gelmiyor.
FİSA’dan Ezgi Koman da çocukların haklarını arayabileceği bir platforma sahip olmadıklarını şu sözlerle vurguladı:
Koman: Gerçekten yok. Bunu çok net söyleyebilirim. Bir süredir çocuk işçilerin örgütlenmesiyle ilgili hem sendikalarla hem STÖ’lerle kafa yoruyoruz. Ama böyle bir yapı yok. Çocuklara rehberlik eden, onların hak kazanımları ya da kayıplarıyla uğraşacak olan, destek olan bir örgütlenme yok. Sendikaların çok gündeminde değil. Zaten onlar çocuk işçiyi sendikalaşabilecek bir özne olarak görmüyorlar. Bunun da pek çok sebebi var; sendikaların işçiye bakış açısıyla da ilgili olabilir. Aynı zamanda toplumun çocuk algısıyla da ilgili.
Çocukların örgütlenmesi mi? Çocuklar sendikaya mı üye olur? Öyle bir algı var. Destek ve dayanışma süreçleri, haklara ve adalete erişim mekanizmaları örgütlenmedikçe işlemiyor. Kurye Hakları Derneği 18 yaş altındaki çalışanlarla bir ilişki kurmaya çalışıyor. Bunlar çok kıymetli.
Zenginliğin ortasında çocuk yoksulluğu
Türkiye çocuk yoksulluğunda BM Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNICEF) Aralık 2023 tarihli “Zenginliğin Ortasında Çocuk Yoksulluğu” araştırmasına göre; AB ile Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri arasında Kolombiya’dan sonra ikinci sırada yer aldı. Araştırmaya göre, Türkiye’deki çocuk yoksulluğu oranı 2014-2021 yılları arasında arttı. Prof. Dr. Ulutaş bu durumu yorumladı:
Prof. Dr. Ulutaş: Gerek çocuk yoksulluğu gerekse çocuk işçiliği sorunu kapitalizme içkin yapısal bir sorun, bu nedenle çocuk yoksulluğunu tamamen önlemek ancak yapısal çözümlerle mümkün. Ne var ki çocuk yoksulluğunu ve çoğunlukla onun bir sonucu olan çocuk işçiliğini azaltmak, işçi sınıfında yer alan çocukların ve yetişkinlerin refahını göreli olarak yükseltmek için elimizde 100 yıldır aynı formül var: Geliri yeniden dağıtıcı ve gelir eşitsizliğini azaltıcı mekanizmalar. Bu noktada kadim araçlarımız vergi sisteminin üst sınıflardan alt sınıflara doğru dikey gelir dağılımını sağlayacak biçimde yeniden yapılandırılması ve tüm nüfusu kapsayan hak temelli bir sosyal koruma sisteminin inşası. Türkiye maalesef her ikisinden de uzak. Bunun sonucunda en alt gelir grubu toplam gelirin sadece yüzde 6’sını paylaşırken en üst gelir grubu yüzde 48’ini paylaşıyor. Bu da bizi OECD ülkeleri içinde geliri en adaletsiz dağıtan üç ülkeden biri hâline getiriyor.
Yoksulluğu konuşurken her zaman temel eşitsizlikleri göz önünde bulundurarak çözümlemelerimizi yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Bunlardan biri; küresel kapitalizmden kaynaklanan küresel eşitsizlikler. Günümüzde çocuk yoksulluğu ve çocuk işçiliği sorunuyla daha düşük düzeyde karşı karşıya kalan merkez ülkeler var. Ancak bu ülkelerin göreli refah içindeki yurttaşları tarafından tüketilen kıyafetlerin, oyuncakların, cep telefonlarının, aksesuarların Türkiye, Çin, Bangladeş gibi çevre ve yarı çevre ülkelerdeki çocuk emeğinin kullanımıyla üretildiği gerçeğini gözden uzak tutamayız.
Küresel eşitsizliklerin yanı sıra sınıfsal eşitsizlikleri, bölgesel eşitsizlikleri, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve bu eşitsizliklerin yoksulluk sorununun temel kaynağı olduğunu her zaman gözetmeliyiz. Türkiye özeline baktığımızda, Türkiye, sözünü ettiğim tüm eşitsizliklerin çok derin yaşandığı bir ülke. Bu hem çocuk yoksulluğunun hem çocukların çalışmasının el ele gittiği bir durumu yaratıyor. Türkiye içinde çok ciddi bir bölgesel eşitsizlik var. Kerem Berkman tarafından TÜİK verilerinden hesaplanan çocuk maddi yoksunluğu verileri, “Çocuk Yoksulluğu ile Mücadelede Bir Sosyal Politika Önerisi: Asgari Gelir Garantisi Modeli”, bu eşitsizliği çok çarpıcı gösteriyor. Öncelikle çocuk maddi yoksulluğunun Türkiye’de yüzde 34 düzeyinde olduğu ve yüzde 42’si açısından beslenme yoksulluğunun olduğunu görüyoruz, ki bu uzun bir dönemdir bazı muhalefet partileri tarafından da dile getirilen çocukların açlığı ve yetersiz beslenmesi sorununu gözler önüne seriyor. Bu noktada en az 2 ara, bir ana öğün sunulan tam gün okul uygulamasının önemi ortaya çıkıyor. Bu verilere göre bölgesel eşitsizlikler de çok çarpıcı. Batı Anadolu’daki çocuk yoksulluğu yüzde 17’lerde seyrederken, Güneydoğu Anadolu’da yüzde 56’ya çıktığını görüyoruz.
Çocuklar kendilerini savunamayan, en korumasız, çıkar grubu oluşturamayan, seslerini duyuramayan bir grup. Hem emek sömürüsü en kolay ve yoğun hem de istismarı en yoğun biçimde gerçekleşebilenler, hak ve olanaklarından hem hane içinde hem de devlet tarafından en kolay vazgeçilenler. Çocuklar bu nedenle seçim öncesi sunulan popülist politikalardan dahi pay alamıyorlar. Türkiye’deki akademisyenler, sınıf örgütleri ve demokratik kitle örgütleri olarak çocukların haklarını savunmak ve seslerini duyurmak konusunda yetersiz kalıyoruz. Bu durum, çocuk yoksulluğuna yönelik yapısal ve bütünlüklü bir mücadele stratejisi önermemizi de güçleştiriyor. Bu stratejiler sadece Dünya Bankası tarafından çerçevesi çizilmiş ve yoksulluğu yok etmeye değil de daha çok yönetmeye dönük stratejilerle sınırlı kalıyor. Bu da yoksulluğu yeniden üretiyor
“Eğitim hakkına erişememek de çocuk işçiliğini arttıran bir sebep”
UNICEF’in söz konusu “Zenginliğin Ortasında Çocuk Yoksulluğu” araştırmasına göre; Türkiye’deki çocuk yoksulluğu oranı 2014-2021 yılları arasında arttı. FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nden Ezgi Koman bu durumun çocuk işçiliğini yaygınlaştırdığını vurguladı.
Koman: Evet, tabii ki. Çünkü çocuk işçiliği meselesi çocukların maruz kaldığı çok derin bir hak ihlali. En büyük etkisi; yoksulluk. Yoksulluk arttıkça çocuk işçiliği artıyor. Etkileri, bedeli çok daha ağırlaşıyor, derinleşiyor. Türkiye’de de bir ekonomik kriz var. Bu yoksulluğu daha da derinleştiren bir durum. Çocuk işçiliğinin arttığını düşünüyoruz. Ama veri yok. En önemli sorunlardan birisi bu. “Yoksulluk şu kadar arttı, çocuk işçiliği şu kadar arttı” gibi bir veri sunamıyoruz. Türkiye’de bu çok temel bir sorun. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi de Türkiye’ye çocuklarla ilgili olarak sürekli bu konuda uyarıda bulunuyor. Türkiye’den hak temelli, iyi bir izleme ve veri sistemi kurulmasını istiyor. Türkiye’de çocukluk meseleleriyle ilgili sistematik izleme yapacak, düzenli veri sağlayan hak temelli bir yapı yok. Türkiye İstatistik Kurumu’nun birtakım verileri var ama en son yayınladığı çocuk işçiliği rakamına baksak “Türkiye’de çocuk işçiliği düştü” diye düşünürüz ama öyle olmadığını çok iyi biliyoruz. O rakam çok eksik. Çünkü mülteci çocuklar yokmuş. Çıraklar ve stajyerler yok ve o veriyi elde etmek için yapılan anket ve veri tarama çalışmaları çocuk işçiliğinin en az olduğu bir dönemde -eylül, ekim hatta aralık aylarında- yapılıyor. Biliyoruz ki; bu sayı yaz aylarında inanılmaz artıyor. O rakam, gerçeği yansıtmıyor. O yüzden “Evet, arttı bakın” diyeceğimiz bir veri yok ama alandan bildiğimiz, sezdiğimiz kadarıyla artıyor.
Bakanlığın 2024-2028 Stratejik Planı’nda İSG hedefi yok
BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve Çocuk İşçiliğinin Önlenmesine Dair Sözleşmeler dahil uluslararası birçok sözleşmeye taraf olan Türkiye, ulusal yasa ve politikalarla bir iç hukuk normu oluşturdu. 2005’te hazırlanan ulusal politika ve program çerçevesinde, en kötü çocuk işçiliği biçimlerinden “Sokakta Çalışma, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Ağır ve Tehlikeli İşlerde Çalışma, Tarımda Aile İşleri Dışında Ücret Karşılığı Gezici ve Geçici Tarım İşlerinde Çalışma”yı 2015 yılına dek ortadan kaldırmayı ILO’ya taahhüt etti.
ÇSGB Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki 2024 bütçe görüşmelerinde çocuk işçiliğine ilişkin sosyal politika programının niteliği ve niceliğiyle ilgili herhangi bir bilgi verilmedi.
“Çocuk işçiliğinde ülkenin mevcut durumunu tespit etmek ve çocuk işçiliği ile mücadelede ihtiyaca uygun ve etkili politikalar geliştirmek” hedefinin yer aldığı 2024-2028 Stratejik Planı’nı Ocak 2024’te yayınlayan Bakanlık, çocuk işçiliğini arttıran sebepleri şöyle sıraladı:
“Ekonomik sebepler, eğitim hizmetlerine erişmede yaşanan sıkıntılar, geleneksel bakış açısı, düzensiz göç, denetimlerin yeterince etkin olmaması…”
ÇSGB’nin Stratejik Planı’nda 9 Aralık 2016 tarihinde orta öğretim kademesinde kurulan MESEM iş sağlığı ve güvenliğini (İSG) arttırmaya yönelik bir hedef yer almadı. 1 Eylül 2023’ten beri en az 7 çocuk MEB’in bünyesindeki MESEM’lerde çırak ya da stajyer olarak çalışırken öldü, 1 çocuk yaralandı. FİSA Çocuk Hakları Merkezi ile Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı’nın verilerine göre, en az 1 milyon 405 çocuk 13-14 yaşlarından itibaren MESEM’lerde çalışma yaşamına yönlendiriliyor.
Çocuk işçiliğiyle mücadelede Türkiye’nin kat ettiği yol yeterli mi?
Prof. Dr. Ulutaş: Kuşkusuz başladığımız noktada değiliz. Çocuk Emeğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı, birtakım adımlar atmamızı sağladı. Ama 2023’te olmamız gereken yerin çok gerisindeydik. Türkiye çocuk işçiliğiyle mücadele konusunda ilk adımları atmaya başladığında çok yüksek bir tarımsal çocuk emeği kullanımı söz konusuydu. Daha sonra tarımın hızla çözülmesi, zorunlu göçler gibi değişimler bu tabloyu değiştirdi. Otuz yıla yakın zamandır süregiden çocuk işçiliğiyle mücadele politikasının bu noktada olmaması gerekirdi. Bu anlamıyla oldukça geride olduğumuzu, şimdiye kadarki politikaların yetersiz, eksik ve bazı alanlarda da yanlış olduğunu söylemek mümkün. En başa dönecek olursak bu sorunun yapısal bir sorun olduğu gözetilmedikçe, eğitim, cinsiyet eşitliği, istihdam, göç, tarım, vergi, sosyal koruma gibi diğer politika alanlarıyla ilişkisi kurulmadıkça bu noktada olmamız şaşırtıcı değil. Yapısal bir dönüşüm söz konusu olmasa dahi gelir adaletsizliğini azaltmaya, ucuz iş gücüne dayalı büyüme politikalarını dönüştürmeye dönük politikalar bu tabloda göreli bir iyileştirme sağlayabilirdi. Ancak bunun tercih edilmediğini görüyoruz.