Güncel

CHP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı Namık Tan: Erdoğan AB masasından kalkamaz, Avrupalılar o sözleri ciddiye almaz

Abone Ol
Çamlıbel'in Namık Tan ile yaptığı söyleşi şu şekilde
Dışişleri'nden ayrıldıktan sonra birkaç kez farklı partilerden siyasete girme teklifi aldığınız biliyorum. Ancak siz siyaseti hep ötelediniz. Görüşlerinizi açıkça beyan etmekten hiç çekinmediniz ama aktif siyaseti kararını daha önce gündeminize almadınız. Neden bu sene kararınız değişti? CHP'den siyasete girme kararınızın sebebi nedir?

Türkiye'nin büyük bir uçurumun kenarına geldiğini görüyordum, hâlâ da öyle olduğuna inanıyorum. O uçurumun kenarından uzaklaştığımızı düşünmüyorum. Hatta bunu bir varoluşsal kriz olarak değerlendiriyorum. Bir nevi cehaletle akıl arasında bir mücadele bu ve halen devam ediyor. Teklif geldiğinde benim müktesebatımın bu gidişatın durdurulmasına belki yardımcı olabileceği düşüncesiyle "evet" dedim. Yani klasik deyimle, elimizi taşın altına koymamız gerektiğini, bunun da tam zamanı olduğunu düşündüm. Çünkü öyle bir ana gelmiştik ki, hiçbir ülkede hiçbir hükümetin- ideolojisi ne olursa olsun- böyle bir durumdayken iktidarda kalması mümkün olamazdı.

- Ama oldu. Evet, oldu… Buna şaşırdığımı söylemeliyim. Sonuca inanamadım. Sonrasında yaşanan travma üzerinizden kalkmaya başladığında insan bu sonucun bazı sebepleri olduğunu anlıyor. Seçim kampanyasının heyecanıyla bunları göremeyebiliyor insan, ben de göremedim doğrusu. Ancak sonradan bunun belli sebepleri olduğu ortaya çıkıyor. Fakat, şu anda bunları tartışmak istemiyorum. Çünkü benim müktesebatım günlük siyasi değerlendirme yapmamı engelliyor. Dolayısıyla, bunlara girmeyeceğim. Ama siyasete atılma kararı almamın başlıca sebebi budur; "Bir katkım olabilir mi?" düşüncesidir. Ayrıca, tabii dostlarımızın da teşviki vardı. Ama neticede ülkemin geleceğinden duyduğum endişeden dolayı siyasete girdim diyebilirim. Bu en çok motive eden bu endişedir. - Bu "uçurumun kenarı" diye tasvir ettiğiniz durumu biraz açmanızı istiyorum. Bunu daha çok da bir dış politika perspektifiyle yanıtlamanızı istiyorum. Zira seçim Kemal Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanlığıyla nihayetlenseydi potansiyel dışişleri bakanı adaylarından biri sizdiniz. Zaten seçimin hemen ardından sizi Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Danışmanı olarak görevlendirdi. "Seçim kazanılsa bakan olabilirdiniz" derken yanlış mı düşünüyorum? Onu bilemiyorum kendisine sormak gerek."Türkiye sağı solu belli olmayan müttefik, ağırlığının karşılığını görememesi bu yüzden" - "Türkiye uçurumun kenarında" diye tarif ettiğiniz durumun AKP'nin dış politikasıyla birebir bağlantılı olduğunu düşündüğünüz yazılarınız ve sosyal medya paylaşımlarınızda belirgin. Bu ön bilgi üzerinden sorayım; Türkiye'yi G20 üyesi, NATO üyesi, kâğıt üzerinde de olsa hala Avrupa Birliği'ne üye almaya aday bir ülke olarak "uçurumun kenarında" yapan şey nedir? "Türkiye bütün bu sıfatların hakkını veriyor mu?" diye de sormak lazım öncelikle. Evet, Türkiye bir NATO üyesi ama gerçekten NATO üyesi sorumluluğuyla mı hareket ediyor? Evet, Türkiye bir G20 üyesi ama bu yapının içindeki sorumluluklarını yerine getiriyor mu? Evet, Türkiye Avrupa Konseyi'nin kurucu üyesi, ancak olması gerektiği gibi davranıyor mu? Doğru değerlendirme yapabilmek için önce bu soruların dürüstçe cevaplanması lazım. Türkiye bölgesinde çok kritik bir konumda. Bu konumundan çıkarları istikametinde fayda yaratması için öncelikle muhataplarına karşı açık ve dürüst davranması, öngörülebilir bir ülke olması gerekiyor. Bunu yapmadığı gibi bir de uzun zamandır kendisini sağı solu belli olmayan, ne yapacağı kestirilemeyen, öngörülemez bir müttefik konumuna soktu. Türkiye'deki iktidarın yanlış politikalarından kaynaklanan bu öngörülemezlik öyle bir boyuta geldi ki hemen bütün muhataplarımızla aramızdaki güven unsuru tamamen yok oldu. Bütün ilişkilerimiz karşılıklı güvensizlik üzerinden tanımlanır oldu. İşte, bunu son olarak Hindistan'da yapılan G20 Zirvesi'nde gördük. - Türkiye G20 zirvesinde taşıması beklenen jeopolitik ağırlığın karşılığını alabildi mi? Hayır, hiçbir şekilde alamadı. Alacak bir siyaset veya tavır ortaya koyamadı ki…

"Erdoğan İsveç için önce söz verdi, şimdi yeniden pazarlığa başladı"

- Bu tür bir uluslararası toplantıda Türkiye ölçeğinde bir ülkenin Cumhurbaşkanın ağırlığının karşılığını görmesi için kriter ikili temaslar mıdır? Ülke olarak ciddiye alınmanın göstergeleri nelerdir? Bir ülkenin önemi diplomatik temaslarda nasıl hissettirilir? Uluslararası ilişkilerde duygusallıktan arınmanız gerekir. Her söyleyeceğiniz kelimeye dikkat edeceksiniz. Diplomatlık, paraşütle atlamaya benzer. Paraşütünüz mutlaka açılmak zorundadır. Aksi taktirde, onarılamayacak hatalar içine düşersiniz. G20 özelinde konuşacak olursak, orada bize ne sorulacağı ne talep edileceği belliydi. Örneğin, İsveç'in NATO üyeliğinin muhataplarımız açısından öncelikli gündem maddesi olmaya devam ettiği biliniyordu. Sayın Cumhurbaşkanı daha iki ay önce Vilnuis'de yapılan NATO Zirvesi'nde "Yakında İsveç'in üyeliğini onaylayacağız" diye taahhütte bulunmamış mıydı? Aradan iki ay geçmiş bu sefer diyorsunuz ki; "ABD Kongresi F16 satışlarını onaylasın, ben bakarım". Mevzuyu yeniden pazarlık konusu haline getiriyorsunuz. Yani, önce söz verip sonra farklı bir tutum aldığınız için iş daha büyük meseleye dönüşüyor. Bir de tabii işin şu boyutu var; İsveç'in PKK ile mücadele konusunda yapmadıklarını vurgularken, ülkelerindeki PKK unsurlarına karşı benzer tutum sergileyen ABD, Fransa, Almanya gibi ülkeleri İsveç için belirlediğiniz kriterleri devreye sokarak yargılamıyorsunuz. Onlar da PKK meselesinde benzer bir tavır sergilemiyor mu? Örneğin, çok verimli bir ilişki içinde olduğunuzu söylediğiniz Rusya'nın başkentinde PKK'nın resmi temsilciliği yok mu? Rus askeri yetkilileri Suriye'de YPG/PKK unsurlarıyla alenen temas etmeye devam etmiyorlar mı? Siz bunları görmezden gelmiyor musunuz? Hal böyleyken biz neden bu konuyu sadece İsveç üzerinde bir nevi şantaja dönüştürdük? Bunu yaparak, itibarımızdan ve güvenilirliğimizden kaybetmekten başka tam olarak ne elde ettik?

"Güvenmedikleri için Erdoğan'ın taleplerine kayıtsız kalıyorlar"

- Doğru yöntem bu değilse, nedir?… NATO'nun kendi müzakere yöntemleri çerçevesinde kalarak, o mekanizmaları işleterek aynı sonuçları, hatta daha fazlasını alabilirdik. Hem de ‘güvenilmez müttefik' damgası yemezdik. Bugün bizimle ilgili en önemli sorun, masaya oturduğumuz ülkelerin bize güven duymuyor olması. Son G20 toplantısında ne oldu? Sözünü ettiğim müttefiklerin hemen hepsi Sayın Cumhurbaşkanı'na ve onun taleplerine kayıtsız kaldı. - Soruma cevap olarak yanlış alamıyorsam şunu söylüyorsunuz; G20'de mesela Almanya Başbakanı dışında hiçbir NATO üyesi lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ikili bir fotoğraf karesine girmedi. Erdoğan Biden ile ayaküstü kısa bir sohbet ettiklerini söyledi ancak Amerikan tarafı ikili bir görüşmeyi gündemine almadı. Bütün bunlar bize aslında NATO ittifakı liderlerinin bundan iki ay önce kendilerine İsveç'in üyeliğinin onaylayacağını yönünde taahhütte bulunan Erdoğan'ın bu sözünü yerine getirmekte ayak sürüyor olmasına karşı bir tavır koyduğunu mu söylüyor? Sizin yorumlarınızı böyle anlıyorum, yanlış mı? Sergilediğimiz tutumun müttefiklerimiz nezdindeki güvensizliği tetiklediğini söylüyorum. Ancak öte yandan, yanlış anlaşılmak istemem; batının her şeyiyle mükemmel, hiçbir yanlışı olmayan, her konuda tutarlı bir yapı olduğunu söylemiyorum. Benim anlatmaya çalıştığım şu; biz doğru ve dürüst bir duruş ortaya koymalıyız ki, muhataplarımızdan taleplerimize beklediğimiz yanıtları alabilelim ve bize verilen sözler yerine getirilmediğinde onlardan hesap sorabilelim. Biz maalesef uzun süredir doğru bir duruş sergilemiyoruz. Aksine, uzun bir süredir üstenci bir söylemle batıyı günah keçisi ilan etmeyi tercih ettik. Her yanlışın yegâne sorumlusu olarak batıyı gösterdik. Türkiye bugün müttefiklerimiz tarafından nerede durduğu belli olmayan bir ülke olarak görülüyor. Türkiye'ye güvensizlik duyuluyor. En büyük sorun da bu. Böylesine güvensizlik duydukları bir ülkeye de stratejik projelerin ve kararların içinde yer vermiyorlar. Nitekim, son G20 toplantısında oluşturulan ve Hindistan'dan başlayıp Avrupa'ya kadar giden ekonomik koridor projesinde bize yer vermediler. Türkiye bu projenin dışında kaldı. Bunu kabul etmek mümkün değil. Peki, toplantıda ele alınan konular bağlamında Türkiye'nin herhangi bir somut katkısı oldu mu? Hayır! Biz oradan yine sadece şikayetle döndük. Projeden dışlanmamıza öfkeli tepki gösterdik, o kadar. Yazının devamını okumak için tıklayabilirsiniz.