Çalışan anneler, “ev kadını” olarak anılmak istemiyor
Cihat Öztürk / Gaziantep
Hem çalışmak hem de çocuklu anne olmak, kadınlar için dünyada yaşamayı iki defa zor hale getiriyor. İş hayatında yer almanın zorluğunun yanı sıra çocuğa bakmak, evin işleri ve ihtiyaçlarını gidermek kadınları, her anlamda zorluyor. “İş, ev, çocuk” üçgenine sıkıştırılan bir hayat süren kadınların, sosyal hayatları ise yok denecek kadar az. Çalışan çocuklu anneler, mesailerinin çok erken başlamasından, her zaman pratik düşünüp hızlı olmak zorunda kalmaktan ve özellikle “birey olduğu unutulup sadece ev kadını” olarak anılmaktan şikâyetçiler. Kadınların çalışma ve anne olmaya ilişkin yaşadığı zorlukları ve beklentilerini, Diş Hekimi Duygu Müftüoğlu Gökduman, Avukat Zeliha Arıcı ve Halı Desinatörü Hatice Mamatoğlu ile konuştuk.
[caption id="attachment_397682" align="alignleft" width="266"] Duygu Müftüoğlu Gökduman[/caption]
“Ne kadar çalışsak da adımız, ev kadını”
Güne çok erken başladığını aktaran Diş Hekimi Duygu Müftüoğlu Gökduman, gün boyu yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Kız çocukları olanlar bilir, çok süslü oluyorlar. Her sabah kıyafet krizi yaşıyoruz. Bu safhayı atlatmak oldukça önemli ve zaman alıcı. Sonra onları okula bırakıyorum ve kliniğime geçiyorum. Klinik benim mabedim. Sevdiğim işi yaptığım için çok şanslıyım, çünkü çalışmak bana zevk veriyor. Ama iş mesaimin sonu yaklaştıkça yorgunluk çöküyor ve çocukları alıp eve geçince asıl mesaim başlıyor. Hepsi, ayrı yemek istiyor. Gün içinde beni görmedikleri için özlemiş oluyorlar. Ne kadar yorgun olsam da oyun oynamak, vakit geçirmek istiyorlar. Evde onlarla geçirdiğim zamanın daha kaliteli olması gerekiyor. Elimden geldiğince gönüllerini hoş etmeye çalışıyorum. Bütün bunlar olurken bir de ev, oyuncak, mutfak düzenini sürdürmek gerekiyor. Onları uyuttuğumda pilim de bitiyor. Ama ertesi gün aynı enerji ile yataktan fırlamak zorundayım. Çalışan bir anne olarak sorumluluklarım, çok daha fazla. Pratik ve hızlı davranmak zorundayım. Artık birçok şeyi aynı anda yapabiliyorum. Yoksa hiçbir şeye yetişemem. Bunun için tabi ki kendimden çok taviz veriyorum.”
“Bazen kendimi klonlamak istiyorum”
Her şeyi çocuklara göre planladıklarını belirten Gökduman, çalışan anne olmanın zorluluklarını şu şekilde sıralıyor:
“Çocuklarla yaşam, aslında kendi hayatını yaşamamak demek. Her şeyin merkezinde onlar var. Belki yanlış bir yaklaşım ama yıllardır her şeyi onlara göre planlıyoruz. İsteklerine, ihtiyaçlarına ve en önemlisi psikolojilerine dikkat etmem gerekiyor. İkizlerim ve aralarında 22 ay olan ablaları oldukları için neredeyse yaşıtlar. Kendilerini birbirleri ile kıyaslamamaları, benim gözümde bir birey olduklarını bilmeleri ileride kardeşlik bağları için çok önemli. En çok buna dikkat ediyorum. Bir çocuk, bazı şeylerin eksikliğini illa ki ileride tamamlar. Ataerkil bir toplumda yaşıyoruz. Ne kadar çalışarak hayatta aktif rol alsak da nihayetinde aynı zamanda ev kadını oluyoruz. Ev kadını olmak başlı başına çok büyük bir iş zaten. Üstelik yaptığın hiçbir şey göz önünde olmuyor ve kimse, kıymetini bilmiyor. Biz çalışan kadınlar, iş hayatına ek olarak bir de ev kadınlığı yapıyoruz. Bazen kendimi klonlamak istiyorum. Kliniğe, eve, çocuklara… Hepsine birer Duygu, koyabilsem çok güzel olmaz mı! Bütün bunların yanı sıra onların etkinliklerine de zaman ayırmak gerekiyor. Dışarıdan bakınca birçok kadın, kendi paramı kazanabildiğim için bana imreniyor. Ama hiçbir şey bedelsiz kalmıyor. Diş hekimi olduğum için sağlık da hataya yer yok ki. Netice de bir insanlar size canını emanet ediyor. Beden yorgunluğuna ek beynim de çok yoruluyor. Sağlığımdan, özümden ödün vererek bir şeylere yetişebiliyorum. Eşim, mutfağı çok seviyor. İşi uygun olduğunda güzel yemekler yapıyor. Annem de ben yetişemediğim de bir melek gibi uçup geliyor. Ama sonuçta sorumluluk annede. Her ne kadar ‘bbaba, tuğlalar gibi evi çevreleyip korusa” da “kolonlar, çatı biz anneleriz’. En basitinden bizler hasta olunca bile dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü tüm ev çöküyor. Bu yüzden bizler sağlam olmak zorundayız.”
[caption id="attachment_397686" align="alignright" width="272"] Zeliha Arıcı[/caption]
“Çalışmak, dünyanın en güzel eylemi”
Evlilik nedeniyle mesleğine ara verdiğini dile getiren Avukat Zeliha Öztürk, çalışan kadın olmaya ilişkin düşüncelerini aktarıyor:
“2011 yılında başladığım Avukatlık mesleğimi, 2015 Eylül ayında şehir dışına evlilik için gitmem nedeniyle ara vermek zorunda kaldım. 2016’da ilk çocuğum dünyaya gelince iş hayatından daha da uzaklaştım. Serbest mesleğin en kötü tarafı, düzenli bir maddi kazancın olmaması. Bu, özellikle biz çalışan kadınlar açısından en kötü durum ve bizi evde çocuk büyütmeye itiyor. Annelik içgüdüsüyle hareket ettiğimiz için, kendi konfor alanımızı daraltarak evde kalmaya mecbur kalıyoruz. Bunun kök sebebi, devletin hiçbir şekilde kadınlara iş hayatında devam edebileceği ve çocukların öz bakım ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir ortam ve imkân sunmamasıdır. 5 yıl fiili olarak çalışınca, üretmenin ve çalışmanın keyifli sürecini yaşadıktan sonra halen işime aktif olarak başlayamamanın verdiği huzursuzluğu yaşıyorum. Çalışmak, dünyanın en güzel eylemi bence, hem ruhen insana çok iyi geliyor hem de maddi anlamda kendi kazancını kazanarak kimseye muhtaç olmadan, kendi ayaklarının üstünde tek başına kalmanın verdiği muazzam bir özgüveni yaşatıyor. Anneliği çok sevmekle birlikte iş hayatımı da çok özlüyorum ve çalışmayı çok istiyorum tekrardan. Kadınlar, hem annelik görevini yerine getirecek hem de mesleğini yapabilecek potansiyele sahip. Toplumdaki baskın görüş olan ‘Erkekler çalışmalı, kadınlar evde otursun (çocuk bakmalı, yemek yapmalı) klişesi, 21.yy yakışmayan absurt bir düşünce artık. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik krizi göz önüne aldığımızda kadının çalışması kaçınılmaz bir hal alıyor. Üç çocuklu bir ailenin günlük ihtiyaçları, çocukların eğitim masraflarını düşündüğümüzde tek kişinin çalışarak altından kalkabileceği bir yük değil. Sonuç olarak kadının çalışması, öncelikle kendisine çok iyi gelecek ve bu durum, hem çocuklarına hem de evine yansıyacaktır. Diğer türlü maddi ve manevi destek alamayan, bütün sorumluluk üstüne yüklenilen kadın, bu yüklerin altında ezilerek ne kendisine ne de ailesine yarar sağlayabilecektir. Çalışma hayatına ara vermek zorunda kalan bir kadın olarak temmenim bu durumun iyileştirilmesi için bir adım atılması.”
[caption id="attachment_397685" align="alignright" width="451"] Hatice Mamatoğlu[/caption]
Yorulmak ve dinlenmek bizim için değil…
Çalışan, çocuklu kadının yaşamının sıradan bir bireye göre iki kat daha zor ve sorumluluk getirdiğinin altını çizen Halı Desinatörü Hatice Mamatoğlu ise şunları söylüyor:
“Sabah uyanıp işe gittiğinizde aklımız çocuğunuzda kalır. Ne yapar, nasıl beslenir?.. Bunların hepsinin sorumluluğu bizde. Aslında bu durum, doğumlarından itibaren başlıyor. Dört ay emzirip işinize dönmek zorundasınız. Bakıcı tutmaya paranız yetiyor mu? İş yerleri, kreş vb. bir alan açabiliyor mu? Hasta olsa ne yapacağız? Maalesef işe gidip gitmemek arasında düşünceler arasında yaşıyoruz. Bir annenin çalışması çok zor. Özel sektörde akşam 7’ye kadar çalışıyoruz. Bir yandan da onlara daha iyi bir gelecek sunmaya çalışıyoruz. Masraflarını karşılamaya tek maaş yetmiyor. Onlara sosyalleşebileceği alanlar sunmak, çocuklarımızla vakit geçirmek zorundayız. Çocukla yaşam çok güzel ama aynı zamanda çok zor. Evde iş dağılımı yapılıyor ama erkeklere buna kaç gün uyar ki? Klasik Türk erkeği mantığı hemen devreye giriyor. Ben bu işten anlamam, bunu yaparım şunu yapamam! O zaman kadının mantığı, üçe dörde bölünüyor. Her işe yetişmeye çalışıyor. Bazen keşke erkekler doğursa biz bu sorunları düşünmeyi bıraksak diyorum! Kadın, her şey de olduğu gibi işinde de iki defa düşünmek zorunda. İki kat performansla çalışıyoruz. İşimi severek yapıyorum. Bırakmayı da hiç düşünmüyorum. Aklımız her yerde çarşıda, pazarda, hiç yorulmamamız gerekiyor. Çünkü bu hayatta yorulmak ve dinlenmek bizim için olan kavramlar değil.”
Bunlar da ilginizi çekebilir