Bodrum müzesinin hazin hali
Can PULAK
Öyle büyük kötülükler yaşıyoruz ki, iyi şeyleri yazmaya hasret kaldık. Kötülüklerin iyilikleri kovaladığı bir dönemden geçiyoruz. Yazık cennet gibi bir ülkede, cehennem hayatı yaşıyor gibiyiz.Gerçekten çok yazık…
Turizmin gözbebeği Bodrum’da iki yıldan fazladır süren bir kültür cinayetinin seyircisiyiz. O güzelim Bodrum Kalesi ve içindeki o güzelim, o dünyanın takdirini kazanan Sualtı Arkeoloji Müzesi, onarım adı altında bilinçsizce yok edildi. Başladıklarında yapmayın dedik, yazdık çizdik eleştirdik, böyle değerlerin akıllara estiği gibi onarılamayacağını anlatmaya çalıştık. Dünyadaki müze onarımlarından örnekler verdik. Ama kulak asan olmadı.
Öyle bir onarım başlatıldı ki, güzelim müzenin yıllardır büyük emeklerle hayata geçirilen teşhir salonları, binaları ve içindeki paha biçilmez eserleri zarara uğratıldı. 2017’de kapanan kalenin bir bölümü 2019’un Mayıs’ında güya açıldı. Açılan bölüme baktığımızda, Avrupa’nın en iyi 9 müzesinden biri seçilen Sualtı Arkeoloji müzemizin yerinde yeller esiyordu. Müzenin ruhu gitmiş, karakteri değişmiş, canlı ve yaşayan bölümü vahşice katledilmişti. Öylesine ki, ağaçların çoğunu, çiçeklerin tümünü, avuçlardan yem yiyen güvercinleri, tarihi taşların üstünde salına salına gezinen tavuskuşlarını bile yok etmişlerdi. Sadece kültür değil, doğa katliamı ile de taçlandırmışlardı yapıtlarını.
Kim ne derse desin Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesinin yaratıcısı, fahri Mimarı ve Başmühendisi, günümüzdeki yaşayan Şövalyesi Dr. Oğuz Alpözen’dir. Onun vizyonu, heyecanı, bilgisi, araştırmacı kimliği ve bulduklarını hayata geçirme becerisi olmasaydı, bu kadar güzel, takdir ve ödüle layık bir müzeye sahip olamazdık. Ama hepinizin bildiği gibi, başarının ve yaratıcılığın cezasız kalmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Böyle bir müzeyi imkansızlıklar içinde hayata geçiren Dr.Oğuz Alpözen de, bundan nasibini fazlasıyla aldı. Saçma sapan iddialarla açılan soruşturma ve davalarda yüzlerce müfettişe yıllarca ifadeler verdi, mahkemelerde süründü ama yine de yılmadı ve hedefine kimsenin karşısında eğilmeden, bükülmeden dik durarak ulaştı. Oğuz Hoca, müfettişlere ifade vermekten arta kalan çok az vaktinde bu harika müzeyi yarattı. Adamcağızı rahat bıraksalardı, kimbilir daha ne güzellikler ve değerler katacaktı o müzeye.
Şimdi Dr.Alpözen’in yaptıklarından bazılarını anlatalım ki, değeri daha iyi anlaşılsın.1978 yılında daha önce görev aldığı müzeye müdür olarak dönüyor. Dönüşüyle de müthiş bir hareket başlıyor, projeler peşpeşe geliyor, devlet bütçesinin yetmediği yerleri bile sponsorlarla aşıyor. Lider karakteri ve ekip bilinciyle yapılamaz sanılan işlerin altından bile başarıyla ve ustaca çıkıyor. Müzecilik tarihimizde yeni bir çığır açarak, binbir engele rağmen yaşayan ve canlı müzecilik kavramını kafalara çakıyor. Müzeyi Bodrum’la bütünleştiriyor,adını 1981 yılında arkeoloji ve sualtı Müzesi şeklinde değiştiriyor.Kalenin tüm kulelerini onarıyor. Yılanlı kulede anfora sergilemesi başlatıyor. İngiliz kulesinde doğu ile batının sentezini yapıyor. Kalede şövalye yaşamından başlayarak Osmanlı kültürünü de izleyerek günümüze gelebilmeyi sağlıyor.
Fransız-İngiliz-Alman-İtalyan kulelerini bir ayağa kaldırması ve o dönemleri yaşatması vardı ki muhteşemdi. Hele sikke ve mücevherat salonu, cam eser salonu anlatılamayacak güzellikteydi. Dünyada tek örnek olan Doğu Roma gemisi replikasının son çivisini dönemin Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’e çaktırmasını hiç unutamam. Şimdi bu replikayı söküp atmışlar,şapeli bomboş bırakmışlar, Yılanlı Kuledeki sağlık sergilemesini, Alman kulesindeki ortaçağ sergilemesini yok etmişler.Müze Laboratuvarı, kütüphanesi, hamamın bir bölümü, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına rağmen yıkılmış.
Serçe limanı batığı, uluburun batığı sergi salonları ile Karya’lı Prenses salonu, komutan kulesinin içi boşaltıldı. Turizm Bakanlığının yürütmeyi durdurmaya itirazı bile reddedildi ama, imam bildiğini okumayı sürdürdü. Gerçekten yazık oldu Bodrum kalesine ve müzesine.Gerçekten boşa gitti harcanan o büyük paralar.Yaşayan ve canlı bir müze yok edildi, ruhsuz bir taşocağına çevrildi ortalık.
Şimdi geliyorum işin asıl, ibretlik ve son bölümüne.Yoktan varedilen bir müzenin yaratıcısına Danimarka Kraliçesi Şövalye ünvanını veriyor. Dünyanın en önemli ve şöhretli müzecileri Dr.Alpözen’i takdirle alkışlıyor ve müzesini Avrupa’nın en iyi 9 müzesi arasında gösteriyor.Biz başarılarına tüm dünyanın şapka çıkardığı bu değerimize sahip çıkacağımıza, yerden yere vurmaya çalışıyoruz. Ayıptır, günahtır, nankörlüktür yaptığımız. Şimdi de kalkmış 15 yıl önce emekli olmuş 80 yaşındaki bu şövalyemize, müzede yapılan tahribatlardan şikayet eden bir kitap yazdı diye müfettiş yolluyoruz. Ama Allah’ın parmağı yok ki körün gözüne soksun.Müfettiş gelirken yolda kaza geçiriyor da, şimdilik soruşturma aksıyor. Allah şifasını versin, iyileştiğinde soruşturmayı vicdanına danışarak yapar inşallah.
Dr.Oğuz Alpözen’in hakkını ödeyemeyiz.Küçük adamların ve küçük kafaların çelmeleriyle yıllarca sendeleyen, hırpalanan ve zorlanan bu fedakar, cefakar, devletine ve milletine hizmet için gecesini gündüzüne katan bu değerli insana hepimizin büyük borcu var. Gelin onu zamanında takdir edemedik, bari şimdi özür dileyip avuçlarımızı patlatırcasına alkışlayalım. Keşke Oğuz Alpözen gibi birkaç değerimiz daha olsa.
Son sözüm, soruşturmaya konu olan kitabı (Müzenin sonu) ile (eski testi doktorunun anıları) başlıklı kitaplarını mutlaka okuyun. Okuyun ki, bu ülkede başarıların nasıl cezasız kalmadığını daha iyi anlayın.