24 Saat Gazete’mizde yer alan çarpıcı haberin başlığı şöyleydi; “İsrail ordusu, Kara harekatının başladığı 31 Ekimden bu yana Gazze’ye 100 bin top mermisi ateşlendiğini açıkladı.”
Haberi okurken tüylerim ürperdi. Bosna’dan Afganistan’a, Kuzey Irak’a kadar çeşitli çatışma bölgelerinde yaptığım muhabirlik görevlerinde top ve havan mermilerine tanık olmuştum. Karşı cepheden onların her ateşlenişinde üzerinize doğru gelirken yaşanan korkunun, travmanın hangi boyutta olabileceğini ancak o çatışma bölgelerinde olanlar anlayabilir. İlk anlarda tarifi imkansız olan bu korku, ilerleyen günlerde top ve mermi sesleri arasında yaralananları görüp, yaşamını yitirenleri duydukça yerini, daha az duyarlı olmaya hatta bazılarında hissiz biçimde aymazlığa, vurdumduymazlığa bırakabiliyor.
Gazze’de yaşananlar, düzenli ordular arasında ya da çatışan gruplar arasında değil, söz konusu olan, hedefteki asker, güvenlik gücü ya da bu mermi yağmurundan nasibini alan bölgede görev yapan basın mensubu, sağlık personeli de değil. Burada söz konusu olan, olayların tamamen dışında, kendi topraklarında yaşarken yaşlı, kadın, çocuk demeden üzerine bomba yağan masum siviller! Söz konusu olan, Bosna’daki keskin nişancı kurşunu, Kuzey Irak’tan sızan teröristlerin gece yarısı saldırıları, kalleş pususu ya da Afganistan’daki gibi alçakça kurulan mayınlar da değil… Bu düpedüz insan katliamı, sivil halkın üzerine gönderiler üç beş yüz değil tam yüz bin top mermisi! Bosna’daki cephelerde 90-100 metre ilerdeki Sırp mevzilerinden üzerimize ateş açıldığında vızıldayan mermilerin yol açtığı panikle karla kaplı ormanlık alanda kendimizi yere atıp ağaçların arkasına saklanışımızı, akabinde siperlere çekilişimizi anımsıyorum. Akdeniz’in kıyısında zaten hayli çorak olan Gazze’de evi barkı yerle yeksan olan siviller İsrail Ordusunun top mermilerinden nereye sığınsın?
İsrail Ordusu ve Hamas’ın silahlı kolu Kassam Tugayları, hatta gerekirse Netanyahu yönetimiyle Hamas yönetimi insinler yeraltındaki tünellere birbirlerini yiyip ne halleri varsa görsünler, yukarıdaki gariban Filistin halkını rahat bıraksınlar.
***
EĞİTİMDE GERİLEME
COVID-19 salgını sonrası dünyaya bir şeyler oldu. Önce 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya Ukrayna’yı işgal etti, ardından 7 Ekim’de İsrail Birlikleri Gazze’yi ateşe verdi, taş üstünde taş bırakmadı. Ulusların, her yaştan insanların ve yönetimlerin, kimyası hayli bozuldu. Yaşlı ve zayıf olanlar bu olumsuzluktan etkilenip pek çoğu yaşama veda ederken, gençlerde derslere karşı bir isteksizlik, odaklanma sorunu baş gösterdi. 2 yıllık kapanma ve on-line derslerin ardından okula dönüşte sıkıntı yaşayan öğrencilerin başarı düzeyinde düşüş görüldü. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nce düzenlenen Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA), Covid salgını sırasında dünya genelinde eğitimde düşüş yaşandığı gerçeğini ortaya koydu.
OECD üyesi 37 üye ülke ve 44 ortak ülkede düzenlenen PISA testine ilişkin sonuç raporunda bizim için çarpıcı olan, gençlerimizin yine bırakın ilk on ya da 20 ülke arasına girmeyi ilk 30 arasında bile yer alamadığı acı gerçeğiyle yüzleştik. PISA araştırmasında Türkiye matematikte 39, fende 34 ve okumada 36’ncı sırada yer aldı. Singapur ise tüm alanlarda birinci oldu.
Burada suç kimin evlatlarımızın mı yoksa sistemin ya da eğitimcilerin mi? 2000 yılından sonra aralıklarla, 2011’den itibaren Covid kapanma sürecine kadar da aralıksız üniversiteli genç kardeşlerimizle deneyimlerini paylaşmış bir eğitim gönüllüsü olarak, naçizane görüşüm, suç öğrencilerden önce ilköğretimden başlayarak, “Müfredat-Eğitim Sistemi ve Eğitimcilerde aranmalı. Bu denklemde en az suç öğrencinindir.” Ne ekerseniz onu biçersiniz.
***
Çaresizlik insana neler yaptırmaz ki? Ne yazık ki bu topraklarda oldum olası çaresiz insanlara yardım eli uzatılır gibi yapılıp çaresizliklerinden yararlanılır, etinden, sütünden, oyundan faydalanılır.
Yardım çığlığıyla oraya buraya koşuşturmaktan bitap düşen yurdum insanı çaresizlik içinde her yola başvurur. Çoğu zaman fazla bir işe yaramasa da sosyal medya da başvurulan yollardan biri haline geldi. Kadın nüfusunun 2 milyon 300 bine yaklaştığı İzmir’de sadece 7 sığınma evi olmasından mağdur olanlar sosyal medyadan bu soruna el atılmasını talep ediyor. Koskoca İzmir’de toplam kapasitesi 187 olan 7 kadın sığınma evinin yetersizliğini dile getiren Mor Çatı Kadın Dayanışma Derneği, Belediye’nin bu sayıyı artırmasını talep eden bir imza kampanyası başlattı.
"Bakanlık, yörenin ihtiyacına, sosyo-kültürel yapısına göre uygun görülecek il ve ilçelerde konukevi açar. Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu yüz bini geçen belediyeler ihtiyaca cevap verebilecek nitelik ve sayıda sığınak açar." Yönetmelik konuyu böylesine muğlak biçimde yüzeysel geçiştirince, kadın sığınma evleri nüfusu 5 milyon olan İzmir için çok yetersiz kalıyor.
Mevcut sığınakların kadınların güvenliği ile ilgili bıraktığı boşlukların denetlenmesi ve kadınlar için güvenli mekânlar oluşturulması bir zorunluluktur. Hukuki ve psikolojik destek süreçlerinin verimli olması ve kadının yeniden sosyal yaşama kazandırılması için daha kapsamlı ve somut adımların atılması gereklidir. Daha da önemlisi, kadınların sığınaklara ihtiyaç duymayacağı toplumsal ilişkilerin sağlanması için, eğitimden başlayarak gerekli tüm tedbirlerin alınıp, kadına yönelik şiddetin durdurulup her insan ve canlı gibi özgür ve güven içinde yaşayabilmesinin sağlanması her birimizin görevidir. Katledilen her kadın onu koruyamayan yönetimlerin suçudur, toplumun utancıdır, kabahat hepimizindir.