Siyaset, yani bilimdeki adıyla politika kelime olarak “poli” ve tik” köklerinden gelir. “Poli” çoklu, “tik” ise mimik demektir. Bunu çok sevgili hocam Prof. Dr. Cem Yorgancıoğlu’ndan öğrenmiştim, hep hatırlarım. Yani çoklu mimik demek, benim anladığım ise biraz yanar-dönercilik, biraz nabza göre şerbetçilik anlamına gelir. İşin doğasında bu var zaten, “idare etmek”. Bunu şu örnekle daha net açıklayabilirim. Rahmetli Süleyman Demirel başbakanlığı sırasında dönemin Cumhurbaşkanı Merhum Turgut Özal vefat ettiğinde, daha önce Amerika Birleşik Devletleri’nde koroner baypas ameliyatı geçirdiği için, ambulansla benim de sonradan ihtisasımı tamamladığım Hacettepe Üniversitesi Kalp ve Damar Cerrahisi yoğun bakıma getirilmiş. Oldukça uzun bir resüsitasyon (ya da resütasyon: yeniden canlandırma işlemi: kalp masajı ve suni teneffüs) sonrası artık ölümü ilan edilecekmiş. Süleyman Demirel doktorlardan Turgut Özal’ın öldüğü bilgisini alırken (kendisinden izin almadığım için ismini zikredemeyeceğim, olay sırasında orada olan bir hocamın anlattığı üzere) gayet normal bir ifadeye sahipken, arkasını dönmüş ve basın açıklaması için dışarı çıkmış. Hocamın anlattığı şu şekildeydi. “Arkasını döner dönmez sanki en yakını vefat etmiş gibi üzgün ve acılı bir ifadeye bürünerek açıklama yaptı”. İşte politika böyle bir şey.
Gelelim yazımın konusu olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin 100. Yıl kutlamalarına. Oldukça geç olmakla beraber, hem o dönemde köşe yazısı yazmadığım, hem de siyaset içerikli yazıp yazmama konusunda emin olmadığım için gecikmiş bir eleştiri. İnsanlar yaşlandıkça doğum günlerini kutlamaktan imtina ederler. Çünkü yaşlanıyorlardır, bir nevi ölüme yakınlaşıyorlardır ve bunun zikredilmesinden pek hoşnut olmazlar. Kurumlar ise yaşlanmaz, yaş alır ve olgunlaşır. Daha tecrübeli olurlar ve bu tecrübelerden ders alarak daha etkili, daha güçlü, söz konusu bir siyasi parti ise daha sözü dinlenir olur. Mevcut durumda CHP’nin bu şartları sağladığını söylemek pek de mümkün değil. Yüce Atatürk’ün kurmuş olduğu parti olmakla övünmek yeterli olmuyor, hele ki o çizgiye pek yakın değil, hatta baya uzak iseniz. Yapılan işlerden ders çıkartmak bir yana, aynı hataları tekrarlıyor ve giderek daha başarısız oluyor iseniz. Toplumdan daha fazla eleştiri alıyor ve sözü dinlenmiyor iseniz. Hatta iktidarın başa gelmesinin yegane sebebinin sizin başarısız politika anlayışınız olduğu iddia ediliyor ise. Geçmişe bakarsak zaten CHP 100 yaşında değil, çünkü 16 Ekim 1981 ve 9 Eylül 1992 tarihleri arasında 11 yıl kapatılmıştır. Bu sebeple yaşadığı süre 100-11=89 yıldır. Yukarıda da belirttiğim gibi olgunlaşmış, aldığı yaşın hakkını vermemiş ve gerekli tecrübeye kavuşmamıştır. Bu sebeplerle ben 100. yılın kutlanmış olması için bir rasyonel görmüyorum. Bu benim şahsi fikrimdir ve tartışmaya açıktır. Bu yorum sadece beni bağlar.
Peki bence CHP ne yanlışlar yaptı? Öncelikle rahmetli Deniz Baykal ile başlayalım. Kendisi CHP’nin kapatılmış olduğu dönemde SHP’de defalarca merhum Erdal İnönü’nün karşısına başkan adayı olarak çıktı ve “yenilen pehlivan güreşe doymazmış” misali muhalefete devam etti. En son Erdal İnönü siyaseti bırakırken, liderliği kendisine devretti ve CHP’nin tekrar kurulması aşamasında genel başkan seçildi. Kendisinin özel hayatı normalde kimseyi enterese etmez, her şey insanlar içindir diyemiyorum. Çünkü bu kadar önemli bir görev icra ederken, hele ki o kadar hassas bir zamanda sizin zina videonuzun çıkması büyük bir sorumsuzluk örneğidir. Eğer özel hayatınız bu kadar önemli ise genel başkan olmayacaksınız. Eğer genel başkanlık makamı önemli ise bu işlerden uzak duracaksınız. Uçkuruna hakim olmayanın videosunu çıkarırlar, yaptığınız tüm mücadeleler sizle beraber partinizi de yerle yeksan eder. Yerinize seçileni de yıllarca o videoları sanki yeni başkan çıkarmış gibi topa tutarlar, sizin uçkur belanız partinin tüm geleceğini karartır.
İkinci olarak sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na gelelim. Dürüstlüğü ve iyi niyetinden şüphe edilmeyecek kadar asil biri olmakla beraber, güttüğü politikaların işe yaramadığını da maalesef görmeyecek kadar işlevsiz bir lider oldu. Ne olan bitenden ne seçim sonuçlarından ders aldı ve maalesef gürültülü ama sessiz bir biçimde partiye veda etti. Yanına aldığı çok şaibeli kurmayları vardı. Özellikle son genel seçimlerdeki, seçim sonuçlarının genel merkeze iletilmesi ile ilgili Anka Haber Ajansı ve Tuncay Özkan trajedisi akıl almaz boyutta. Ne sonuç iletilebildi ne de verilen paranın karşılığı alınabildi. Birçok bağımsız gazeteci kendi sosyal medya kanallarında bu kifayetsizliği kanıtları ile sundu, ama tabi bir açıklama yapılamadı. Zira adama “daha seçim sonucunu takip ve dökümante etmesi için para verdiğin kendi adamını tanımıyorsun, bu milleti nasıl tanıyıp yöneteceksin” derler. Bu konuda kapandı gitti. Sayın Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet tarihine geçecek bir diğer gafı ise 2010 referandumunda oy verememesiydi. Milletvekili seçildiği İstanbul’a taşınmış olan ikametini unuttu, Ankara’da eski oy verdiği sandığa gitti. Orada öğrendi durumu sandık görevlilerinden. Yahu kardeşim, etrafında bu kadar beceriksiz adam var demek ki, bir kişi bile kontrol etmemiş seçmen kütüğünü, birde bas bas bağırıyorlardı “aman seçmen kütüğünüzü kontrol edin, hile hurda olasılığı var” diye.
Akabinde Sayın Özgür Özel genel başkan oldu. Kendisi ile şahsen tanışıklığım ve yakın sohbet etmişliğim vardır, ama şu konjonktürde ne yapabilir, bu da kocaman bir soru işareti zira CHP’nin başında büyük bir dert var, adı da sayın “Ekrem İmamoğlu”. Kendisi ilk İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı olduğunda çevreme kendisinin CHP’nin başına dert olacağını söylemiştim, herkes o rüzgarla beni eleştirmişti. Fazla bireysel ve bence çok egolu. Sanki partiyi o yönetiyor gibi davranıyor. Bu dönemde yapılmayacak hatalar yaptı, örnek mi. Meşhur kayak tatili, İstanbul’da İngiliz diplomatlarla yediği yemek mesela. Bunları eleştirmiyorum, olacaktır, doğaldır ama bu zemin kaygan, bunları aleyhinizde kullanırlar, o zeminde sizi kaydırırlar, nitekim öyle oldu. Bir CHP’li başkan tabi ki ibadet edebilir ve muhafazakar dünya görüşüne de sahip olabilir. Ama bunu seçmenin gözüne sokamaz. Parti adına gidip Camii’de Kur-an okutamaz. O zaman tribünlere oynarken, kendi tabanından tepki alır. Genel başkanlık seçimlerinde bu kadar ön plana çıkamaz, her işte bir parmağı çıkamaz. Eğer amacı genel başkanlık ise aday olmalıydı. Eğer taban ve parti buna hazır değil diye böyle davrandıysa, demek ki hazır değil. O zaman herkes kendi rolünü üstlenecek. Bir orkestrada nasıl konzert-meister çıkıp şeflik yapamazsa sende 1. keman olarak sadece oturup kemanını çalarsın. Şimdi de bir rivayete göre Sayın özgür Özel geçen haftalarda Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile Ahlatlıbel’de yemek yemiş ve “aman hoca kurtar bizi fillerden” misali “aman Kemal Başkan, kurtar beni bu Ekrem’den” demiş. Tabi bunlar “mış”-“miş”. Kanıtım var mı? Yok, sadece duyum. Son olarak özgür Özel’de sıkı bir gaf yaptı. İzmir’de aday yerine yanındaki başka birinin elini tutup havaya kaldırdı. Bunlar insani hatalar, kabul olabilir, ama bu şartlarda, bu kaygan zeminde yapılmamalıdır. Biz Finlandiya değiliz, bakanın bikinili kano üzerinde resmi çıktığında başında kask yoktu diye eleştirelim.
Son olarak bir türlü zamanında açıklanamayan Çankaya Belediye Başkanlık koltuğu adayı olayı. Sayın Alper Taşdelen, bence CHP’nin sosyal demokrat anlayışından uzak gayet snop bir şahsiyet. Zaten, CHP’li dahil kimseyi kabul etmez, kapıya geleni odasına çıkartmazmış. Tekrar ediyorum “miş-mış”. Kendi tanık olduğum bir olayı aktaracağım. Ankara’da Karum’un altında çok lüks bir restoran var. Hayatımda bir kere gittim, o da merakımdan. Bende sosyal demokrat zihniyetinde biriyim, belki benim de öyle bir yere gitmem zihniyetimle çelişkili olabilir, ama ben siyasetçi değilim. Kendisi yan masamda gazeteci Deniz Zeyrek ile oturuyordu. Eylül 2022 idi tarih sanırım. Pizza ve şarap vardı menülerinde. Bu da beni enterese etmez, ama iktidar partisi seçmenini enterese eder, basında Deniz Zeyrek’in Sayın Ekrem İmamoğlu ile kaz yerken ve şarap içerken pozlarını kullandıkları gibi size karşı kullanırlar bu tavırları. Neyse başımla selam verdim, tanıdığımı ve hürmetimi belirtmek için. Aleyküm-selam vermediler. Bu da iyi. Sonra aralarındaki konuşma şöyle cereyan etti. Tekrar belirtiyorum, ispat edemem, sadece kulak misafiri oldum isteyerek. Yalanlarlarsa kanıtım yok, peşinen tekzip ediyorum “yanlış duymuşum demek ki”. Deniz Zeyrek diyor ki: “ya ben genel başkana dedim ki” Kemal Bey oluyor genel başkan kastıyla, “bu olmaz böyle”, konunun başını bilmiyorum, “o da dinlemedi yine”. Tabi bir gazeteci, desteklediği bir siyasetçiye fikir beyan edebilir, normaldir. Ama gayet lakayıt ve bir ti’ye alma tarzında bir konuşma idi. Beraber gülerek kadeh tokuşturdular ve yemeklerini afiyetle yediler. Ya kardeşim, size selam verdim, demek ki kim olduğunuzu biliyorum, yan masanızdayım ve sizi duyuyorum. Bu kadar hassas konuları, bu kadar ortalıkta ve bu tavırla nasıl konuşursunuz, hem de en lüks restoranda ki siyasi zihniyetinize ters düşebileceği iddia edilebilecek bir mekanda. Arkadaşlarım beni de eleştirebilir, ne işin var peki senin orda diye. Merak ettim gittim derim konu kapanır. Ama bir siyasetçi ve CHP’yi destekleyen bir gazeteci bu konumda ve bu tavırda ise işte böyle yazılara konu olurlar. İkinci kez belirtiyorum, ispat edemem, sadece kulak misafiri oldum isteyerek. Yalanlarlarsa kanıtım yok, peşinen tekzip ediyorum “yanlış duymuşum demek ki”. Bu arada yerinde bir karar oldu kendisinin aday gösterilmemiş olması. Sanırım dün yediği hurmalar bugün tırmaladı kendisini.
Velhasıl, CHP’nin 100. Yıl kutlamaları benim gözümde gayet yersiz ve anlamsız oldu, gaflar ve ders alınmamış icraatlar da son hız devam ediyor, nokta.