Biraz ondan biraz bundan
Utku ŞENSOY Bayram tatillerinin ardından, iş başına dönüşte olduğu gibi, gazete yazılarına yumuşak giriş yapmak adettendir. Biz de bu geleneğe uyarak, hafiften ona buna pa...
Utku ŞENSOY
Bayram tatillerinin ardından, iş başına dönüşte olduğu gibi, gazete yazılarına yumuşak giriş yapmak adettendir. Biz de bu geleneğe uyarak, hafiften ona buna parmak basarak güncele değinelim istedik. Ramazan ayının ardından, iki bayramı kent dışında geçirmek için tatil beldelerine göç etme imkanı olan mutlu azınlığın yollara döküldüğü bir tatil haftasını daha geride bıraktık. Muhtemelen Cumhuriyet tarihimizin en buruk, en hüzünlü Şeker Bayramlarından birini yaşadık. Keza büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız da bu yıl sönük geçti. Nasıl olmasın ki? 50 binden fazla yurttaşımızın yaşamını yitirdiği, 11 ildeki yüz binlerce insanımızın yurtsuz, evsiz, işsiz, okulsuz kaldığı bir ortamda peş peşe gelen iki önemli bayramı nasıl coşkuyla kutlayabilirdik ki? İnsanlarımızın önemli bir kesimi çadırlarda, hijyenik koşullardan yoksun biçimde yaşam mücadelesi verirken, eşinin dostunun yanına sığınmışken, bizler konforlu yuvalarımızda nasıl huzurlu olabiliriz ki?
Dinimizde komşu hakkı ve paylaşmanın önemi büyüktür. Hz. Muhammed (s.a.v.), birbirinin derdiyle dertlenmeyeni hakiki mümin saymadığını şu sözlerle buyurduğu rivayet olur: "Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi mü'min değildir." Bu hadis bile bizlere, dil, din, ırk, mezhep ayrımcılığı yapmaksızın, komşumuza yardım etmenin bir insanlık görevi olduğunu anlatıyor. Gerçekten de bir toplumda dayanışma ve yardımlaşma ne kadar çoksa, barış ve huzur o kadar fazla ve kalıcı olur.
*
Siyaset bu topraklarda oldum olası, ülkeye, yurttaşa hizmetten çok şahsi çıkar amacıyla güdenlerin yoğun ilgisini çeken bir alandır. Bu genel tablodan hareketle, “ahlaklı, namuslu, dürüst, harama el uzatmayan adil siyaset insanlarını tenzih ederiz” ama, cumhuriyetimizin kazanımlarını, birikimlerini, har vurup harman vururcasına satıp, milletin malını mülkünü adeta talan edercesine üleşme gayreti içinde olanların sayısı hiç de azımsanamayacak kadar çok oluyor. Siyasete ve güdümündeki bürokrasiye karışan bu tür ayrık otlarının yoğun olduğu bir ortamda, ülkenin birikimleri 80’li yıllardan beri, batan geminin malları gibi hesapsızca satılıyor. “Müflis tüccar eski defterlerini karıştırır” özdeyişinden yola çıkarak, hesapsızca yapılan bu harcamaların bedeli her zamanki gibi yine yurttaşın sırtına yükleniyor, bedeli yine halk ödüyor. Yükünü tutan küçük bir azınlık sırça köşklerde, bir eli yağda bir eli balda lüks hayat sürerken, halkın büyük bir kesiminin alım gücü düşüyor, yaşam standardı daha alt seviyelere geriliyor, yüksek vergi ve faturaların altında eziliyor.
Ekonomi büyük bir hesap işidir, bilimsel verilere dayanarak yapılan hassas ve önemli bir konudur. Bilimsellik dışı davranışlarla yapılan ev ve ülke yönetiminin sonucu her zaman hüsrandır, iflastır. Yönetenden yönetilene, en üstten en alt seviyedeki yurttaşlara kadar, toplumumuzun önemli bir kesimi ne yazık ki, hemen her alanda hesapsız, tutarsız davranışlar sergileme eğiliminde. Sonuç tamtakır bir kasa ve milyarlarca dolarlık iç ve dış borç yükü!
*
[caption id="attachment_280310" align="aligncenter" width="700"] Çadırkentlerdeki yurttaşlar zor koşullarda yaşam mücadelesi veriyor[/caption]
Bin yıllık Anadolu tarihimizde hala başat sorunumuz olan “barınma konusunda” bir arpa boyu yol alamadığımızı, tamamına yakını deprem bölgesi olan yurdumuzda, milyonlarca yapının bu topraklardaki koşullara uygun biçimde yapılmadığını her sarsıntıda acı biçimde öğreniyoruz. Yüz binlerce liraların döndüğü paralı eğitimden, sağlık alanında bulunamayan ilaçlara ve haftalar süren randevu sorununa kadar, yaşamsal olan hemen her konuda sıkıntıların olduğunu göz ardı edilemez. Ancak tüm bu sorunlar çözümlenemeyecek zorlukta değildir. Barındırdığı mültecilerle birlikte 90 milyonluk büyük bir ülke olan Türkiye, tüm bu sorunların üstesinden gelebilir. Yeter ki arzu ve istek olsun, liyakatli, namuslu, dürüst insanlar iş başında olsun, halktan alınan vergiler yetim hakkı yemeyen ahlaklı kadrolara teslim edilsin.
*
Seçim telaşıyla siyasi parti temsilcilerinin, tabanda safları sıklaştırma gayretiyle, zaman, zaman kastı aşan, bazen de kasıtlı ayrıştırma hamleleri son dönemde dikkat çekiyor. 14 Mayıs’a 3 haftadan az bir süre kala, hal böyleyken, sona yaklaştıkça siyasilerin kantarın topuzunu kaçıracak söylemlerine daha fazla tanık olabiliriz. Bu durumdan vazife çıkaran üç beş kendini bilmezin saldırıya varabilecek hoyratça hamlelerine ve savrukluğuna da tanık olmaya başladık. Tansiyonun giderek yükseleceği bu dönemde, aklı başındaki siyasi kadrolara, devlet görevlilerine, halka ve basına düşen, “demokrasiden nasibini almamış insansıların provokatif eylemlerine itibar etmeden” huzurlu bir seçim için yurttaşlık görevlerini layıkıyla yerine getirmektir.
Hayat pahalılığının bu kadar üst seviyeye tırmandığı bir ortamda bazı yurttaşların sinirlerinin gergin olması anlaşılabilir, ancak siyasi kadro ve destekçisi bürokratların gerginliği körüklemesi ve haddini aşan eylemleri destekleyen açıklama ve davranışlarda bulunmaları asla kabul edilemez. Asıl olan, seçimi bu veya şu partinin kazanması değil ülkenin, yurttaşların kazanmasıdır. Köklü gelenekleri olan büyük bir ülkenin bireyleri olduğumuzu unutmadan, birlik ve beraberlik içinde sakin ve vakur davranalım. Bu dönemde huzur ve sükunete hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var.
Kendi ikbal ve çıkarları için çığırtkanlık yapıp halkı galeyana getirme çabasında olanlara kulak asmayalım, asla taviz vermeyelim. Huzurlu günler temennisiyle…