Ahmet Çağatay Bayraktar
Oxford Sözlüğü, 6 aday sözcük arasından 37 binden fazla kişinin katılımıyla yılın kelimesini olarak "beyin çürümesi"ni (Brain rot) seçti. Bir kişinin zihinsel veya entelektüel durumunun, özellikle önemsiz veya meydan okumayan olarak kabul edilen materyallerin aşırı tüketimi sonucu bozulması anlamına gelen beyin çürümesi ise yeni bir kavram değil. İlk olarak 1854 yılında Henry David Thoreau’nun "Walden" adlı kitabında geçen terim toplumun karmaşık fikirleri değersizleştirme eğilimini eleştirmek amacıyla kullanılmıştı. Kitapta geçen "İngiltere patates çürümesini iyileştirmeye çalışırken, kimse beyin çürümesini iyileştirmeye çalışmayacak mı?" cümlesinden 150 yılı aşkın süreden sonra aynı terimin kullanılma oranı 2023 ile 2024 yılları arasında yüzde 230 oranında arttı.
Peki beyin çürümesinin nörolojik, psikolojik boyutları neler? Yaşanan değişim bireyin yanında toplumu nasıl etkiliyor? Uzmanlar 24 Saat için yanıtladı.
Beyin çürümesi teriminin yılın kelimesi seçilmesi günümüz alışkanlıklarıyla doğru orantılı. Oxford Languages Başkanı Casper Grathwohl, "beyin çürümesi"nin, sosyal medyada düşük kaliteli çevrimiçi içerik tüketiminin etkilerine ilişkin endişeleri yansıtan bir terim olarak tanımlıyor. Bu açıdan terimin yeni olmadığını vurgulayan Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Şeyda Koçak Kurt, terimin tekrar gündeme gelmesinin nedeni olarak haber alma pratiklerinin değişmesini gösterdi:
“Bugün özellikle Z ve A kuşaklarına ithaf edilen bu sorunun karşılığını ve cevaplarını bulmak için bilgi ve haber edinme farklılıklarına bakmak gerekir. Zira X ve Y kuşaklarının habere ulaşma pratikleri ile sonraki jenerasyonlarınki arasında önemli farklılıklar var. Eski kuşaklar için bilgi edinmenin çok keskin sınırları bulunuyordu. Bu önceleri radyo, sonra gazete ve en yoğun kullanıldığı zamanlar olan 1990’larda ise televizyondu. Özellikle gazete okur yazarlığa dayandığı için daha entelektüel bir iletişim aracı olarak görülürken, televizyon; kanal ve içerik artışıyla birlikte toplumları uyuşturan, öğretme ve eğitme amacını gerçekleştirmeyen boş mesajlar içeren bir aptal kutusu olarak anılmaya başladı. Toplumsal ilişkileri tamamen dönüştürdüğü, aileler arasındaki iletişimin azalmasına yol açtığı yönünde çokça şikayetler yapılıyor ve dönemin en alt kuşağı olan Y kuşağı özellikle çok fazla televizyon izlediği için eleştiriliyor, daha çok kitap okumaya yönlenmesi gerektiği söyleniyordu.”
“Orta yaş da yoğun akışın içinde”
Geçmişte televizyon üzerine yapılan eleştirilerin günümüzde sosyal medyaya yöneltildiğini belirten Kurt, beyin çürümesine karşı medya okuryazarlığı kavramının üzerine artık yeni medya okuryazarlığının koyulması gerektiğini savundu:
“Gençler, kendilerinden önceki kuşakların aksine bir bilgi, içerik ve enformasyon bombardımanına maruz kalıyorlar. Ve maalesef bunların tamamının bilgilendirme maksatlı olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak sosyal ağların algoritmik ve sistemsel yapısı, ağa katılan bireyin kolayca çıkmasını önlemek üzerine kurulu. Yani bazen telefonu elimize neden aldığımızı dahi unutturmak üzere yapılan sayısız yönlendirmeden bahsediyoruz. Hal böyle olunca o ağa yakalanmamak olasılık dışı oluyor. Gençlerin yanında Y ve X kuşağından bireyler de ‘akış’a dahil oluyorlar”
“İçeriği seçmek kişinin iradesinde”
Pandemi sonrası teknoloji ile insan ilişkisinin önemli bir değişim geçirdiğini söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Kurt, “Gençler ‘dijital yerli’ kategorisinde oldukları için, kendilerinden önceki kuşakların ‘dijital göçmenliğine’ karşı aslında avantajlılar. Ancak bu avantaj daha çok kullanım pratiklerine sahip olmaları açısından öne çıkıyor. Dijital okuryazarlığa sahip olma ise bambaşka bir meziyet” dedi. Bilinçli sosyal medya kullanımında ise uluslararası antlaşmaları işaret etti:
"Ne sosyal ağları yöneten şirketler, kurumlar, kuruluşlar, organizasyonlar ne de ekonomi-politik yapılar, beyin çürümesinin yaşanmasında sorumluluk almıyorlar. İçeriği seçmek tamamen kullanıcının elinde. Bir zamanlar televizyon için ‘kumanda elinizde istediğinizde kapatabilirsiniz’ denildiği gibi."
Pandemi beyin çürümesinde dönüm noktası oldu
TÜİK’in yaptığı Hane Halkı Araştırması’nın verilerine göre de internet kullanımının arttığına değinen Kurt, “2020 yılında bu oran yüzde 79 iken, sadece 4 yıl içerisinde yaklaşık yüzde 10 artarak yüzde 89’a ulaşmış durumda. Gençler arasındaki kullanım, kuşağın yatkınlığı sebebiyle elbette daha yaygın. Ama tam sosyalleşmeleri gereken bir evrede çok uzun bir süre eve kapalı kalmak zorunda olmaları, uzaktan eğitim alarak lise yahut üniversite eğitimlerinin büyük bir bölümünü arkadaşlarını, öğretmelerini görmeden geçirmiş olmaları gerçeğini yadsıyamayız. Bu gençlerin bizlerden çok farklı şekilde toplumsallaşmak zorunda kaldıklarını unutmamalıyız. Sürekli olumsuz eleştirmek ve aşağılamak yerine bu sorunlara yol açan nedenleri toplumsal, ekonomik, politik, teknolojik olarak değerlendirmemiz gerekir. Bunun için öncelikle gençler başta olmak üzere her yaştan kesime ‘dijital okuryazarlık’ eğitiminin verilmesini hatta bunun zorunlu eğitimin göz ardı edilmemesi gereken bir parçası haline getirilmesini önemsiyorum” sözlerini kullandı.
İçerik bombardımanı teyide engel oluyor
“Ağların yapısından kaynaklanan bu yoğun içerik akışında gençlerin detaylı okumalar yapmasını ve bunlara zaman ayırmasını beklemek pek gerçekçi değil” diyen Kurt dijital okuryazarlığın öneme şu sözlerle dikkat çekti:
“Kullanıcı, karşılaştığı içerik bombardımanı arasında neyin dezenformasyon, neyin mezenformasyon, neyin yalan haber olduğunu anlayabilmeli, içeriklerden şüphelenmeli ve araştırmasını yapmalı.”
Prof. Dr. Emmez: Bu hız beyne fazla geliyor
Yoğun ve bazen gereksiz bilginin beyni fiziksel olarak da zorladığını söyleyen Türk Nöroşirürji Derneği Başkanı Prof. Dr. Hakan Emmez, sosyal medyanın beyne zararlarını şu sözlerle anlattı:
“Beyin çürümesi, aslında uyuşturucu, sigara ve alkol bağımlılığının özelliklerini içeriyor. Gereksiz ve faydasız internet içeriklerinin hızlı kullanımı beyni olumsuz etkiliyor. Nitekim ‘hızlı kaydırma’ ile birçok içerik izlense de beyin bunların hiçbirini kaydetmiyor. Ama maruz kaldığınız süre içinde beyin, bu bilgileri algılamak için enerji sarf ediyor. Bu da düşünsel anlamda tembelliğe yol açıyor."
Hızlı kaydırma unutkanlığa neden oluyor
Sosyal medya içeriklerinin yarattığı düşünsel etkiyle nitelikli bilgilerin beyinde aynı etkiyi yaratmadığının altını çizen Emmez, “Beyin, sosyal medya içeriklerinin hızlı tüketilmesi nedeniyle bunları hafızaya kaydetmiyor. Fakat okunan bir kitap ve izlenen film üzerine düşünüyoruz, anlamaya çalışıyor ve yorumluyoruz. Bu da beyni geliştiren bir aktivite. Örneğin Alzheimer hastalarına beyinlerini çalıştırmaları için bulmaca tavsiye etmemizin temel nedeni de bu. Sosyal medya içerikleri ise aksine unutkanlığa neden oluyor, dikkat bozukluğuna yol açıyor. Bu açıdan hızlı kaydırma ile beynin mevcut potansiyelini adeta harap ediyoruz. Beyin çürümesi dediğimiz kavramın asıl nedeni de bu” şeklinde açıkladı.
Gençler risk altında
Beyin çürümesinin kuşaklara farklı etkileri olduğunu savunan Emmez, “İnternetin yaygınlaşması öncesinde doğan ve eğitim alan kuşak, eğitim ve kültürel beslenme açısından belli bir altyapıya sahip. Fakat gençler, okul çağında alması gereken bilgi ve kültürü alacak odaklanma gücünü almakta zorlanabilir. Nitekim bu da beyin çürümesi kavramının yaşamımızda giderek yaygınlaşacak bir sorun olduğunu gösteriyor” dedi.
Prof. Dr. Sümer: Rasyonel düşünce ve sezgiyi devre dışı bırakıyor
Beyin çürümesi kavramının aynı zamanda yeni bir çağa geçişimizin bir işareti olarak yorumlayan Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Toplumsal Psikoloji Çalışmaları Koordinatörü Prof. Dr. Nebi Sümer, “1990’lardan itibaren makine öğrenmesi, yapay zeka ile aslında yeni bir çağa başladığımızı söyleyebiliriz. Beyin çürümesi de bu süreç sonucu karşımıza çıktı aslında. Bu sürecin hızı insanın doğal evrimleşme aşamasını ile çoktan aşmış durumda. Sosyal medyada hızlıca edinilen içerikler ise düşünsel anlamda bir süzgeçten geçirilmeden gerekli veya gereksiz birçok bilgi edinilmesine yol açıyor. Aslında insanın rasyonel düşünceyle veya sezgileriyle doğru olmadığını düşündüğü bilgi, düşünce ve yorumları anlamadan kabul etmesine de yol açıyor yaşanan durum. Beyni işlevsiz kılarak başka bilgileri tüketme isteği ortaya çıkıyor” dedi.
“Bilgiye erişim kolaylaşsa da yanlış hâlâ daha yaygın”
Dijital medya okuryazarlığı yanında bilim okuryazarlığının eksik olmasının da beyin çürümesini doğuran nedenler arasında sıralayan Sümer, “Beyin çürümesinin toplumsal bir karşılığı da kişilerin manipülasyona açık hale gelmesi. Söylenen veya gösterilen her unsur sorgulanmadan inanılıyor. Günümüzde internet, doğru ve nitelikli bilgiye erişimi geçmişe nazaran daha kolay hale getirdi. Buna rağmen yanlış bilginin yayılma hızı daha fazla. Bilginin anlaşılması ve yorumlanması süreci devre dışı bırakılarak ham haliyle kabul ediliyor. Bu da toplumları doğru bilginin ışığında ilerlemek yerine yanlışlarla dolu bir nehrin akıntısına bırakmak anlamına geliyor” değerlendirmesinde bulundu.
“Sosyal medya kullanıcı algoritma kurbanı”
Beyin çürümesi’nin ortak insanlık ve kültürel normlarını da zayıflattığını belirten Sümer, “İnsanın kendini düzenleme becerisi, toplumsal düzeni sağlayan kurallara uyma yönelimi, karşısındaki kişi dinleyip anlama ve sorun çözme eylemleri tam oturmamış oluyor. Bilgi çağının içerisinde, insan nedir, eğitim nasıl olmalı, kurallar nasıl şekillendirilmeli soruları hep havada kalıyor. Sosyal medya algoritmasının farkında olmadan, algoritmanın kurbanı olmak da bu durumun göstergelerinden biri” ifadesini kullandı.
“Akademide de beyin çürümesi var”
Entelektüel ve eğitimli kişilerin de beyin çürümesi etkisi altında kaldığını söyleyen Sümer, “Etik değerlere ve çevresindekilere saygılı insan yerine ilişkileri tüketmeye, sürekli satın almaya odaklı insan sadece sokakta değil akademik çevrede de var. Bunu da niteliğine bakmadan sadece makale ve yazı sayısı fazla kişilerin öne çıkarılmasında görüyoruz. Yani akademide de mantık, ‘Kim çok yazarsa o kazanır’ şeklinde” dedi.
“Bilinçsiz yapay zeka kullanımı tembelliğe itiyor”
Yapay zekanın bilinçli kullanılmamasının da beyin çürümesine yol açtığını ifade eden Sümer, “Yapay zekâ gibi iş yapmayı kolaylaştıran araçlar insanları fikirsel açıdan tembelliğe itebiliyor. Meslekler, elbette teknolojinin ilerlemesiyle gelişme gösterecek fakat hayatın insan odaklı olduğunu düşünürsek düşünce gerektiren eylemlerde sorumluluğu sadece yapay zekaya verirsek bu durumdan medeniyet zararlı çıkar” sözlerini kullandı.