İTÜ'de "10. Uluslararası Öğrenci Sempozyumu" düzenlendi İTÜ'de "10. Uluslararası Öğrenci Sempozyumu" düzenlendi
Gülseren Tozkoparan Jordan/Ankara Basın emekçisi Hülya Akdeniz, bir haber okudu hayatının akışı değişti. Hikâyesini kendisinden dinlediğim, 64 yaşındaki Akdeniz, bedenini “kadavra olarak” bağışladığını Haziran ayında sosyal medyadan duyurdu. 2019 yılında, “Her yıl 16 bin dolar, yurt dışından kadavra getirtmek için ödüyoruz” haberini okuyunca, “bedenini kadavra olarak bağışlama” kararını alan Akdeniz, beş yıllık bir bekleme sürecinin ardından dileğini yerine getirebildi. Haberi ilk okuduktan sonra araştırmaya başlayan Akdeniz, Pamukkale Üniversitesi’nden Prof. Dr. Esat Adıgüzel’e ulaşıp bilgi almış. Bağışcı olmak isteyen Akdeniz’e, Prof. Dr. Adıgüzel, bir hastalığı olup olmadığını sorduğunda “Turp gibiyim, hiçbir kronik hastalığım yok” diye yanıtlamış. Düşüncesini hayata geçirmesinde sürenin bu kadar uzamasının kendisinden değil tek çocuğu, oğlunun bu karara sıcak bakmamasından ve araya giren pandemi, taşınma vb. gibi başka sebeplerden kaynaklandığını belirtiyor. Pamukkale Üniversitesi Tıp Fak. Anatomi Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Esat Adıgüzel, önemli bir konunun altını çizip bu bilgileri veriyor: “Ülkemizde kişi hayatta iken bağış yapılması söz konusu değil. Bağışı, ancak ölen kişinin ailesi yapabilir. Bu nedenle hayatta iken doldurulan belgelerin etik gereği, kişinin rızasını alma dışında bir bağlayıcılığı yok. Ayrıca kişi rıza gösterse dahi ailesi kişi öldükten sonra bedeni bağışlamayabilir. Her kişi bir beyaz kâğıda rızasını belirten bir tutanak yazıp, kendisi ve iki şahit imzalarsa geçerli bir belge olur, bu belge kişinin evinde bulundurulur ve ölüm halinde bize haber verilirse biz bedeni teslim alırız. Bir kuruma bağış belgesi doldurmak çok kullanışlı değil, kişinin öldüğünden üniversitenin haberi olmuyor, aile cenazeyi defnediyor. Yani bağışı yapacak ailenin en başta rızası şart. “ Ve beş yıllık süreç başlıyor… Akdeniz, “Kararımı verdikten sonra 4 yıl boyunca oğlumu ikna etmeye çalıştım. İlk önce bilindik sebeplerle kabul etmek istemedi. “Mezarsız ölüm mü olur, ziyarete nereye gideceğiz!” dedi. Ben de, “Gitme arkadaş, niye gideceksin ki!.. Ben mezar ziyareti sevmem ve yapmam da! Köye gidince ailem, babamın mezarını ziyaret ederken ben kenarda beklerim, gereksiz buluyorum” dedim. Annesinin kararlı ve ısrarlı olmasıyla sonunda pes eden oğlunun, “Senin bedenin, ne yaparsan yap” diyerek kabullenmesi üzerine harekete geçen Akdeniz, soluğu yaşadığı yere en yakın Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Tıp Fakültesi’nde alır. Bundan sonraki süreci Akdeniz, şöyle anlattı: “ÇOMÜ’den telefonla randevu aldım ve gittim. Bana orada Dr. Ozan Tavas, yardımcı oldu. Bir form verdiler. En yakınınız kimse o da formu dolduruyor. Matbu bir kâğıt, oğlum o formu doldurup imzaladı ancak ben el yazısıyla da ayrı bir kâğıda yazıp imzalamasını istedim, öyle yaptı. Annesinin beden bağışını kabul ettiğini yazdı. O formu verdiğimde bana hastanenin Psikiyatri bölümünden de randevu alınmıştı, direk oraya gittim. Bu kararı kendi özgür irademle alıp almadığıma dair üç beş soru sordular yazıp imzaladım. Dr. Tavas, beni bir odaya aldı, 2 de hastane personeli çağırdı. Onlarda benim formumu şahit olarak imzaladılar. Şahitler tanıdığınız da olabilir yabancı da. Onlardan birisi genç bir kızdı, beni tebrik etti. Kendisinin de ailesinin tepki göstermesine karşın beden bağışcısı olmakta kararlı olduğunu söyledi. Tamamı yarım saat süren kısa ve basit bir işlem diyebilirim ancak benimki biraz uzun sürdü. ÇOMÜ’yü ilk aradığımda önce görüşmeye çağırdılar ve beden bağışına nasıl karar verdiğimi sordular. Benim iki sebebim vardı. Anlattığım gibi birincisi ülkemizde kadavra bulmakta sıkıntı olması! Hiç olmazsa ben gittikten sonra bedenim öğrencilerin işine yarasın istiyorum. Üniversite hastanelerinde çocuklar kadavra bulamayınca nasıl yetişecek! Toprak altındaki bedenim ne işe yarayacak bari onların işine yarasın. İnanın bunları ulvi bir düşünceyle söylemiyorum, manevi haz anlamında değil sadece pratik düşünüyorum. İkincisi ise; benim oğlum kaptan, yurt dışında çalışıyor ve bana bir şey olduğunda cenaze işlemleriyle uğraşmak zorunda kalmasın. Mezar yaptırmak, bazı törenleri yerine getirmek gibi şeylere de gerek yok. Zaten benim dini açıdan bir endişem yok! Yani mezarım olsun, yerim belli olsun gibi. Organlarımı da zaten bağışlamıştım. Mezar ücretleri de bir hayli artmış biliyor musunuz? Ben istesem kendi köy mezarlığıma ücretsiz gömülürdüm ama konu sadece ben değil. Yıllarca çalışıp vergimizi ödüyoruz bir de üstüne mezar parası ver! Çocuğumun bu bürokrasiyle uğraşmasını hiç istemem. Ben ölünce her şey bitiyor, o da gezip tozsun. Bir süre önce İstanbul’da bazı mezarlıklar bozuldu ve üstüne konutlar yapıldı. Ne oldu, nereye gitti mezarlar? Ayrıca Türkiye, o kadar zengin mi her yıl binlerce dolara kadavra alsın! Bir de karaborsa oluşmuş, kimsesizler mezarlığından çalıp satıyorlarmış. Bütün prosedürü yerine getirdikten sonra işi/bağışı sağlama bağlama işi biraz uzadı. Dünyanın bin türlü hali var. Oğluma benden önce bir şey olur da kararımı uygulamayacak durumda olursa 4 kardeşim var, onlardan birisi bile vefat etse onların çocukları var. Bağış yaptığım tıp fakültesi, onları tek tek bulup onay almak zorunda kalacak. Bunlara gerek kalmasın diye işi garantiledim. Notere gittim. Noter tekrar psikiyatriden ‘Akıl ve ruh sağlığımın yerinde olduğuna dair’ rapor istedi. ÇOMÜ psikolog/psikiyatri servisinden rapor alıp, 2 tanıklı gerekli evrakları doldurdum. Devlet hastanesinden istenen mutad raporunu da aldıktan sonra noter vasiyetnamemi düzenledi, onayladı. Benim her zamanki temkinli halimden dolayı iş biraz uzadı ama sonunda her şey tamamlandı.” Bizim toplumda açık açık konuşulamayan zor konuları aştığını ve rahat olduğunu söyleyen Akdeniz, “Doğum gibi ölüm de hayatın bir gerçeği, açıkça konuşmak gerek. Filmlerden gördüğüm kadarıyla yabancılar da bu törenler daha özenli kişiye yönelik. Törenden sonra cenaze evine gidilip, rahmetli anılıyor, şarap içiliyor vb. Ben babamın törenine şık giyinip gittiğimde biraz tepki toplamıştım, baloya mı geldin diyen akrabalar olmuştu. Bizim toplum pek alışkın değil böyle şeylere” tespitinde bulunuyor. Altı ay bekleme yükümlülüğü var Akdeniz’e verilen bilgiye göre, bağışçı hastanede vefat ettiğinde ismi sisteme giriliyor, organ bağışçısı ise organları alınıp, kadavra bağışı yapılan hastaneye haber veriliyor ve gelip alıyorlar. Evde ölüm gerçekleştiğinde ise yakınları eğer hâlâ bağışın gerçekleşmesini istiyorlarsa önceden bağışçıya verilen numaralara ulaşıyor sonra hastane bedenin hastane morguna taşınmasını organize ediyor. Bağış yapılan üniversiteyi aradıklarında da gelip alıyorlar. “Kadavra bağışçısı vefat ettiğinde sorumluluğun, öncelikle 1. derece yakınlarına ait olduğunu” belirten Dr. Tavas, “Kanun gereği, ilk 6 ay bu bağıştan vazgeçme yetkisine sahipler. Daha sonra morgdan laboratuvara teslim alıp bedenin korunmasını sağlamak için ilaçlama işlemi yapılır. Altı ay bekleme yükümlülüğü var. 6 ay içinde 1. Derece yakınları hâlâ vazgeçebilir” bilgisinin altını çiziyor. İlk 6 ay ceset, ilaçlatıp bekletiliyor, aileden bir itiraz gelme ihtimaline karşı. O arada aile, cesedi geri isterse ilaçlama bedelini verip bedeni alabiliyor. Bedene uygulanan ilaçlama, pahalı bir işlem olduğu için üniversiteye bu kimyasalların ücretinin ödenmesi şartı mevcut. Şu anda ilaçlama ücreti 2 bin TL civarındaymış. Mesela ÇOMÜ’de geçmiş yıllarda 6 ay geçmeden ilaçlanmış bir kadavranın yakınlarının bağıştan vazgeçerek bedeni teslim aldığı bir vaka yaşanmış. Her şey bittiğinde dini tören yapılması seçeneğini istemeyen Akdeniz, “Ayrıca bağış formunda, bedenin ilelebet kalması ya da 5 yıl sonra kemiklerin alınıp defnedilmesi ile ilgili bir seçenek var. ‘İlelebet kalsın’ı seçtim ve oğluma da söyledim. İsterse gidip alabilir, kemiklerimi balkon, salon veya bahçesinde bir saksıya gömebilir, kırmızı çiçekli bir bitkinin altına gömülmeyi tercih ederim. Tabii ki ‘Öldü gitti, şimdi de buradan hayatıma tahakküm ediyor’ diye düşünmeyecek ise” imasıyla bitiriyor söyleşiyi. Yıllık kadavra ihtiyacı, tıp fakültesi sayısının üzerinde… ÇOMÜ, bağış açısından nispeten şanslı bir üniversite; bu yıl 7 bağışçı olmuş. Bu bağışların çoğu, Akdeniz gibi genç sayılabilecek yaşta kişilerden. Aktif bağış sayısı yüksek olsa da vefat edip üniversiteye teslim alınan beden sayısının hep daha az olduğu belirtiliyor. Eğitimin devamlılığının bir şekilde sağlanmasıyla beraber her öğrencinin kadavra eğitimini kendisinin bizzat yapabilmesi için yıllık kadavra ihtiyacının tıp fakültesi sayısının üzerinde olduğu vurgulanıyor. Prof. Dr. Adıgüzel, 10 tıp öğrencisine (tüm tıp eğitimi boyunca) bir kadavra olmasının en ideali olduğunu söylüyor. Söz gelimi kendi fakültelerine bu yıl 320 öğrenci alınmış. 32 açılmamış kadavra gerektiğini ama hiç yeni kadavralarının olmadığını ekliyor. Tıp eğitiminin nitelikli bir şekilde sürdürülebilmesi için kadavraya ihtiyaç olduğu aşikâr. Ülkemizdeki yetersiz beden bağışı sayısının tıp öğrencilerinin yetişmesi özellikle anatomi eğitimi açısından önemli bir sorun teşkil ettiği otoritelerce dile getirilmekte. Kimsesiz yurttaşlara ait cenazelerin bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere üniversitelere teslim edilmemesi de eklenince anatomi eğitimi sorunu kronikleşmiş. Buna çözüm olarak son yıllarda sıklıkla çıkarılan torba yasalar yoluyla üniversitelerin kadavra tedarik etmelerinin önü açılmış. 2 Ocak 2014 tarihinde kabul edilen “Sağlıkta Torba Yasa” olarak bilinen 6514 Sayılı “Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 42. maddesi, Türkiye’de daha önce yasal bir niteliğe sahip olmayan kadavra ithalini belli şartlar altında geçerli kabul etmiş. Bu konuda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) 91-93. maddelerinde kanun koyucu ölü bedenden hukuka aykırı şekilde organ ve doku almanın suç oluşturacağını düzenlemiş. Bu konuyla ilgili diğer kanun ise 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun. Prof. Adıgüzel, yurtdışından bir kadavranın 16 bin Dolar nakil masrafıyla geldiğini, bu bedelin nakil-saklama masrafı olarak aracı şirketlere ödendiğini belirtiyor. Yoksa beden bağışında satılma, ithalat söz konusu değil. Ülkemizde toplam bağış kadavra sayısı konusunda devletimizin merkezi bir kayıt sistemi olmadığı bilgiler arasında. Oysa Hollanda, 16 bin kayıtlı beden bağışçısı ile bir örnek ülkeymiş. Yayınlanan raporlarda kadavra üzerinde eğitim görmenin, öğrencilerin mezuniyet sonrası formasyon ve becerilerini olumlu yönde etkilediğine işaret edilmekte. Türk Anatomi ve Klinik Anatomi Derneği (TAKAD) 2012 yılında, “Bağışlayın Bedeninizi, Tıp Eğitiminde Yaşasın” isimli kampanya gibi çalışmalar yaparak Tıp Fakültelerindeki kadavra yetersizliğine dikkat çekmeye çalışmış. Bazen da ünlü isimler beden bağışı yaptığında konu gündeme geliyor. ABD’de yoksul yurttaşların cenaze masrafından kaçınmak için bedenlerini bilimsel araştırmalara bağışladıkları da basın da çıkan haberler arasında.

Editör: Ahmet Ertüm