Kıvanç El
Dün "bayram"dı, bugüne bayramdan ne kaldı derseniz, koca bir "mesaj yığını" dışında aslında pek bir şey kalmadı.
24 Temmuz 1908 basında sansüre son verildiği, sansür memurlarının gazeteciler tarafından gazetelere sokulmadığı ve gazetelerin özgürlüğünü ilan etmeye başladığı gündür. O günden bu yana mücadelenin özü ise değişmedi; "sansürle mücadele".
116 yıldır devam eden bir mücadele sürecine bakıldığında aslında günümüzde bir “bayram”dan söz etmek pek de mümkün değil. 24 Temmuz bu nedenle birçok meslek örgütü ve gazeteci tarafından "bayram" olarak değil, “Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü” olarak anılır, kutlanır. Ancak bu mücadeleye vurguyu "resmi" mesajlarda görmek elbette zor.
Abdülhamid istibdadını bitiren İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla özgürlüğe kavuşan gazeteciler o günden bugüne sansürün kaldırılışının yıl dönümünde iktidardaki veya iktidar dışındaki siyasi aktörlerin hep hedefinde oldu. İktidarın "basın özgürlüğü" konusunda çiçek bahçesini andıran mesajları ise ne yazık ki sadece kağıt üzerinde.
Sansür sadece bir haberin engellenmesi veya yazdırılmaması değil. Sansür; patronların kontrol ettiği birçok basın kuruluşunun siyasilerle ilişkilerinin geldiği noktadır da aynı zamanda. Gazetecilerin sendikasızlaştırılması, emeklerinin verilmemesi, haklarının yok edilmesi ve güvencesiz şekilde çok düşük ücretlerle çalıştırılmasıdır sansür…
Sansür gazetecisiz gazeteler, basın kuruluşları yaratmaktır…
Sansür, gazeteci haberini yaptığında, “bu haberi yazarsam başıma ne iş gelir" endişesi ile o haberi ya hiç yazmaması ya da endişeye düşmesidir. Hak ettiği halde gazeteciye basın kartı verilmemesidir sansür…
Haber yapan gazetecilerin tutuklanması, soruşturma açılması veya bugün mesaj yayınlayanların "bunlar terörist" demesini saymıyorum bile. Bunlar rutin gelişmeler…
Tüm bu sansür biçimleri halkın haber alma hakkını engelleyen sistemin birer parçasıdır. Halk bu sansür sistemine ses çıkarmadıkça sansürün bedelini gazeteciler ödeyecektir. Ancak gazetecilerin ödeyeceği bu bedelin sonuçlarından en fazla etkilenecekler ise yine ses çıkarmayan halktır…
Türkiye'de her meslek elbette zor şartlarda çalışıyor. Ancak özellikle son 10 yıldır gazetecilerin çalışma şartları tüm bu sebeplerden çok daha geriye gidiyor. Halkın haber alma hakkını, artık ne halk ne gazetecilerin büyük kesimi savunamaz durumda. Siz bakmayın son model arabalarda gezip, yatlar katlar edinen, milyon dolarlık sitelerde oturan "gazeteci"lere… Elbette hakkıyla kazananı da vardır ancak o herkesin gördüğü "modellerin" dışında gazetecilerin büyük bir kesimi bugün "asgari yaşam" standartlarında hayatını sürdürmeye çalışmakta. Bu zor şartlar içinde onurlu şekilde haberini yapmaya çalışan tüm dostlarımızın "mücadele günü" kutlu olsun…