Basın özgürlüğü

Abone Ol

Toplumsal düzen kurallarını ana hatlarıyla, “Hukuki kurallar, Ahlaki kurallar, Görgü Kuralları ve Dini kurallar” olarak 4 ana başlıkta toplayabiliriz. Kendine özgü farklı yaptırımları olan bu dört kuralla toplum düzeni sağlanır. Her birinin yaptırım gücü, bir toplumdan diğerine farklılık gösterir. Bir ülkenin normları diğerinden çok farklı olabilir. Bu normlar, o toplumdaki bireylerin nasıl bir arada yaşamaları ve davranmaları gerektiğini belirleyen kurallar veya ilkeler bütünü olarak kabul edilir. Toplumbilimciler normları, “Yazılı olmayan ve toplumun davranışlarına hükmeden anlayış olarak tanımlar.” Sosyologlar ise, normları yazılı ve yazısız olmak üzere ikiye ayırır. Yazılı normlar resmi normlar olarak bilinen, kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve kararname gibi metinlerdir. Yaptırım gücü yüksek olan yazılı normlar, kamu kurumları ve özel sektörde yoğun biçimde kullanılır, para ve hapis cezası içerir, hukuk olarak tanımlanan bu akitler, bir toplum için yaşamsaldır vazgeçilmezdir. Temel hedefin sosyal kontrol olduğu yazısız normlar ise, resmi olmayan toplum içerisinde genel geçer kurallardır. Buna örnek olarak, “Örf, adet, gelenek, görenek, ahlak ya da töreyi” sayabiliriz. Yazısız normlara uymayanlar toplumda ayıplanır, dışlanır. 
Bu kadar uzun ve karmaşık bir girizgahı, 21’nci yüzyılda bulunduğu coğrafyanın en önemli ülkesi Türkiye’de zaman zaman yaşadıklarımızı toplumsal kural ve çağdaş kalıplara sığdıramadığımız için yaptık. Bazen öyle şeyler yaşıyoruz ki bu kadarı da olmamalı, bu insanımıza da, ülkemize yakışmıyor diyoruz. Tüm dinler ve toplumsal yazılı ve yazısız kurallar, hırsızlık, dolandırıcılık, ahlaksızlık, haksız kazanç, başkasının malına, canına kast etme gibi kabullenilemeyecek, suç teşkil eden davranışlara karşı katı tavır almış, bunları ayıplayıp yasaklamıştır. Bireyden çok ayrık otu olarak tanımlayabileceğimiz insansı yaratıkların bu tür davranışları ayıptır, toplum yaşamına uygun değildir, suçtur, toplumu yaşanmaz hale getirip, halkı aşağı çeker. Bazen de yasalar, toplumu gerer, cendereye alır, çağdaşlaşma yolunda geri adım attırabilir. Basın bir toplumun yüz aynasıdır, onun kalemine vurulacak her pranga o toplumun ilerlemesinin önüne set çekmektir. İleri demokrasilerde medyanın, kısıtlanması, baskı altında tutulması, basın özgürlüğünü daraltmaya yönelik adımlar atılmaz, düzenlemeler kabul görmez.
Ülkemizde bunun son örneği geçtiğimiz Salı günü yaşandı. Basın Konseyi, ÇGD, Gazeteciler Cemiyeti, İzmir Gazeteciler Cemiyeti, TGS, Haber Sen’den oluşan basın meslek örgütleri, gazetecilerin keyfi olarak suçlanmasına, tutuklanmasına neden olan TCK'nın 217/A maddesine yapılan eklemenin iptali için Anayasa Mahkemesi önünde “Sansüre ve tutuklamalara karşı basın nöbeti" tuttu.
AYM, CHP’nin, gazeteciler için tutuklama gerekçesi olarak mesnet teşkil eden kamuoyunda  “Dezenformasyon Yasası” olarak bilinen “Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma” suçuna hapis öngören düzenlemenin iptali ve yürürlülüğün durdurulması talebini oy çokluğuyla reddetti. Dezenformasyon ile mücadele olarak bilinen 7418 Sayılı Basın Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanununun 29'uncu maddesiyle, TCK'nın 217/A maddesine ekleme yapılarak, “Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma” suçu ihdas edilmiş, bu suçu işleyenlerin 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması öngörülmüştü. TCK'ya eklenen 217/A maddesi aynen şöyle; 
“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma: (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. (2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi halinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”
Basın Özgürlüğü başlıklı yazımızı, basının millet yaşamındaki önemine ilişkin Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerini anımsayıp konuyu daha iyi özümseyelim;
-“BASIN, HİÇBİR SEBEPLE BASKI VE ETKİ ALTINA ALINAMAZ.”1923 
-“GAZETELER, YASANIN VE HALKIN ÇIKARLARININ TERSİNE DAVRANIŞLARA TANIK OLDUKLARI VE BUNLARI ÖĞRENDİKLERİ TAKDİRDE GEREKLİ YAYINDA BULUNMALIDIRLAR.” 1923
-“GAZETECİLER, GÖRDÜKLERİNİ, DÜŞÜNDÜKLERİNİ, BİLDİKLERİNİ SAMİMİYETLE YAZMALIDIRLAR.”1929
-“BASININ, GENEL YAŞAMDA VE CUMHURİYETİN İLERLEME VE GELİŞMESİNDE SAHİP OLDUĞU GÖREVLER YÜKSEKTİR.”1930
***
YARGIDA DEPREM
Yukarıda yazılı normlardan söz ederken, kanunlara değinip, toplumları oluşturan insanların birbiriyle ilişkilerinin düzenlenmesinde çok önemli rol oynadığına vurgu yapmıştık. Hukuk insan için, toplum için ülke yönetimleri ve uluslararası ilişkiler için yaşamsaldır, olmazsa olmazdır. Yargı ise, egemenlik veya devlet adına hukuku yorumlayan ve ona başvuran mahkemeler düzenidir. Hafta başında Yargıtay 3’ncü Ceza Dairesi’nin, tutuklu TİP Milletvekili Can Atalay için ihlal kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması toplumun önemli bir kesiminde soğuk duş etkisi yaptı. Siyasi partilerden, Barolara, STK’lardan yurttaşlara kadar farklı çevrelerden gelen bazı tepkiler şöyleydi. 
-“Bu, anayasayı ihlal suçunun ötesinde anayasal düzene karşı kalkışma girişimidir. Derhal bastırılmalıdır”,
-“Yargıtay'ın Anayasa Mahkemesi kararını tanımayıp, üstüne hak ihlali kararı veren üyeler hakkında suç duyurusunda bulunmasının başka izahı olamaz. Bu karar demokrasiye ve hukuk devletine darbedir, asla kabul edilemez”, 
-“Yargıtay 3. Ceza Dairesinin, Anayasa Mahkemesinin Ş. Can Atalay başvurusunda verdiği ihlal kararı üzerine aldığı “uymama” ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması şeklindeki kararı Anayasal düzeni değiştirme teşebbüsüdür.”