Gökhan Bulut
Basın özgürlüğünün bir yanında özgürce oluşturulmuş haberlerin kamuoyuna sunulması hakkı varken diğer yanında kamuoyunun da bu yayınlara ulaşabilme hakkı bulunuyor. Bu nedenle örneğin, eğitimin tüm yurttaşların bağımsız fikir geliştirebilmesini sağlayacak nitelikte ve herkes için erişilebilir olması; yayınları edinebilmek için gereken ekonomik gücün de yine herkes için sağlanmış olması gerekir. Basın özgürlüğünün bulunduğu bir toplumda yaşamak aynı zamanda bir yurttaşlık hakkıdır. Yurttaşlık bilincinin geliştirilmesi ve yurttaşlık haklarının genişletilmesi devletin görevidir. Bu görevi tersine işleten bir iktidarın varlığı koşullarında ise basın özgürlüğü yalnızca iktidar yanlısı bir propaganda serbestisi olarak vuku bulur. Diğer her türlü yayıncılık ise yalnızca kısıtlanacak ve cezalandırılacak bir suç potansiyeli olarak görülür iktidarlar tarafından.
Basın özgürlüğü aynı zamanda “kamu” fikrinin oluşması, ilerletilmesi ve kamu yararının gerçekleştirilmesi anlamına da gelir. Gerçek hayatta “kamu” diye bir şeyi gözlemleyemeyiz, yalnızca insanları belli ortak paydalar içinde kamu olarak “tanımlamak” söz konusudur. AKP’nin 22 yıllık iktidarında ise “kamu” küçük bir grupla tanımlandı ve ne yazık ki o grup bile aktüel siyaset içinde militan bir taraftarlığa mahkûm edildi. Toplumun çok daha büyük bölümü ise gayri-meşrulaştırıldı. Dolayısıyla “en geniş kamu” yararı gözetmesi beklenen ve bunu savunan basın da suçlulaştırıldı. Siyasal gericileşmeye karşı cumhuriyeti savunan geniş kitleler ile özlük haklarını savunan ücretli çalışanlar, bu nitelikleriyle “kamu” olmaktan dışlanınca onların taleplerini dile getiren basın faaliyeti de susturuldu. Son günlerde demokratik seçimlerde ortaya çıkacak iktidar değişikliği ihtimalinin bile “darbe” olarak görülmesi bu yönde haberlerin de “darbeye destek” suçlamasıyla tehdit edilmesi anlamına da geliyor. Basının demokratik süreçleri savunmak ve bu süreçler hakkında gerçeklere dayalı haber yapmaktan bile men edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu günümüzde basın özgürlüğünün tesis edilmesinin ilk şartının iktidar değişikliği olduğu da açık.
Basın özgürlüğünün sağlanabilmesi için medya sermaye yapısının denetim altına alınması da şart. Öncelikle, siyasetçilerin doğrudan veya dolaylı medya sahibi olmalarının engellenmeli. Siyasi yetki ile de medya gücüne, medya etkisi ile siyasi güce kavuşmak mümkün olmaktan çıkarılmalı. Ayrıca, nasıl ki gazeteciler için başka bir iş yapma yasaklanmaktadır, medya sermayesi için de böyle bir düzenleme getirilmeli hatta bir kişinin birden çok medya kuruluşuna sahip olmasının da önüne geçilmelidir.
Basın özgürlüğünün gazetecilerin çalışma koşullarıyla ilişkisini de göz önünde bulundurmak gerek. Toplumun basın özgürlüğünü kullanabilmesini sağlayan şey, gazetecilik mesleğidir. Bu demek oluyor ki gazetecilik mesleği ile basın özgürlüğü birbirlerini sağlayan koşullardır. Bu nedenle gazetecilerin siyasal olarak özgür, ekonomik olarak güvenceli koşullarda çalışması gerekir basın özgürlüğünün varlığı için. Gazetecilerin çalışma koşullarını düzenleyen 5953 sayılı kanunda iyileştirilmelerin yapılması, bu kanun dışı çalışmanın yasaklanması, “stajyerlik, deneme süresi, serbest gazetecilik” gibi güvencesiz çalışmanın engellenmesi ve gazetecilerin sendikal ve mesleki örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması gerekir.
Basın özgürlüğünün hukuki çerçevesinin belirleyen mevzuatın da çok geniş bir alana yayıldığı görülüyor. Basın Kanunu, RTÜK Kanunu, İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesı̇ ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edı̇lmesı̇ Hakkında Kanun, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, Basın İş Kanunu ve son olarak “sansür yasası” ile basın özgürlüğü yıllar içinde sürekli olarak daraltıldı. Ayrıca Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu da basın özgürlüğünün kısıtları haline getirildi. Anayasa’da tanımlanan hiçbir hakkın neredeyse kullanılamadığı günümüzde basın özgürlüğü ile ilgili tüm mevzuatın çok kapsamlı şekilde yeniden düzenlenmesi gerekiyor.