Bağları ve üzümleriyle meşhur Bozcaada günümüzde, bağcılığı ve adada nam salmış Çavuş üzümü eski şaşalı günlerinden çok uzakta...

Mustafa Dermanlı

Orta OSB'de kurulacak ilk fabrikanın hafriyat çalışması başladı Orta OSB'de kurulacak ilk fabrikanın hafriyat çalışması başladı

Bagcilik 1“Bozcaada’nın kaybolan değerleri” yazı dizimizin ikinci bölümünde “Bağcılık”, konusuna yer veriyoruz.
Tarihi kayıtlar, anlatılar ve edindiğimiz bilgiler, Bozcaada’daki şarapçılığa ve bağcılığa dair daha net verilere sahip olmamızı sağlıyor. Sadece arkeolojik bulgular değil yakın tarihteki arşivler de adanın bağcılıkla ilişkisini ortaya koyuyor. 
Önceleri sadece Rumlar, şarapçılıkla ilgilenirken, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Türkler de yalnız üzüm yetiştiriciliği ile değil şarap üretimi ile de ilgilenmeye başlıyor. Adada Türk ailelerin işlettiği şaraphaneler kuruluyor. Bunların bazısı günümüze dek ayakta kalırken, bazısı ise zaman içinde kayboluyor.
Adanın üzüm bağları ve şarabı, seyyahların anlatılarının vazgeçilmez bir parçasıyken bir zaman sonra adada bir hastalık peydah olur. Adı “filoksera” olan bu hastalıkla, bağların hepsi kurur! Aslında sadece adayı değil, tüm dünyayı etkileyen bir kök hastalığıdır, “filoksera”. Özellikle mis kokusuyla kitaplara konu olan misket üzümünün de o hastalıkla yok olduğu sanılıyor adada. Bu salgın, bağ tarihinin gördüğü belki de en büyük salgın olarak da kayıtlara geçiyor. 
1950’lerden itibaren bağları yenilenen Bozcaada, yeni üzüm çeşitleriyle de tanışır. Adanın günümüzde yerel türleri olarak kabul edilen Kuntra, Karalahna, Vasilaki ve Çavuş üzümleri de böylece bağlardaki yerlerini alır, anaçlar bir bir aşılanır… Adadaki tarımsal kalkınma kooperatifinin temellerini oluşturan Bağcılar Birliği de işte tam bu dönem kurulur… 
Türkler ve Rumlar, bağlarda yan yana ada bağcılığını yaşatmaya devam ederler. Rumlar, şarapçılık da daha mahirdiler ama Türkler de gün geçtikçe şarap konusunda kendilerini geliştirirler. 1950’lerin ortasından itibaren yükselen toplumsal gerilimlerden adalı Rum bağcılar da elbette etkilenir. Böylece, aralarında bağcısı, şarap üreticisi, meyhane işleteni ve fıçıcı gibi zanaatkâr olan çoğu Rum, peyderpey adayı terk eder. Pek azı adada kalır, kalabilir… 
60’lı ve 70’li yıllar, özellikle Bayramiç’ten olmak üzere Ayvacık, Ezine ve anakaradaki yakın köylerden bağlara işçilerin geldiği zamanlar... Bu işçilerin arasında, yıllar içinde bağ bakımını öğrenip takip edenler için bağ işçiliği ve devamında bağ kâhyalığı bir meslek halini alır. Artık bağlarda adalı Rum ve Türklerin haricinde anakaradan gelip bağlarda devamlı iş tutan bu işçiler de vardır. Sonra, onlar da gelmez olur… 
Bugün ortak sayısı 300’ü aşan Bozcaada Tarımsal Kalkınma Kooperatifi o dönem adadaki çoğu küçük bağcının ihtiyaçlarını karşılamada, mahsulünü pazarlamada ve pazara ulaştırmada etkin rol oynar. Akabinde adada, TEKEL Şarap Fabrikası’nın kurulmasından bağcılar bir hayli memnun olur. Çünkü bu “alım garantisi” demektir. Fakat üzümün iyi para ettiği bu zamanlar çabucak geçer. 2000’lerin başında TEKEL özelleşir; Kooperatifin o eski etkin günleri de mumla aranır…  
90’ların sonu, adalı bağcıların yeni arayışlar içine girdiği önemli bir dönemdir. Yerli üzüm türlerinin yanında yabancı üzüm türleri ilk kez bu dönem adanın toprağı ile tanışır. Geleneksel goble tipi bağlardan, telli yüksek sistem modern bağlara geçişler başlar. Üzüm yetiştiriciliğindeki gelişmeleri takip eden, gelenekseli gören ama toprak ve mahsul analizleri ile bilimsel bilgiyi de kullanan, markalaşmaya önem veren, yeniliklere açık girişimler de işte bu döneme rastlar. 
2000’lerin öncesinde adaya adım atıp da bağla tanışanlar bir hayli fazladır. O dönemin deneyimli bağcılarının el verdiği bu insanlar, o günleri güzellikle yâd ederek bugün kendi bağlarının hikâyelerini paylaşırlar… Kimi adalı bağcılara göre, bağlarla tanışan bu “yeni” adalıların, bağcılığa yaklaşımları sorgulansa da, bir bir köklenen, bakımsızlıktan harap olan ada bağlarına yeni ve hatta yenilikçi birer soluk da olurlar…
Kentten kırsala dönüş hikâyeleri, 2000’lerle birlikte çoğalır. Elbette, Ege’nin kuzeyindeki boz ada, güzel ada, Bozcaada da bundan nasibini alır. Adaya bir biçimde yolu düşen bu yeni adalılar, önce bağ evlerinin bitişiğinde bir tür hobi gibi başladıkları bağcılığın peşine düşerler. Evet, hepsinin esas meslekleri başkadır. Evet, ürettikleri de, sahip oldukları bağlar da oldukça küçük; ve evet aralarında kötü örnekler de vardır. Fakat içlerinde “Bağ evleri, bağcılığı öldürüyor” diyenleri de haksız çıkartacak denli iyi bağ kuran da, kaliteli şarap üreten de, üzüm türlerini çoğaltanlar da var.
Bagcilik 2Adada turizm gittikçe artar; her geçen yıl, daha fazla ziyaretçi adaya gelir, gider… Bağlarda, bağ evi görünümlü pansiyonlar, oteller, moteller birer birer türer. Bağ arazileri peşi sıra imara açılır, adanın bir kısım bağcı aileleri, turizme de atılır. Bağların eksilen kazancını turizmle denkleştirmeye çalışırlar. Zamanla, kimisi bağcılıktan kopar, kimisi bağlarını turizm geliriyle ayakta tutar. Böyle böyle adanın o meşhur “Çavuş üzümü”nün üretimi azalır ve her zamankinden daha çok korunmaya ihtiyaç duyar.
Üzüm, elbette sadece sofralık ve şaraplık olarak tüketilmez… Sirkesi, reçeli, kurusu, koruk suyu gibi bağcılara yeni pazar alanları sunabilecek bir sürü hali var üzümün… Ve Bozcaada’da hali hazırda bunları üreten ufak üretimhanelerin hem adaya, hem de bağcılığa olan olumlu katkısı dikkate değer…
Geçmişi binlerce yıl önceye dayanan bağcılığı, bugün adada sürdüren genç bağcıların sayısı da oldukça az. 2000’ler, adada yeni arayışlara kapı aralasa da bir elin parmaklarını geçmeyen genç bağcılar, bugün ata mirası bağcılığı yaşatmakta zorlanıyor… Ekonomik şartlar, aşırı turizm faaliyetleri ada gençlerini, bağlardan uzaklaştırıyor. Genç bağcılar ve artık bağlardan elini eteğini çekmek üzere olanlar, özellikle son yıllarda adada artan aşırı turizm faaliyetlerinin bağcılığı olumsuz etkilediğini dile getiriyorlar… 
Seyyahların yolunu değiştirmesine sebep olan, kendine has iklimi sayesinde leziz üzümlerin yetiştiği ve yüzlerce, binlerce bağcının yuvası Bozcaada’da bağcılık, gitgide azalıyor. Hem resmi kurum verileri bunu doğruluyor, hem de gören gözler, bağların ada topraklarından yavaş yavaş silindiğini gösteriyor. Bundan 50 yıl önce, onlarca bağcının olduğu bu kara parçasında, bağa gönül veren genç sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Günlük ve tüketime odaklı turizm, ada yaşamını birçok alanda kısıtlarken, bağcılık da ne yazık ki bundan nasibini alıyor. Bugün ada bağcılığına hâlâ umutla yaklaşanlar var. Ve sayelerinde, son salkım yok olana dek o umut var olmaya devam edecek… 

Editör: Ramazan Atabey