Alican Uludağ
Anayasa Mahkemesi, "Sansür Yasası" olarak bilinen "halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" suçunun iptali istemiyle açılan davayı neden reddettiğinin gerekçesini açıkladı. Suça konu gerçeğe aykırı bilginin "ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili olması" gerektiği belirtilen kararda, eylemin yargı makamları tarafından kamu barışını bozmaya elverişliliğinin delil ve/veya olgularla ortaya konulması gerektiği kaydedildi.
Kararda, "Bu itibarla anılan şartlardan herhangi birinin gerçekleşmemesi durumunda kuralda düzenlenen suçun oluşmayacağı açıktır" denildi. Düzenleminin ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etki yaratacağını belirten AYM Başkanı Zühtü Arslan ise karşı oy yazısında, "Unutmamak gerekir ki, tarih boyunca düşünceyi bastıranların en büyük gerekçesi 'gerçek' iddiası olmuştur. Muhtelif zaman ve mekanlarda 'gerçek' adına, 'yanlış' ve 'yanıltıcı' bilgilerin ve görüşlerin savunulması yasaklanabilmiş, bunları yayanlar en ağır şekilde cezalandırılabilmiştir" uyarısında bulundu.
İktidarın "dezenformasyon düzenlemesi" dediği, muhalefetin ise "sansür yasası" olarak adlandırdığı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 13 Ekim 2022'de TBMM Genel Kurulu'na kabul edilerek yasalaşmıştı. Düzenleme kapsamında Türk Ceza Yasası'nın 217/A maddesine "halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" suçu eklenmişti.
Maddede, "Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.” hükmü yer alıyordu.
CHP, söz konusu düzenleminin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. Yüksek Mahkeme, 8 Kasım 2023 tarihinde iptal talebini 5'e karşı 10 oyla reddetmişti. Mahkemenin gerekçeli kararı bugünkü Resmi Gazete'de yayımlandı.
İfade özgürlüğünün, toplumun ilerlemesi ve bireylerin gelişmesi için esaslı şartlardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturduğu belirtilen kararda, şu değerlendirme yapıldı:
"Demokratik toplum özgür ve özgün düşüncelerin varlığı ile gelişir. Özgür ve özgün düşüncelerin varlığı ise ancak sağlıklı bir bilgi akışının sağlanmasıyla mümkün olabilir. Teknolojik gelişmelerin de etkisiyle günümüzde bilginin yayılma hızı oldukça artmıştır. Bu durum birçok olumlu unsuru bünyesinde taşısa da gerçeğe aykırı bilgilerin doğruların yerini alması, bireylerde özgün kanaat oluşumunu olumsuz yönde etkilemektedir. Bu itibarla sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimselerin hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılması, kamu barışının korunması ve bu suretle kamu düzeninin bozulmasının önlenmesi amacına katkı sunacağı açıktır. Bu itibarla kuralın kamu düzeninin ve güvenliğinin korunması ve sağlanmasına yönelik meşru bir amacının bulunduğu anlaşılmıştır."
Öte yandan gerçeğe aykırı bir bilginin kamu barışını bozmaya elverişli bir şekilde yayılması ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili önemli kamusal menfaatleri tehlikeye atabileceği savunulan kararda, ayrıca gerçeğe aykırı bilginin kamusal tartışmalara da herhangi bir katkı sağlamayacağı savunuldu. Bu itibarla kuralla getirilen düzenlemenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamaya yönelik olduğu kaydedilen kararda, şu görüşlere yer verildi:
"Bununla birlikte sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilginin kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayılmasının yaptırıma bağlanması, kamu düzeninin ve güvenliğinin bozulmasına karşı caydırıcı bir etki meydana getirecektir. Dolayısıyla kuralın kamu düzeninin ve güvenliğinin korunması ve sağlanması şeklindeki meşru amaca ulaşma bakımından elverişli olmadığı söylenemez. Ayrıca düzenlemenin niteliği dikkate alındığında kuralda öngörülen fiilin suç olarak yaptırıma bağlanmasının objektif ve kabul edilebilir nedenlerin bulunduğu, bu yönüyle kuralın öngörülen meşru amaca ulaşma bakımından gerekli olduğu anlaşılmıştır."
Kararda, ceza hukukunda kişinin bir suç nedeniyle cezalandırılabilmesi için suçun maddi ve manevi unsurlarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği kaydedildi. Bu kapsamda dava konusu kuralda ilk olarak fail tarafından gerçeğe aykırı olduğu bilinen bir bilginin varlığının gerektiği anlatılan kararda, şu değerlendirme yapıldı:
"Yine kurala göre bu bilgi ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili olmalıdır. Kural suçun oluşabilmesi için ayrıca ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili olan ve fail tarafından gerçeğe aykırılığı bilinen bu bilginin kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayılması şartının gerçekleşmesini aramaktadır. Gerçeğe aykırı bilginin kamu barışını bozmaya elverişli olma şartı suçun maddi unsurlarından biri olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan bir eylemin kural kapsamındaki suçu oluşturduğu yargı makamlarınca değerlendirilirken kamu barışını bozmaya elverişliliği delil ve/veya olgularla ortaya konulacaktır. Son olarak suç ancak gerçeğe aykırı olduğu fail tarafından bilinen bir bilginin sırf halk arasında endişe, korku, panik yaratma saikiyle yayılması hâlinde oluşacaktır. Bu itibarla anılan şartlardan herhangi birinin gerçekleşmemesi durumunda kuralda düzenlenen suçun oluşmayacağı açıktır."
Kararda, ayrıca suçun temel şekli için öngörülen yaptırımın türü ve miktarının, suçun nitelikli hâllerinin tehlike düzeyi dikkate alınarak belirlenen artırım oranının, verilen hükme karşı ilgililerin istinaf ve temyiz kanun yollarına başvurma imkânının bulunduğu belirtilerek, "Kuralın öngördüğü sınırlamanın orantılılık ilkesiyle çelişmediği, bu çerçevede kuralın ölçülülük ilkesiyle bağdaşmayan bir yönünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır" denildi.
Karara, AYM Başkanı Zühtü Arslan, Başkan Vekili Hasan Tahsin Gökcan ile üyeler Engin Yıldırım, Emin Kuz, Yusuf Şevki Hakyemez ile Kenan Yaşar muhalefet etmişti.
AYM Başkanı Arslan'ın karşı oy yazısı
AYM Başkanı Zühtü Arslan, karşı oy yazısında, demokratik toplum düzeninin; hoşa gitmeyen, toplumun bir kesimi için şok ve rahatsız edici sözlerin de ifade özgürlüğü kapsamında korunmasını gerektirdiğini kaydetti. Dava konusu kuralın ise hoşa gitmeyen ve rahatsız edici bulunan bilgilerin “gerçeğe aykırı” olduğu gerekçesiyle paylaşılmasını engellemeye ve bu konuda caydırıcı bir işlev görmeye oldukça elverişli bir düzenleme olduğunu belirten Arslan, şunları ifade etti:
"Kural kaçınılmaz olarak 'gerçeklik' konusunda bir denetimi, bu kapsamda alenen yayılan suça konu bilginin “gerçek” olup olmadığı tartışmasını beraberinde getirecektir. Unutmamak gerekir ki, tarih boyunca düşünceyi bastıranların en büyük gerekçesi 'gerçek' iddiası olmuştur. 'Hakikat'in sihirli küresine sahip olduğunu düşünenler, kendileri gibi düşünmeyenleri 'hakikat düşmanı' veya 'sapkın' olmakla suçlayabilmişlerdir. Muhtelif zaman ve mekanlarda 'gerçek' adına, 'yanlış' ve 'yanıltıcı' bilgilerin ve görüşlerin savunulması yasaklanabilmiş, bunları yayanlar en ağır şekilde cezalandırılabilmiştir."
Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen “demokratik toplum düzeni” kavramının ise farklı görüş ve düşüncelerin bir arada bulunmasına hizmet eden toplumsal ve siyasal çoğulculuğu gerektiğini kaydeden Arslan, bu çoğulculuğun korunmasının da her şeyden önce kamu gücüyle desteklenen bir “gerçeklik tekeli”nin bulunmamasına bağlı olduğunu vurguladı.
AYM Başkanı Arslan, "Belirtmek gerekir ki, demokratik toplumun temeli olan çoğulcu düşüncenin önündeki en büyük engel tek tipçi yaklaşımdır. Bu yaklaşımın sakıncasını geçen yüzyılın en büyük filozoflarından biri olan Wittgenstein, 'Felsefi hastalığın ana nedeni tek yanlı beslenme, yani kişinin düşüncesini tek tip örnekle beslemesidir' sözüyle çok güzel ifade etmiştir" dedi.
Sonuç olarak, dava konusu kuralın, tanımlanması ve somut olaylara uygulanması oldukça güç kavramlarla ifade özgürlüğünü sınırlayan bir soyut tehlike suçunu oluşturduğunu ifade eden Arslan, "Üç yıla kadar hapis cezası öngören kuralın ifade özgürlüğünü kullananlar üzerinde caydırıcı bir etki doğuracağı da açıktır. Bu haliyle kuralın zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiği, dolayısıyla demokratik toplum düzeninde gerekli olduğu söylenemez" dedi.
AYM Başkan Vekili Hasan Tahsin Gökcan ise incelenen kuralda öngörülen unsurların tamamının yargı yorumuna muhtaç olduğu ve özellikle “gerçeğe aykırı bir bilgi” bulunup bulunmadığının teyidi yönünden detaylı ve zaman gerektiren bir muhakeme süreci yürütülmesi gerekeceğini kaydetti. Suç için belirlenen cezanın üst sınırının 3 yıl hapis cezası olması nedeniyle tutuklama tedbirinin uygulanabilecek olmasının, düşünceyi açıklama özgürlüğü yönünden ölçülülük ilkesine aykırı bir müdahale oluşturduğu ve ciddi bir caydırıcı etki yaratacağını aktaran Gökcan, "Suçun değinilen yapısı ve niteliği dikkate alındığında korunmak istenen hukuki değerin soruşturma ve kovuşturma sürecindeki daha hafif koruma tedbirleriyle garanti altına alınabileceği açık olduğundan bu durum düşünceyi açıklama özgürlüğü yönünden açıkça ölçüsüz bir müdahale oluşturmaktadır" ifadesini kullandı.
Düzenlemenin, konjonktürel dönemlere bağlı olarak keyfi yorum ve uygulamalara kapı açabileceğini kaydeden Gökcan, 'Bu durum ise hukuk güvenliği ilkesine ve suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık teşkil edeceği gibi, ikinci olarak keyfilik riski bulunan ve hapis yaptırımı öngörülen bir suç düzenlemesinde meşru amacın bulunduğu da söylenemeyecektir. Bu bakımdan bu tür düzenlemelerde söz gelimi açık ve yakın tehlike kriterinin dikkate alınması keyfiliğe karşı güvence olabilecektir" görüşüne yer verdi.
AYM Üyesi Engin Yıldırım da muhalefet şerhinde, ifade özgürlüğüne meşru amaçlar doğrultusunda müdahale yapılırken bunun dar yorumlanması, amacı aşacak şekilde geniş yorumlanmaması gerektiğini kaydetti. Aksi halde, ifade özgürlüğünü kullanmak isteyen kişi ve kuruluşlar üzerinde ciddi bir caydırıcı etki ortaya çıkacağını kaydeden Yıldırım, böyle bir durumun da demokratik toplum düzeninin oluşmasına ve gelişmesine olumsuz etki yapacağını vurguladı.