NURSUN EREL- Victor Hugo’nun 2 yüzyıl önce yazdığı “Notre Dame’ın Kamburu” romanından esinle, Riccardo Cocciante tarafından bestelenip sahneye konulan müzikal İstanbul’a ikinci kez geldi, 21 gösterimle ortalığı yine kasıp kavurdu, dakikalarca ayakta alkışlandı ve gitti… Müzikali ikinci kez hayranlıkla izlerken aklımdan geçen, “Ayasofya’nın müzikali yapılabilir mi?” Sorusunu Cocciante’ye sordum, “İçinde aksiyon, heyecan ve duygu bulunan bir metin yazılabilirse neden olmasın?” dedi. Cocciante, “müziksiz yaşam olmaz” sözüyle, sanatçının müzikle dışa vurduğu ifade özgürlüğünün vazgeçilmezliğine vurgu yaparken, kadınların günümüzde baskı görmesine dayanamadığını, insanoğlunun savaşlardan bir türlü ders alamamasına ise hayret ettiğini anlattı. Notre Dame Müzikalinin Zorlu’daki son gösterimi öncesinde, bana randevu verdiği sahne arkasında Cocciante ile, konuşurken, “Acaba Victor Hugo bugün yaşasa müzikali beğenir miydi?” Diye de sordum, sohbetimiz şöyle gelişti: SORU: Müzikalin İstanbul’a ikinci gelişi, son gösterimde bile salon çok doluydu, Türk seyircisinin olağanüstü ilgisini nasıl buldunuz? COCCIANTE: İnanılmaz… İlk seferde de (2018) büyük ilgi görmüştü. Aslında Notre Dame benim için de tam bir mucize. Bir şey yazar, bir beste yapar ama bunun ne kadar başarılı olacağını önceden bilemezsiniz. Notre Dame bir mucize yarattı, aslında sahneye koyma sürecinde herkesle çatışma halindeydik, örneğin şarkıların sözlerini yazanlarla (Luc Plamondon) başta hiç uyuşamamıştık ama çatışma halinden, müthiş bir başarıya gidildi, belki de bu müzikalin gizemi burada. Sonuçta hepimizin arasında bir elektrik oluştu. Oyunu yazan, aslında underground kaynaklıydı, koreograf modern tarzda birisiydi, fakat hepsi bir araya gelince bu muhteşem müzikal ortaya çıktı.Biz koreografide break dance bile kullandık. Mucize dememin sebebi, Notre Dame hangi ülkede, hangi dilde sahnelenirse sahnelensin herkes bayıldı. Burada da izleyicinin çok sevdiğini anladım. Çünkü farklı, müzikal değil, opera değil, pop müzik konseri değil, çok yeni bir şey. Öykünün sonunda 3 kişi ölüyor, tam bir trajedi ama herkes mutlu ayrılıyor salondan. Nerede sahnelenirse sahnelensin çok güçlü etki yaratıyor.
Victor Hugo yaşasaydı
SORU: Victor Hugo bugün yaşasa ve bu müzikali seyretse beğenir miydi sizce? COCCIANTE: Ben çok beğeneceğini düşünüyorum. Aslında kendi yaşamında da bir opera denemesi olmuş, bir operayı adapte etmiş, sözlerini kendisi yazmış, hatta opera La Esmeralda diye sahnelenmiş, ama sadece bir kez… Çünkü beğenilmemiş. Bence Hugo bugün yaşasa ve bizimkini seyretseydi mutlu olurdu. Neden mi? Çünkü yaşam devam ediyor, onun yazdığının üzerine yeni bir şey inşa edilmiş, yaşamda süreklilik var. O yüzden mutlu olurdu, ben sanatçının geçmişe takılıp kalmaması gerektiğini düşünüyorum.
Sığınmacı Esmeralda
SORU: Oyunun baş karakteri güzel Esmeralda bir sığınmacı, şu anda Türkiye’de 13 milyon sığınmacı ile ilgili büyük sorun yaşanıyor, bunu biliyor muydunuz? COCCIANTE: Evet, bunu gördük, zaten bize anlatılmıştı, ayrıca bütün ülkelerde aynı sorun var. İtalya’ya her gün tekneler dolusu mülteci ulaşıyor. Yıllar önce biz bu müzikal üzerinde çalışırken, göçmen sorununun büyük bir trajediye dönüşeceğini tahmin etmiştik, ama bu kadar büyük boyutlara ulaşacağını göremedik. Aslında Notre Dame, -eğer farklıysan ayakta kalabilmen zor- mesajı taşıyan bir müzikal. Gerçekten mültecilik çok zor. Bir ülkede kabul edilmemek, garipsenmek, istenmemek çok ciddi bir sorun. Ama dünyanın yaradılışından beri bu böyle. Aslında mülteciler çok yaratıcı insanlar, içlerinde yaratma isteği var, müzikte çok başarılılar.
Şarkıların tercümesi önemli
SORU: Türkiye yüzde 99 müslüman ülke, oyun bir katedralde geçiyor, Rahip Frollo aşkı ile dini inançları arasında kalıyor, Türk halkının gösterdiği büyük ilgiye ne dersiniz? COCCIANTE: Nereye gitsem sürprizle karşılaşıyorum, örneğin Çin’e de gittik, çok farklı, bambaşka bir dünya ama Notre Dame Fransızca oynandı ve çok sevildi. Kore’de aynı şekilde çok sevildi. Sekiz dilde oynadık, ama tercüme çok özenle yapılıyor. Ben söz yazarları ile çalışırken onlara, -tercüman gibi değil, bir sanatçı, bir şair gibi yapın tercümeyi- diyorum. Yani sözler seyirciye kendi kültüründe de bir şeyler anlatmalı.
Garou Quasimodo'yu istemedi
SORU: Notre Dame’daki Quasimodo (Kambur) rolü, Garou’yu da meşhur etti ve hepimiz onu çok sevdik, onu bu role nasıl seçtiniz? COCCIANTE: Sadece o mu? Notre Dame’da başrolleri oynayanların hepsi meşhur oldu. Zaten Notre Dame böyle bir potansiyeli olan bir müzikal. Kim oynasa meşhur oldu. Ben onlara -şov yapmayı bırakın kendi hissettiklerinizi dışa yansıtın- demişimdir hep. -Ruhunuzu, duygularınızı ortaya koyun- demiştim. Garou bize geldi Rahip Frollo’yu canlandırmak istedi. Ben ve söz yazarım Garou’nun sesini duyunca, -waaaw- dedik, -Frollo’yu değil, Quasimodo’yu oynamalı- dedik. -Sen Quasimodo’sun- dedik. Ama -yok yok onu oynamam- dedi, SORU: Neden? COCCIANTE: Çünkü Quasimodo çirkindi, Garou yakışıklılığın göstermek istiyordu.
50 yaşında Esmeralda olmaz
SORU: Acaba o eski oyuncuların müzikalde tekrar oynaması gibi bir ihtimal olabilir mi? Bunca yıl sonra nostaljik olmaz mıydı? COCCIANTE: Evet, erkek rolleri için bu şans olabilir ama biliyorsunuz yıllar içinde ses yıpranıyor. Fizik de bozuluyor. Ama Esmeralda rolü için bu mümkün değil. Sizce o, (Helena Segara) 25 yıl sonra bir genç kızı, bir bakireyi oynayabilir mi? İnandırıcı olur mu 50 yaşındaki bir Esmeralda? Tam tersi, çok genç ve çekici olmak zorunda Esmeralda. Aslında erkeklerde de ses yıllar içinde değişiyor, tenordan aşağı iniyor, baslara dönüşüyor ses. Oysa ben çok tizler kullandım müzikalde…
Ayasofya müzikali olur mu?
SORU: Ayasofya’yı gördünüz mü hiç? COCCIANTE: Evet, bu defa değil ama önceki gelişimde gitmiştim. SORU: Sizce önce katedral, sonra müze, şimdi cami olan Ayasofya’nın öyküsüne, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethine ilişkin bir müzikal yaratılabilir mi? COCCIANTE: Neden olmasın? Yalnız öykü çok hareketli olmalı. Eğer böyle heyecan dolu, hareketli bir öykü yazılırsa, insanı, duyguları yansıtan bir öykü olarak bana teklif edilirse neden olmasın? Bizanstan Konstantinople’a dönüşüm, sonra İstanbul… Ama insan unsuru, hareket (action) ve duygular mutlaka olmalı içinde.
Müziksiz olmaz
SORU: Müziksiz bir dünya düşünebilir misiniz? Her geçen gün daha tutucu bir atmosfere sürükleniyor Türkiye. Konserler iptal ediliyor, kimi sanatçılar hapse bile girip çıktı, bu yüzden sordum. COCCIANTE: Şu politika değil mi? Herkesin farklı seçimleri olabilir, dans müziği, aşk şarkıları hüzünlü veya neşeli melodiler. Ben şahsen müziksiz yaşam düşünemem. Bence insan ilk yaradılışında önce resim çizmiş sonra şarkı söylemeyi öğrenmiştir. Müzik yüzyıllardır var ve sosyalleşmeyi, birliktelikleri sağlamış, ruhunuzu yüceltmiştir, çok önemlidir. Ben etnik müziğe de, hatta rap’a bile bayılırım, ruhunuzu yansıtır. İnsanlar özgürlük istiyor, daha fazla özgürlük… Dünya kurulduğundan bu yana bu böyledir. Sanatçılar haklarını, özgürlüklerini istiyorlar… Ama karşılarındaki politikacılar ellerindeki gücü kullanıyor. Sanatçı özgürce yaratmak yaşamak ister, bu onun hakkıdır.
Kadınların durumu
SORU: Ve kadınlar… Kadın sanatçılar da bir mektupla bu duruma isyan ettiler? COCCIANTE: Ben bunu da anlamıyorum, kadınların baskı altına alınmasını. Onlar için çok zor tabii…Kadınlar yaşamın ayrılmaz parçasıdır…Kadın ve erkek birbiri için vazgeçilmezdir. Kadın doğurgandır, yaratır çünkü. İnsanlığın başından bu yana, yüzyıllardır erkek hep gücünü kullanmıştır ama kadınlar şimdi daha fazla özgürlük istiyorsa buna saygı duymak gerekir. SORU: Saygon doğumlu oluşunuz, savaş karşıtlığınız da aklıma geldi, dünyanın pek çok yerinde hala savaşlar sürüyor, ne düşünüyorsunuz? COCCIANTE: Tek kelimeyle çılgınlık... İnsanoğlu asla geçmişten ders almıyor… 2. Dünya savaşını bütün vahşeti ile yaşadık ama insanoğlu bundan bile ders çıkaramadı. Korkunç…Benim babam İtalyandı, iyi bir işi ve yaşamı varken, Mussolini başa geldiğinde -ben burada artık yaşamak istemiyorum- diyerek İtalya’dan ayrılıp, önce Afrika’ya sonra Çin’e sonra Vietnam’a gidip hayatını orada kuruyor. İşte benim Saygon öyküm budur. Notre Dame de Paris müzikali İstanbul konserlerini tamamladı, bugünlerde Arnavutluk’un başkenti Tiran’a giderek müzikali sahneleyecek. Daha sonra sırada, New York, Kore, ve Çin bulunuyor.
Kral hala hüküm sürüyorsa...
Victor Hugo, 1831 yılında 6 ayda yazdığı romanının, iki yüzyıl sonra Notre Dame müzikaline dönüşüp sahnelendiği İstanbul’da “ayakta alkışlanacağını” düşünebilir miydi dersiniz? Binlerce Esmeralda’nın sokaklarında salındığı, yoksulluğun hala var olduğu, milyonlarca mültecinin akınına uğramış İstanbul ve Türkiye için Hugo, “meğer yüzyıllardır hiçbir şey değişmemiş” diye söylenir miydi kendi kendine? Victor Hugo, din kisvesine bürünmüş gözü dönmüş tarikatçıların esiri durumundaki kadınları, tecavüze uğrayan çocukları bugün görse, sözde dinle aldatılıp soyulan bir halkın, özgürlükten vazgeçtiğini, romanları, aşkı, sanatı, şarkıları unuttuğunu farketse, 16. Louis’nin bunca yıldır hükmünü sürdürmesine şaşırmaz mıydı? Sözde dinine, inancına sadık ama Esmeralda’ya aşkından yanıp tutuşan Rahip Frollo bugün ona şöyle seslenebilir miydi dersiniz? “Bu tutku denizinde darmadağın oldum, yıkıldım… Sen vicdan azabı duymadan beni mahvedeceksin, ben ise seni sonsuza dek lanetleyeceğim. Seni ilk gördüğüm günden beri beni mahveden, günahım, saplantım olan bu çılgın arzu… Eteğinin havalanmasını, dans etmeni, şarkı söylemeni beklerken beni yok eden, gülünç duruma düşüren bu çılgın arzu…” İftiraya uğrayan, öldürülen Esmeralda’nın kara kaderi değişir miydi peki? ——AYASOFYA MÜZİKALİ YAPILIR MI? Victor Hugo’nun ünlü romanı, 3 erkeğin aşkına karşılık, yüz vermediği Rahip Frollo’nun iftirasına uğrayınca, yaşamı idamla son bulan güzel göçmen kız Esmeralda’nın öyküsünü dile getirirken, kralın despot yönetimindeki Paris’te açlık ve sefaletin hüküm sürdüğü karanlık ortamı, Paris kapılarına dayanan binlerce göçmenin çaresizliğini anlatıyor. Zorlu PSM’de müzikali izlerken, “yangın şanssızlığına uğrayan Notre Dame’a karşılık, yüzyıllardır depremlere bile Mimar Sinan’ın dokunuşuyla direnen ve hala dimdik ayakta duran Ayasofya odaklı, bugünkü İstanbul’u betimleyen bir müzikal yapılabilir mi?” diye düşünüyor insan. İstanbul’a tepeden bakan yüzlerce gökdelenin çevrelediği, artık yedi tepesinin görülemez olduğu İstanbul, arka planında acaba nasıl dile getirilirdi? Evrensel aşk kavramı, bir din adamının, bir kamburun, bir askerin gözünden nasıl anlatılırdı? Ya Esmeralda? Kadın cinayetlerinin sıkça yaşandığı bir ülkenin varlığını, iki yüzyıldır o topraklarda kadın hakları ve özgürlük için bir arpa boyu bile yol alınamadığını görse, kendi ölümünün bile ders olmayışına hayıflanmaz mıydı? NOT: Çeyrek yüzyıldır pek çok ülkede sahnelenen ve hala hayranlıkla izlenen Notre Dame De Paris müzikalinin orijinal kaydını (1998-Paris) izlemek isteyenler için link:
https://www.youtube.com/watch?v=3AnTqOIgPr0