Aslında hiçbir şey tesadüf değil..

Abone Ol

Dışarıda hava buz gibi..
Gelin biraz eskilere, sanat dünyasına gidelim, nostalji yapalım…
Yıl 1987..  Nisanın sekizi ya da dokuzu..
TRT’deki odamın telefonu çaldı:
“Alo, buyrun efendim?”
“Efendim bendeniz Zeki Müren.. Ergin Erenoğlu beyefendiyle görüşmek isterdim..
Düşünebiliyor musunuz? Böyle bir telefon size gelse o anda neler hisseder, nasıl bir tepki verirdiniz?
“Benim efendim. Ergin benim..”
“Ergin beyciğim bir çocuğunuz olmuş, gözünüz aydın Adını ne koydunuz?”
“Evet efendim. Dün bir kızım oldu, Adını Seda koyduk. “
“Allah sağlıklı, uzun ömürler versin efendim. Hayırlı bir evlat olsun inşallah..”
TRT’nin nitelikli, başarılı prodüktörlerinden Nilşen Ar  hanımla “Öğle Üzeri”  adlı bir müzik magazin program yapıyorduk. 
Programımızda Zeki Müren’in,  kendi şiirlerini okuduğu bir şiir köşemiz vardı.
Zeki bey şiirleri İstanbul’da bir banda okuyor, daha sonra o bandı bize kargoyla gönderiyordu.
Ama tıpkı bir saat gibi, her şey zamanında…
Yayınla ilgili herhangi bir sürprize yer bırakmayacak şekilde..
Sanıyorum bu doğum haberini de Nilşen hanım vermişti.
İşine bu kadar saygı duyan çok az insan gördüm hayatımda.
Bir defasında  okuduğu bir şiirde küçük bir vurgu hatası hissetmiş, derhal bizi arayarak doğru vurgulu şiiri de postaya verdiğini bildirerek onu yayınlamamızı rica etmişti.
Ben iki farklı şiiri defalarca dinledim, o kadar küçük bir ayrıntı vardı ki…
Çok az kişi belki hissedebilir..
Ama öyle işte.. Güzellik ayrıntıda saklıdır…
O program boyunca Zeki beyin zarafetini, işine olan saygısını gördüm ve şu kanıya vardım;
Başarı da, başarısızlık da tesadüf değildir.
……….
Televizyonda bir magazin program yapıyoruz: “Seyri alem..” 
Ben de her hafta İstanbul’a giderek yönetmenliğini yapıyorum.
Ancak yapımcı arkadaşın uzun bir yurt dışı seyahati nedeniyle aktüel röportajlar da bana kaldı..
“Kuzeyin Yıldızı” Volkan Konak’la bir röportaj yapacağım..
Telefonlaştık;
“Ergin bey, Falanca plaza’daki balıkçı restoranında buluşalım, hem birlikte bir şeyler de yeriz..”
Lüks bir plaza’da, lüks bir balıkçıda oturduk.  Bir yandan yemeğimizi yiyor, diğer yandan sohbet edip kameramanın gelmesini bekliyoruz.
Önce çekingen davrandı Volkan Konak, sonra meraklı gözlerle yüzüme bakarak:
“Siz pek magazin muhabirine benzemiyorsunuz?” 
“Değilim zaten!  İşin bu kısmını bir arkadaş yapıyordu, Yurt dışına çıktı, planlanmış işleri ben yapmaya çalışıyorum.”
“Cerrahpaşa ağıtının arkasındaki hastane macerasını, sağlık sistemindeki problemleri konuştuk. Aynı dönemde ben de kızımla ilgili sıkıntılardan söz ettik. “
İş röportaj olmaktan çıktı, dertleşmeye döndü..
Sonunda Volkan Konak :
“Ya Ergin abi film adamsın.. Şu anlattıklarımı bir magazinci duysa başıma neler gelir.. İpimi çekerler maazallah!”
“Merak etme Volkan’cım;  Benle kara toprağa kadar gider…”
……..
Dişle tırnakla nasıl sanatçı olunur?
Size kırk yıl yakından gözlediğim bir hakiki sanatçı mücadelesinden söz edeceğim…
Mithat Körler…
Pamuk gibi sesiyle, mütevazı kimliğiyle, çalışkanlığıyla, bu kurtlar sofrasında var olmayı başarabilen bir “Eskişehir” sanatçısı..
Her ne kadar o  “Eskişehir” diye dirense de bu aralar artık Bursa’ya,  İzmit’e,  İstanbul’a hatta Kıbrıs’a Almanya’ya  doğru taşmaya başladı..
Genç yaşta geceleri, düğünlerde, müzikhollerde şarkı söylüyordu.  Hatırladığım kadarıyla orkestrasının adı “Atlantik” idi. 
O günün koşullarında yapabildiği tek reklam; kurşun kalemiyle duvarlara “Mithat Körler ve Atlantik orkestrası yazabilmekti.
Sonra peşi sıra kendi bestelerini, eserlerini, albümlerini üretmeye başladı.
Her şeye rağmen doğduğu ve yaşadığı kente vefasızlık etmedi. 
Hatta bir ara kendinden fedakarlık ederek Eskişehirspor’a yönetici olarak  hizmet etti.
 Esnafı kapı kapı gezerek kentinin takımı için yardım topladı.
Eğer Mithat Körler büyük denizlerde boğulmaya karar verseydi birçok ünlüden daha büyük bir taç takardı başına.
Ama bir metropolün öğüttüğü binlerce kişiden biri olmak yerine küçük bir kentin sevgilisi oldu ve bu günlere kadar geldi.
Bir pop müzik sanatçısı olarak yıllar önce  “Gitme” adlı adeta bir balad yaptı. Defalarca dinleseniz doyamazsınız…
Şehir de;  bu, dişiyle, tırnağıyla mücadele veren  sanatçıya karşı sessiz kalmadı. 
Adına bir park yapıldı. Her zaman, her yerde onurlandırıldı.
Magazin medyasının pompalamadığı, ama;  
Sesiyle, tavrıyla onuru hak eden ünlü bir “Kent Sanatçısı…”
Bu günlük de bu kadar.. Daha kimler var kimler…