Naz Akman
Ülkemizde 1956-1982 yılları arasında Alman Bauhaus (mimari, tasarım, uygulamalı sanat okulu) ekolü ile kurulup, resim, grafik sanatlar, seramik, tekstil sanatları, mobilya ve iç mimarlık gibi alanlarda eğitimler veren Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nun (şimdiki Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi) yetiştirdiği önemli sanatçılardan biri olan Şekip Oğuz, Ankara’nın yaşayan tek duvar resmi sanatçısı.
1968’de dekoratif resim bölümü mezuniyetinden sonra 1972’de atölyesini açarak sanatını icra etmeye başlayan Oğuz, yurt içi ve yurt dışında çok sayıda sergiye imza atarak, başta başkent Ankara olmak üzere kamusal pek çok alanda sergilenen yüzlerce parçadan meydana gelen devasa vitray çalışmalarıyla tanınıyor. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Hacettepe ve Hacı Bayram Veli (Gazi) Üniversiteleri, Kara, Deniz, Hava ve Jandarma Kuvvet Komutanlıkları, İstanbul Atatürk, Ankara Esenboğa, Tunus Enfidha Havalanları, EGO, ATO, CHP, AK Parti Genel Merkez binaları, Ankara Büyükşehir ve Keçiören Belediyeleri, Milli kütüphane ve Atatürk Kültür Merkezi metro istasyonları Oğuz’un kurşunlu vitray, eritme cam, cam seramik, seramik rölyef çalışmalarının bulunduğu yerlerden bazıları.
Camı pek çok teknik aşamadan geçirdikten sonra toplumun ortak yaşam alanlarına uygulanabilir hale getiren Oğuz, bu anlamda sanatı toplumun gündelik hayatına indirmeyi başaran bir sanatçı. Oğuz ile Bauhaus ekolünü, günümüzde artık okutulmayan duvar resminin mimarideki yerini, sanat ve zanaatın iç içe geçtiği vitray ve eritme camın yaratım ve teknik aşamalarını konuştuk.
Nedir bu Bauhaus Ekolü? Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda bu ekol nasıl uygulanıyordu?
Bauhaus, mimari, tasarım ve sanat alanlarında yeni akımlar yaratan bir Alman okuludur. Mimarinin, ressamlığın, zanaatkarlığın iç içe olması gerektiğini benimseyen bu anlamda dünyada ün yapmış eğitim sistemini geliştirerek, üretimler yapan bir merkez haline gelen Alman ekolüdür. Sanatsal ve uygulamalı öğretim modeli sayesinde burada dünyanın en seçkin ve çağdaş mimarları, sanatçıları yetişiyor.
Bizim ülkemizde de 1 Kasım 1955'de Bakanlar Kurulu kararıyla Dolmabahçe Sarayı’nın müştemilat binasında Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu kuruluyor. Okul, Bauhaus mantığıyla 1957 yılında dekoratif resim, grafik sanatlar, seramik, tekstil sanatları, mobilya ve içmimarlık bölümleriyle eğitime başlıyor. Köy Enstitüleri’nin kapanmasından hemen sonra İsmail Hakkı Tonguç’un buna benzer bir eğitim alanı açmak için Almanya’ya gidip, orada yaptığı incelemelerden sonra bu okul açılıyor. 1957’den 1982’ye kadar burada nitelikli eğitimler veriliyor.
Ben de Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu Dekoratif Resim Bölümü’ne girerek, 1968’de bu okuldan mezun oldum. Ben ve benim gibi arkadaşlarımın eğitim aldığı dönemlerde bu okuldaki tüm gereçlerimiz devlet tarafından karşılanıyordu, uygulamalı eğitimler alıyorduk, Bauhaus devamı bir okul gibiydi bizim okulumuz. Almanya’da Bauhaus her şehirde sanatla mimariyi birleştiren bir okul görevi görüyordu, hocalarımızın da yüzde 80’i Almandı zaten. Hem malzemeyi tanıyor hem imalat yapıyor hem de sanat üretiyorduk. Çanakkale Seramik gibi yerler ilk mezunları hemen fabrikasına alıp çalıştırıyordu. Reklam şirketleri okulumuzdaki grafikerleri almak için kapışırdı. Nitelikli eğitim vardı, bu nedenle okuldan mezun olanların işi hazırdı. Ben henüz okulda eğitim alırken vitray yapıyordum ve bu işten para kazanıyordum. Tabii yüksek öğretim yasası kapsamında okulumuz Marmara Üniversitesi bünyesine katılıyor ve 1986 yılında Beşiktaş'ta şimdiki Güzel Sanatlar Fakültesi olarak eğitime devam etti, uygulamalar ise kalktı.
Vitray, eritme cam, cam seramik, seramik rölyef... tüm bu teknikler farklı mıdır?
Duvar resmi sanatçısıyım, bu mimariyi destekleyen bir sanattır. Duvar resmi, tuval resmi tekniğinden daha zor bir tekniktir. Çünkü kalıcı olması gerekiyor, bu da daha renkli bir malzemeyi kullanmayı gerektiriyor. Mozaik, cam, vitray, fresk gibi teknikleri ve teknolojileri öğrendik. Hatta bu alanda Hacettepe, ODTÜ, eski adıyla Gazi Üniversitelerinde 1980’lerden 1994’lere kadar duvar resmi dersleri verdim, her güzel sanatlar fakültesi bünyesinde duvar resmi bölümünün olması için çok emek verdim. Çünkü bu iş öğrencilerin sergiler haricinde geçimini sağlayabilmesi için önemli bir alandı. Ancak malzemeleri kendi imkanlarımla karşılamak durumunda olmam, halihazırda devam eden projelerimin yanı sıra okula gidip gelmek için ekstra çaba sarf etmek zorunda kalmam ve verdiğim eğitimin karşılığını da alamamamdan ötürü bu işi daha fazla sürdüremedim.
Vitray teknik olarak renkli cam parçalarının kurşun dolgu malzemesiyle birleştirilerek lehimlenmesi işlemidir. İşin teknik kısmına gelecek olursak, vitrayın tasarım kısmı oldukça zor, cam ile çalışınca her formu kolayca çıkarabilmek pek mümkün değil. Çizgilerle kurşun örmesini imal edeceğini düşünerek yani uygulanabilir bir tasarım yapmak gerekiyor. Vitray her ne kadar Osmanlı Dönemi’nde özellikle ibadethanelerde sıkça kullanılmış olsa da 1825’lerden sonra kesintiye uğramıştı. Pek çok başarılı ustamız özellikle alçılı vitray tekniğiyle önemli eserler vermiş. Fakat kurşunlu vitray bizim okulumuzun açılmasına kadar neredeyse 100 yıl boyunca hiç yapılmamış, bu alanda hiç eserler verilmemişti. Okulun açılması ve bizim gibi öğrencilerin yetişmesiyle beraber 1960’lardan sonra yine ibadethanelerde kurşunlu vitray tekrar yapılmaya başlandı. Sadece ibadethanelerde değil, bankalar, kamu binaları, kamusal alanlarda sıkça vitray görebiliyoruz. 10 sene önce Ahmet Hamdi Akseki Camii yapılırken benden vitray tasarımı istenmişti ancak hazırladığım tasarım alışveriş merkezi veya banka havası yaratacağı endişesiyle beğenilmemişti. Elbette vitray mimariye modern bir hava da katabilir bu tasarladığınız kompozisyona bağlıdır. Öte yandan cami veya kilise gibi ibadethanelerde vitray ışıktan kaynaklı ruhani bir etki yaratır, o nedenle bu alanlarda kullanımı uygundur.
Bazı eleştirmenler eritme cama füzyon diyorlar, füzyon camın yaklaşık 850 derecede yumuşatılması halidir. Ben ise bin derece üzeri sıcaklıkta camı eriterek çalışıyorum. Renkli camları toz haline getirip, bin 200 dereceye dayanıklı kalıp içinde kompozisyon yapıp ardından tekrar bin derecelik fırında eritip yeniden blok cam haline getiriyorum. Eritme camda tasarladığınızın yüzde 65’ini tasarıma uygun çıkarabiliyorsunuz gerisi camın erime durumuna göre değişkenlik gösteriyor. Eritme camdan 15’e 15 küçük karelerden büyük duvar resimleri yapıyorum. Atatürk Kültür Merkezi’ndeki metro istasyonunda 45 metrekarelik rölyef seramiğim, Milli Kütüphane metro istasyonunda ise 80 metrekarelik çalışmalarım mevcut. Ulaştırma Bakanlığı’nı temsil eden büyük bir seramik rölyef gibi farklı çalışmalarım da mevcut. Bu çalışmaların yaratımı vitraydan daha uzun sürüyor. Çünkü yaklaşık 8-9 saatte bir camı eritiyor soğumasını ise neredeyse üç dört gün beklemek durumunda kalıyoruz, bu nedenle epey vakit alıyor. Bir de tabii cam kalıptan çıkarken kenarları tırtıklı oluyor, bunları tıpkı mermer keser gibi kesmek de uzun sürüyor. Eritme cam riskli bir teknik yüksek ısıyla çalışıyorsunuz, fırında patlama olasılığı yüksek, ekipman kullanarak dikkatli olmak durumundasınız. Öte yandan vitray sergileri açmak epey zor bu nedenle proje bazlı çalışıyorum. Sergilerimi ise eritme cam tekniğiyle yaptığım eserlerle açabiliyorum.
Sanat ve zanaatı bir arada yapıyorsunuz, bu işin olmazsa olmazı nedir?
1972’den 2013’e kadar atölyemde epey bir zanaatçının yetişmesine vesile oldum. Çocukken yanımda işe başlayıp emekli olan meslek öğrettiğim 300’ü aşkın kişi olmuştur. Zanaatı tekniği öğretmek mümkün olsa da işin sanat kısmını öğretmek bir hayli zor. Uygulama haricinde sanat eğitimi vermek meşakkatli bir işti, tıpkı bir eğitim kurumu gibi bir sistem kurmak gerekiyordu, benim böyle bir imkanım olmadı. O nedenle tasarım ve şablonlarımı zanaatçılarım yapardı. Çünkü işin hem tasarım hem de uygulama kısmını bir arada yapabilmek güçtü. Şimdilerde zaten bu bölüm artık yok, usta çırak ilişkisi de azaldı. Piyasada sadece iyi örücüler yetişiyor, onların da önüne bir tasarım koymadığınız sürece ortaya estetikten yoksun bir iş çıkarabilir. Ankara’da işi benden öğrenip atölyesini kuran 7-8 kişi vardı, zanaat olarak bu işi yapıyorlar fakat işlerinin estetikten yoksun olduğunu söylediğimde kızıyorlar. Gerçek şu ki önce ressam olmak lazım sonra vitraycı olunur. Resim yapabilmek her zaman birinci plandadır. Vitrayın da tanımı zaten ışıklı cam resmidir, dekoratif pano değildir. Fırça yerine elmas yani cam kesici, boya yerine renkli camları kullanarak resim yapmaktır. Üstelik boya resmi yapmaktan daha zordur. Dolayısıyla Ankara’da bu işin okulundan gelen tek kişiyim diyebilirim. Atölyeler var ama bunların estetikle desteklenmesi gerekiyor. İstanbul’da benimle aynı okuldan mezun olan sanatçı arkadaşlarım var. Okulumuz kısa bir süre eğitim verdiği için çok fazla insan bu alanda yetişemedi.
Usta-çırak ilişkisi demişken oğlunuzun da mühendisliği bırakıp sizin izinizden gittiğini biliyoruz, iki kuşak aynı mesleği sürdürüyor. Nasıl oldu bu?
Oğlumla 12 sene atölyemde beraber çalıştık. Bilgisayar programcısıydı, işini bıraktı. Hacettepe Üniversitesi’nde master yaptı, doktorasını da tamamladıktan sonra güzel sanatlar alanında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Şimdi Bolu Abant İzzet Baysal Güzel Sanatlar Fakültesi’nde doçent. Resim bölümü öğretim üyesi ama benim de uzun yıllar fakültelerde okutulsun diye emek verdiğim duvar resmi alanında atölye kurdu. Bunu yapmak yıllarını alsa da sonuç olarak seçmeli ders niteliğinde duvar resmi sanatını öğrenmek isteyenlere bir alan açmış oldu. Burada estetiği de uygulamayı da öğretiyor. İyi de oldu çünkü atölyede çark artık dönmüyordu. Maalesef piyasada nitelikli iş, özgün sanat yerine ucuz iş gücü talebi artmış durumda.