Türkçe o Avrupa ülkesinde resmi dil olarak kabul edildi! Türkçe o Avrupa ülkesinde resmi dil olarak kabul edildi!
Haber: Erva Gün Ankara Kızılay'da yer alan ve "devlet mahallesi" ya da "Saraçoğlu Evleri" olarak bilinen Namık Kemal Mahallesi, Türkiye'nin ilk toplu konutu olması bakımından önem taşıyor. Alman mimar Paul Bonatz'un projelendirdiği kamu lojmanları Ankara’da yaşanan konut sıkıntısına çözüm bulmak amacıyla hayata geçirilmiş. Proje süreci nasıl paşladı? 82 dönümlük mahalle, Bakanlar Kurulu Kararıyla 6306 sayılı Afet Yasası kapsamında lojman statüsünden çıkarılarak 8 Şubat 2013'te "riskli alan" ilan edildi. Mahallede oturan konut sakinlerine yine 2013 yılında ‘evleri boşaltmalarına’ dair tebligatlar gelmeye başladı. 2015 yılında zorla boşaltılarak mahalle insansızlaştırıldı ve bir süre metruk halde bırakıldı. Tahliye ardından kamu kullanımı tahsisleri kaldırıldı ve bir dizi idari işlem tesis edildi. İlk hazırlanan imar planını yargı iptal etti. Ancak bu plan daha sonra yeniden onaylandı ve imar uygulaması ile restorasyon projesi için onay kararları alındı. Kentin dokusunun ve kültürünün yok olması Saraçoğlu Mahallesi, Ankara’nın merkezinde bulunan Güvenpark, Kızılay ve Hükümet Kartiyesi içerisinde kentin kültürünü yansıtması bakımından bir sembol haline geldi. Kent kültürünün kaybolması ve kent belleğinde dokunun silinmesi durumlarını Saraçoğlu Mahallesi’ndeki ‘canlandırma’ projesi üzerinden Şehir Plancıları Odası Ankara Şube Başkanı Ceren İlter Soy, Şube Sekreteri Ömer Dursunüstün ve Şube Sekreter Yardımcısı Pelin Kılıç ile konuştuk. Saraçoğlu Mahallesi, Türkiye tarihinde nasıl bir öneme sahip? Ceren İlter Soy: Cumhuriyet döneminin ilk toplu konut örneklerinden. Ankara’nın yeni planlanmış, yeni gelişen Hükümet Kartiyesi, Güvenpark’ı ile Kızılay’ın merkezinde karma kullanım alanı yaratılmak isteniyor. Kent merkezinde Cumhuriyet’in simge mekanlarından biri yaratılmak isteniyor ve bu başarılı da oluyor. Günümüz toplu konutlarında mesela TOKİ anlayışına göre değerlendirecek olursak Saraçoğlu mahallesi, kapalı bir komünite de değil aynı zamanda. Halkın da içeri girebileceği, sokakların toplu konutların içinden geçtiği bir yer. Bu alan aynı zamanda kamusal da bir alan ve kapalı bir komünite yaratmıyor. Pelin Kılıç: Alanın en önemli özelliklerinden biri, sadece bir konut alanı yaratmak için değil Kızılay ve Güvenpark çevresindeki Hükümet Kartiyesi ile entegre alan tipiyle ortaya çıkmış bir yer. Bürokrasi ve halkın bir araya gelebileceği bir alan aynı zamanda. Bunun dışında tasarlanma sürecinde bahçe kentin de etkisi var. Açık yeşil alanların bir parçası olarak kurgulanmış. Merkezi Güvenpark ve Hükümet Kartiyesi olarak alırsak çok büyük bir yeşil aks var. Saraçoğlu Mahallesi de bu yeşil alanı bir parçası. Ömer Dursunüstün: Tam bir dönem mimarisi. Ulusal mimarinin örneği olarak da bir değeri var. Kent merkezine hala canlılık katma potansiyeli vardı şu anki projeye kadar. Koruma niteliği değerine bakıldığı zaman işlevinden, yapısal bütünlüğüne kadar her şeyini korumuş ve sürdürmüş. Proje yapımına başlanmadan önce mahallede yaşam nasıldı? Ceren İlter Soy: 2015 yılından itibaren tahliye süreçleri başladı. İnsanlar zorla evlerinden çıkartıldı. Onun öncesinde 2013 yılında riskli alan ilan edildi. İnsanlar orayı terk etmedi, boşaltmadı. Mahalle boşaltıldıktan sonra devlet eliyle de metruklaştırma süreci de başladı. Proje 2018 yılından sonra başladı. O zamana kadar daha âtıl bir yer halinde kalsın ki ben buraya rahatça müdahale edebileyim şeklinde tuttu orayı. Pelin Kılıç: Geçiş güzergahı olduğu kadar bir canlılık da vardı. Bu süreç ile mahalle insansızlaştırıldı. Mesela biz keşiflere gittiğimizde bilirkişi olduğu zaman karşı tarafın savunmalarından biri şu oluyordu "Biz bu alanı güzelleştireceğiz" ancak bu çok yüzeysel bir ifadeyle söyleniyor. Bu alan zaten güzeldi. Onların anlayacağı dilden konuşacak olursak canlı bir alandı. Müdahaleye ihtiyacı olmayan bir alandı. Neredeyse 100 yıllık yapılar, tescilli yapılar, basit onarımlarla yani bu kadar büyük bütçelere gerek olmadan gayet basit onarımlar yapılabilir. Bu kadar büyük bütçenin ayrılması kamu kaynakların da israfıdır. Saraçoğlu Mahallesi kent kültürünü nasıl yansıtıyordu? Ceren İlter Soy: Ankara, memur kenti olarak biliniyor. Mahalle Güvenpark, lojmanlar ve Hükümet Kartiyesi, Ankara’nın toplumsal-kültürel yapısını da merkezde gayet mekânsal olarak yansıtan somut bir örneğiydi. Bu bölge, Ankara’nın başkent oluşunu yansıtan kentin bir parçasıydı. Ömer Dursunüstün: Kızılay bölgesinde Bakanlıkların orada olmasının biraz da Cumhuriyet’in kendi aristokrasinin, bürokratının, elit tabakasının daha merkezde durup burjuva kültürünün de mekanla ile birlikte şekillendiği bir yerdi. Yavaş yavaş zamanla niteliksizleşmesinden dolayı biraz da kontrolsüz gelişmekten dolayı bunları da kaybetti. Kent belleğinin ve dokusunun bozulmasında bu yapıların geri dönüşüm projelerinde ‘neler yapıldığı’ çok önemli. Kent belleğinin unutulması ve dokunun silinmesinde nasıl bir süreç oluyor? Ömer Dursunüstün: Ankara ve örneğin İstanbul’un modern kimliği var ama çeşitli mimari özellikleriyle deniliyor ki ‘evet bu modern Türk mimarisi’. Yenileme çalışmasını yaparken zaten öykündüğü Osmanlı, Selçuklu mimarisinden parçalar yerleştirerek konut işlevini değiştirdi. Peyzajı yani bütünsel olarak kendi tasarımını değiştirdi. Camekanı açtın, tabelayı çaktın, zaten o kimliğini arayan, öykünen ve ilham alınan mimarinin hepsini değiştirdin. Orada sadece konut ve duvar kaldı. Kabuğunu ve ruhunu ön plana çıkması gereken kimlik unsurlarını da yok etmiş oldun. Ceren İlter Soy: Biz plancılar olarak koruma kavramını daha bütüncül ele alıyoruz. Bunun da başlıca sebepleri var. Tekil olarak bir yapıyı korumak o yapının kültürel ya da toplumsal olarak değerini korumuyor. Gelecek nesillere aktarılırken o yapının sadece fiziki özelliklerini aktarıyorsunuz. Ancak bu yapının kullanılıyor olması lazım ve bu yapının bir işlevi vardır. Konut ise konut olması lazım, işyeri ise o şekilde kullanılmaya devam etmesi lazım. Eğer siz şu anda Saraçoğlu’nda olduğu gibi bir konut mekanını ticari mekana dönüştürürseniz zaten onun hem fiziki niteliklerini hem de kullanış biçimini kaybetmiş oluyorsunuz. O yüzden işlevin de korunması gerektiğini savunuyoruz. Eğer burası hala bir barınma alanı ise bu şekilde kullanılmaya devam etmesi lazım. Hamamönü neden korunmaya çalışılsa da korunmuyor gibi görünüyor ya da o kimliği hissettirmiyor çünkü bir koruma işini şu şekilde ele alıyorlar; ben burayı korumak için çok esaslı bir koruma yapacağım ve bu koruma maliyetini geri kazandırması lazım. Bu düşünceyle Hamamönün’ de ki yapıları cafelere çevirdiler O yüzden de bize o mekanın ruhunu hissettirmeyen bir yere dönüşüyor. Bu nedenle mekanın ruhu ve kimliği bize geçmiyor. Ulus bu yüzden çok kötü bir dönüşüm geçirdi. Koruma anlayışı ne yazık ki bu şekilde.