Cengiz Aldemir / Ankara
Başkent Ankara’da asbest ilk olarak, eski Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek döneminde, Hava Gazı Fabrikası’nın yıkımı sırasında gündeme gelmişti. Ankara Mimarlar Odası’nın açtığı dava sonucunda yapılan incelemeler ile doğrulanmış, fabrikanın yıkımı sırasında gerekli güvenlik önlemleri alınmadığı için asbestin yayılarak Ankaralıları etkilediği saptanmıştı. Hava Gazı Fabrikası yıkımında asbestli yapı malzemesinin yaklaşık 350 ton olduğu ifade edilmişti.
Ancak bu durum şu an Ankara’nın bina yaşı eski olan ve kentsel dönüşüm kapsamına giren tüm örneklerinde geçerli. Zira yasal olarak 2011 yılına kadar yapı ve inşaat malzemelerinde asbest maddesinin kullanımına müsaade ediliyordu. Bu da 2011 yılından önce yapılan ve şu an kentsel dönüşüm ile yıkılan tüm binalarda asbest tehlikesi olduğu anlamına geliyor. Ancak yıkım sırasında asbest için gerekli önlemlerin alınmadığı ileri sürülüyor.
Konuyu gündeme getiren Ankara’daki Ayrancı Semt Evi temsilcileri 24 Saat Gazetesi’ne konuştu. Yurttaşların zehirli bir kimyasal olan asbest maddesini solumak zorunda olduklarını bildiren Semt Evi Temsilcileri, “Asbest” denilince akla ilk önce deprem bölgesindeki yapıların yıkımı ve enkaz kaldırılması örneklerinin geldiğini belirtip Ankara’da 2011’den önce yapılmış tüm binaların yıkımında benzer bir risk olduğunun altını çiziyor. Hatta durumun daha vahim olduğuna dikkat çeken temsilciler, “Veriler bize yıkılan binaların sadece yüzde birinde asbest olmadığını söylüyor” uyarısında bulunuyor.
Denetimler sağlıklı yapılmalı, hayati tehlikeye karşı önlem alınmalı
Ayrancı Semt Evi temsilcilerinden Coşkun Gök, konuya dair Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yetkiyi yerel belediyelere verdiğini ancak, Çankaya Belediyesi’nin şu an yıkımı devam eden hiçbir yapıda asbest konusunda güvenlik önemi almadığını belirterek şunları söyledi:
“Bu binalar eski, her birinin borusunda, demirinde asbestli yapı malzemeleri kullanıldı vaktiyle. Zira yasalar 2011 yılında bu maddenin kullanımını yasakladı. Bu demek oluyor ki şu an mevcut durumda yıkılan tüm binaların eski su borularında, demirli malzemelerinde ve inşaat demirlerinde asbest malzemesi var. Ama yıkılan hiçbir binanın ‘asbest var’ denilerek muhafaza altına alındığı, işçilerin de buna göre önlem alarak çalıştığı bir örneğe rast gelmedik. Göstermelik ‘Asbest yoktur’ belgeleri alınıyor ve yıkımlar gerçekleşiyor. Bu denetimlerin sağlıklı yapılmasını ve bir an önce yurttaşlarımızın hayati tehlikesine karşı önlem alınmasını talep ediyoruz.”
Belediyelerin sorumluluktan kaçtığını vurgulayan Ayrancı Semt Evi temsilcilerinden Güven Akdaş ise, “Burada belediyeler şirketlere 23 saat çalışma yetkisi vermiş durumda. Şimdi akla ilk gelen şey gürültü ya da inşaat sırasında yaşanan sorunlar gibi düşünülebilir. Ama konu bundan ibaret değil, daha büyük bir tehlike var. Sorun burada çalışan işçilerin can güvenliği ve yurttaşların, mahallede yaşayanların sağlığı” diye konuştu.
“Mevzuat var ama denetim yok”
Ankara’nın Çankaya ilçesindeki Ayrancı, Esat, Seyranbağları gibi muhitlere bağlı mahallelerin neredeyse hepsinde yeni bina inşaatlarıyla karşılaşılıyor. Ankara’nın ilk yerleşim yerleri sayılabilecek olan bu semtlerde, kentsel dönüşüm kapsamında eski binalar yıkılarak yerine yenileri dikiliyor. Yıkılan binaların yaşı göz önüne alındığında ise en önemli gündem, asbest tehlikesi oluyor. Ancak yıkım sırasında asbest için gerekli önlemler alınmıyor.
Ankara’da asbestin tehdit ettiği semtlerden biri Ayrancı. Ayrancı Semt Evi, uzmanların katılımıyla asbest tehlikesi hakkında bir bilgilendirme toplantısı düzenledi. Kimya Mühendisleri Odası Başkanı İbrahim Akyürek, Anayasa Mahkemesi eski Raportörü Ali Rıza Aydın ve Ankara Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalından Asistan Hekim Mustafa Ersözlü’nün konuşmacı olarak katıldığı toplantıya mahallelinin ilgisi oldukça yoğundu. Toplantıda büyük çelişkiye dikkat çekildi: Burada büyük bir rant var, kullanımı yasak, üretimi serbest.
Asbestin aslında doğada bulunan bir madde olduğunu ve ısıya, aşınmaya, paslanmaya karşı dirençli olması sebebiyle tercih edildiğini aktaran Akyürek, ülkemizde 30 milyon ton rezervi olan ve kullanılması yasak olan asbestin kullanım alanları konusunda bilgi verdi. “Kentsel tehlikeler” başlığında mevzuatın uygulanmasının önemini vurgulayan Akyürek, şunları anlattı:
“Yıkım öncesi binalarda, belediye meclisinin aldığı kararla kontrol yapılması lazım. Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik, Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği gibi birçok yönetmeliğe sahip olmamıza rağmen asıl sorun, denetim mekanizmalarında sıkıntı olması. Her konuda mevzuat var ama denetim yok.
Atıkların toplanıp imha edilme süreci hakkında bilgi verelim. ‘Asbest temiz’ yazısıyla beraber o binanın yıkım kararı alınabiliyor. Söküm işlemlerinden önce risk analizi, binanın çevresi neyle kapatılacak, kapalı alansa orada bir vakum oluşturulacak mı? Bir mühendislik önlemiyle ortamdan uzaklaştırılması lazım. Londra’nın göbeğinde de hava gazı fabrikası var ama yıkmıyorlar, çevresini kapatıyorlar.”
Yurttaşların bilinçlendirilmesinin önemine işaret eden Akyürek, bilinçlendirme faaliyetlerinden sonra belediyelerin denetimlerinin de takip edilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Bu sebeple belli köyler boşaltıldı
Ankara Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalından Asistan Hekim Ersözlü, koruyucu sağlık sisteminin önemini belirtip “Hastalıkların tedaviden önce koruyucu yöntemlerle önlenmesi, koruyucu sağlık açısından ve halk sağlığı açısından önemlidir” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bütün asbest çeşitlerinin kanserojen etkisi iyi bilinmekte. Kırsal bölgede asbest risklerini içeren toprak yapısı sebebiyle kanserin sık görüldüğü ve bu sebeple belli köylerin boşaltıldığı biliniyor. Asbest, akciğer zarında iltihaplanma ve kireçlenmeye, akciğer zarlarında sıvı toplanması, akciğer sertleşmesi ve akciğer kanserine sebep olur.
Asbeste karşı en yaygın önlemi almak, maruziyeti sıfırlamayı amaçlamak gerekir. O bölgenin çevresini ulaşıma kapatmak, çalışanların işyeri güvenliğini almasını sağlamak, hafriyatın ıslatarak tahliyesinin sağlanması, ıslak şekilde yapılsa dahi oradan alınan malzemelerin nerede depolanacağının belirlenmesi gerekiyor.”
“Kullanımı yasak ama üretimi yasaklanmıyor”
Bu tür toplantıların çaresizlik hissine karşı umudu geri getirmeyi amaçladığını belirten Anayasa Mahkemesi Eski Raportörü Ali Rıza Aydın, “Hukuken umut yaratma bölümünü anlatacağım ama bunun altından nasıl kalkacağımızı da sonuç bölümünde bağlayacağım” dedi.
Yaşam hakkının tüm dünyada hukuk yoluyla koruma altına alınan kavram olduğunu aktaran Aydın, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda da olduğu gibi diğer anayasalarda da yaşam hakkına koşut olarak sağlıklı ve dengeli çevrede yaşam hakkının devreye sokulduğunu vurguladı. Aydın, asbest kullanımının hukuksal düzenlemelerle yasaklandığını ancak üretiminin yasal olduğu çelişkisine dikkat çekip şu bilgileri verdi:
“Asbest, üretimi fazla olan ve birçok sektörde kullanılan bir malzeme. Bunun nedeni büyük sermayenin asbestin üretimi ve kullanımı üzerinden müthiş rantlar sağlaması. Türkiye’de inşaat sektöründe asbest üzerinden büyük bir rant var. Hâlâ yaşamakta olan Dünya Asbest Birliği diye bir birlik var. Yani uluslararası sermayenin kurduğu bir birlik var. Bu birlik, bir yandan da asbestin ne kadar sağlıklı ve faydalı olduğuna dair raporlar üretiyor. Çelişki olarak da Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Konseyi sayfalar dolusu standartlar yayınlıyorlar ki AB’nin de uluslararası sermayenin bir uzantısı olduğunu biliyoruz. Bu çelişkiyi görmemiz gerekir nitekim yasağa rağmen ne durumdayız sorusunun karşılığı da burada karşımıza çıkacak. Evet asbest kullanımı yasak ama asbest üretimi yasaklanmıyor. Sayfalar dolusu hukuksal düzenlemeler ve planlamalar yapılıyor ama sermaye birlikler yoluyla tüm dünyada asbesti kullanmak için sömürü araçlarından biri olarak duruyor.”
“Elimizde yeteri kadar hukuk mevzuatı var”
Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkı için anayasa ile birlikte çevre hukuku, iş hukuku, afet hukuku ve imar hukuku gibi birçok hukuk alanı olduğunu ifade eden Aydın, sürece ve ilgili yönetmeliklere dair şunları aktardı:
“Devlete ait yönetim ve denetim mekanizmalarıyla birlikte asbestin yasaklanması elzemdir. Devlet mutlaka devrede olacak. Ancak devlet sadece bakanlıklardan ibaret olmadığı ve il, ilçe, büyükşehir belediyeleri de devrede olduğu için halk olarak muhatap olduğumuz ilk kurum belediye oluyor. Bizim buradaki muhatabımız da Çankaya Belediyesi.
Bu çalışmaların, kamu kurumu olan meslek kuruluşlarına yani Tabip Odası, Kimya Mühendisleri Odası’na yaptırılması gerekirdi. Anayasa ve yasalar onlara bu görevi vermişti, fakat şimdi devre dışı bırakıldılar. 2021 yılında ilk kez Türkiye’de konuyu bütünsel olarak ele alan bir yönetmelik çıkarıldı. Binaların Yıkılması Hakkında Yönetmelik. Sayfalar, maddeler dolusu bir yönetmelik... Bu yönetmeliğin içine asbestle ilgili kendinden önce çıkan birçok yönetmeliği tane tane yazdılar. Bunları kime söylediler? Belediyeler, bakanlıklar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını dışarıda bıraktıkları için müteahhitlere ve müellif denen müteahhitlerle devlet arasındaki kişilere söylediler, kontrolü yapmak zorunda olan yetkili belgesine sahip laboratuvarlara ve işçilere söylediler.
Atıkların Düzenli Depolanmasına Dair Yönetmelik de önemli. Bu atıklar nereye götürüldü? Bir başka önemli yönetmelik Yapı İş Yerlerinde İş Sağlığı Güvenliği Yönetmeliği. Müteahhit kaydı tutulan bir müteahhit mi yoksa parası olup binayı yapan bir müteahhit mi? Bunun gibi daha birçok yönetmelik var.
Belediyeler denetimini yapmak, belgelerini vermek zorunda. Yapı denetim şirketlerinin denetim raporları üzerinden belediye, raporunu veriyor, ruhsatını veriyor. Aynı şekilde yıkım ruhsatını, belediye veriyor. Belediyenin verdiği yıkım belgesinin ve ek belgelerinin doğru olup olmadığına bakmak zorundayız. Asbest değerlendirme ve asbest risk raporu var mı, yok mu? Var ise bu değerlendirme raporunu bakanlık tarafından onaylı laboratuvarlar mı yaptı, yoksa birkaç kimya mühendisi veya tekniker mi imzaladı?
Elimizde yeteri kadar hukuk mevzuatı var. Eklerinde AB ve Avrupa Konseyi’nin standartları bulunuyor. Bu belgeler yaşama geçip yıkımdan önce, sırasında, sonrasında ne kadar uygulanıyor? Müteahhitler bu belgelere uyuyor mu, denetimleri yapılıyor mu? Belediye ruhsatları verirken bu hukuk metinlerine uygun olarak hazırlıyor mu? Yoksa belge varmış gibi gösterip onaylatıyorlar mı?
Bu kapsamda biz ilk muhatap olarak Çankaya Belediyesi’ne hitaben bir taslak dilekçe hazırladık. Yıkım mevzuatına uydunuz mu, belgeyi mevzuata uygun verdiniz mi? Yıkımdan üç gün önce belediyenin gelip komşu parsellere, ‘Yarından itibaren bu binada yıkım başlayacak. Bu binanın yıkım belgesi asbestli/asbestsiz, önleminizi alın, biz de devlet olarak aldık’ demesi lazım. Belediyeyi dava da edebileceğimiz bir sürece girmek için Bilgi Edinme Kanunu’nu dilekçemizde devreye soktuk. Yanıtın gecikmesi veya yanlış olması durumunda dava açma hakkımız doğacak ve belki de örnek teşkil edecek davalar oluşacak. İlerleyen süreçte belki Meclis’i ve bakanlıkları baskı altına alarak mevzuat değişikliği konusunda zorlayacağız. Ama hukuk mücadeleleri geçici ve her zaman sonuç alıcı olmaz. Çevre sağlığı gibi temel bir konuda piyasanın, sermaye düzeninin devrede olmadığı bir yaşam tarzına geçeceğimiz bir mücadeleyi vermemiz gerekiyor.”
Mücadele haritası çıkarıldı
Uzmanlara sunumlarının ardından sorular yönelten yurttaşlar, asbeste karşı mücadeleye bütün mahallelinin dahil olacağı şekilde önerilerini sıraladı ve Ayrancı Semt Evi’nin öncülüğünde gerçekleşecek olan mücadele haritası çıkarıldı. Ayrancı Semt Evi’nin oluşturduğu dilekçeler için imza toplamaları ve dilekçelerin bir basın açıklaması ile belediyeye teslim edilmesi kararlaştırıldı. Mahalleliyi konu hakkında bilgilendirmek üzere farklı disiplinlerden oluşan uzmanların katılımıyla bir komisyon kurulması da alınan kararlar arasında.