Akdeniz’e Schuman sistemi
Yusuf KANLI
Almanya’dan enteresan sesler gelmeye devam ediyor. Boş laflar değil, perde gerisinde, önünde hem girişimler alıyor Alman hükümeti, hem de kendi medyası dahil uluslararası alanda beşinci kol faaliyetleri de yürütüyor.
Bir yandan “Savaşma konuş” sloganıyla sadece Doğu Akdeniz ile sınırlı da olmayan bir şekilde “sorunlara diplomatik çözüm aranmalı” mesajı sadece Ankara ve Atina’ya değil, aynı zamanda Paris’e, Washington’a ve bölgede gerek sıcak noktalarda, enerji paylaşım kavgasında gerekse de kronikleşmiş Kıbrıs, Ege, Batı Trakya gibi konulara çözüm arayışında kendilerine rol biçen başkentlere, uluslararası kuruluşlara gönderiliyor.
Akdeniz için Schuman bildirgesi diye haber sütunlarında ifade edilen son Alman fikri bazı kafalarda karışıklık yaratmış gibi. Gaz arama ve çıkarma faaliyetlerini karşılıklı olarak moratoryum (ara verme) ilan edilir ve bu arada alternatif enerji kaynaklarının kullanımını artıracak programlar yaratılabilir ise Doğu Akdeniz gaz sorunu öncelikle ötelenir, sonra önemsizleştirilir ve ortadan kalkabilirmiş. Bu arada da Türkiye ve Yunanistan ikili olarak, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyetini tanımama problemi bir şekilde aşıldıktan sonra üçlü olarak – tabii Alman gözetim ve kolaycılığında – aralarındaki sorunları konuşup çözebilirlermiş.
Öncelikle, Schuman Bildirgesi hiç de o beylerin dediği gibi bir şey değildi, O beylerin dediği şekilde uygulanır ise Doğu Akdeniz’de veya Türk-Yunan meselelerinde, ya da Kıbrıs sorununda hiçbir sonuç verecek bir katalizör rol oynayamaz. Dönemin Fransa Dışişleri Bakanı olan Robert Schuman’ın Avrupa Birliği’nin kuruluşunun temel taşı olan ve kendi ismiyle anılan bildirgesiyle Avrupa’daki kaynakların kullanımında moratoryum değil, aksine “ortak yarara kullanım” veya günümüzün sevilen terminolojisiyle “karşılıklı bağımlılık sistemi” önermişti. Bağımsızlık yerine, karşılıklı bağımlılık ve bu şekilde Avrupa’yı asırlardır kasıp kavuran kaynaklara sahip olma temelli husumetleri tarihe gömmek. Schuman Bildirgesinin ruhu budur ve o anlamda Avrupa Birliği başarılı bir barış projesi uygulamasıdır. İlan edildiği günden itibaren Schuman Bildirgesi kaynakları kullanmamayı, kullanımlarını ötelemeyi, alternatif kaynaklar bulmayı amaçlamadı. Özellikle Almanya ve Fransa arasında tarihsel gerilim ve anlaşmazlıkların geride bırakılması, yakın bir iş birliği öngören kömür ve çelik birliğinin kurulmasıyla kaynakların kullanımında karşılıklı bağımlılık yaratılması hedeflendi. Böylece Schuman Bildirgesi Avrupa’yı bir barış ve müreffeh medeniyet merkezi haline getirdi.
Aşırılığa gerek yok. Bazı arkadaşlar Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’e kıyısı olmadığından söz ve hak sahibi de olamayacağını, Türkiye ile Yunanistan arasında konuşulacak bir konu bulunmadığını söylemektedirler. Görüşmelere oturulmadan önce maksimalist bir yaklaşımla savunulabilecek bir pozisyon olsa da elbette iki ülke arasında gerek coğrafyadan, tarihten gerekse sosyal psikolojiden kaynaklanan çok mesele vardır. Batı Trakya Türk toplumunu hala daha “Müslüman toplum” olarak tarif edip etnik kimliğini reddeden bir anlayışın veya Yunan kültürel ve dini varlığını yok ederek kendi kültürüne ciddi zarar verdiğini anlayamayan bir mantalitenin tedavisi için bile diyalog şarttır. Azınlıklar ve diğerimize ait kültürel varlıklar birleştiren öğeler olması gerektiği gibi, gerek Ege, gerekse Doğu Akdeniz doğal kaynakları ortak kullanıma ve yarara alınabilse düşündüğümüzden çok daha yakın olduğumuz da görülebilecektir. Karşılıklı yarar, karşılıklı bağımlılık, bir diğerimize karşı macerayı da çok pahalı yapacak, barışçıl çözüm arama, konuşarak çözüm daha avantajlı anlayışı hakim olacaktır.
Ancak, her ne kadar Türkiye ile Yunanistan arasındaki meselelerin görüşmelerle çözümü şarttır desek de, görüşme iklimi, çerçevesi ve usulü de iyi hazırlanmalıdır. Türkiye’yi Anadolu’ya hapsetmeye çalışan bir siyasi pozisyon diyalog isteyen bir ülkeye ait olamaz. Birkaç kilometrekarelik bir adanın Türkiye’nin anakara haklarından daha baskın ekonomik alan iddiası tabii ki asla kabul edilemez. Hele, bir yandan diyalog derken diğer yandan Mısır ile oldu-bitti deniz alanı sınırı çizme gayreti tabii ki uzlaştırılamaz.
Türkiye bugün değil, 1990’ların başından bu yana gerek Kıbrıs çevresindeki hidrokarbon kaynaklarının adadaki iki toplumun ortak olacakları bir geçici şirket veya BM gözetim ve denetiminde bir geçici komisyon yoluyla değerlendirilmesini; gerekse de Ege’de bir ortak şirket yoluyla doğal zenginliğin kendisi ve Yunanistan arasında hakkaniyet çerçevesinde yararlanmalarını önermiştir. Akdeniz’de Schuman sistemi önerileri de böyle olmalı, bunu amaçlamalıdır. Aklın yolu da budur.
Ancak, Türkiye ile Yunanistan arasındaki doğrudan ve dolaylı görüşmelere bir şekilde Kıbrıs Rum Yönetimini dahil etmeye çalışmak da abesle iştigalden başka bir şey değildir. Eğer iyi niyet ve gerek özelde gaz gerekse Kıbrıs sorununa çözüm istenci var ise sadece Rumlardan oluşan bir yönetimle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960’da kurulan devlet olmadığı veya o devletin bir şekilde gasp edildiği görülmelidir.
Mevcut haliyle Kıbrıs Cumhuriyeti ne kadar meşru ise, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de o kadar meşrudur. Yani Kıbrıs Rumları olmadan Doğu Akdeniz meselelerinin konuşulamayacağı ne kadar doğruysa, Kıbrıs Türk devleti olmadan da öyle bir görüşmenin yapılamayacağı da doğrudur. Bunu bu günlerde bu konulara kafa yoran Almanya’nın (ve tabii diğer AB üyeleri ile ABD, İngiltere ve Rusya’nın) gerek resmi hükümeti gerekse beşinci kol unsurları da gayet iyi biliyor, görüyor ama adım atamıyorlar.
Kısaca, eğer çözüme adım isteniyor ise bütün bu konular ve Türkiye’nin AB üyeliği kocaman bir paket yapılıp, Kıbrıs Rum ve Türk devletleri, AB Komisyonu dahil tüm ilgili taraflar “eşitlik” temelinde bir uluslararası konferansta bir araya gelmeli ve beyaz duman çıkıncaya kadar tartışmalı, alıp vermelidirler.
Var mı cesaret, daha önemlisi böyle bir niyet?