Kıvanç El
Biraz o gün geçtikten sonraki tabloya bakmakta fayda var… Bugün 1908 yılında olduğu gazetelerin içerisinde çalışan “sansür memurları” elbette yok. Sadece başka şekilde sansürle karşı karşıyayız. 1908’deki sansür yöntemlerinin bugüne göre daha açık ve daha görünür olduğu açık. Bugün ise “sansür yokmuş” gibi davranan bir medya ve siyaset kurumu ile karşı karşıyayız.
Peki tüm gücüyle yaşayan sansür sadece haberlerin makaslanması mıdır? Bir “yetkili”nin o haberi yapma demesi midir? Bu açık sansürdür evet, ancak bir de diğer sansür çeşitleri var. Onlara da biraz bakmakta fayda var. Çağdaş Gazeteciler Derneği açıklamasında bu başlıklara biraz değinildiğini görüyoruz.
Sansür, sermayenin kontrol ettiği basın kuruluşunun siyasilerle olan kişisel çıkar ilişkileri nedeniyle hareket etmesidir…
Sansür, kamu gücünü kullananların basın kuruluşlarını “fiilen” yönetmesidir…
Sansür, patronlarca gazetecilerin sendikasızlaştırılması, emeklerinin engellenmesi, haklarının verilmemesi ve güvencesiz çok düşük ücretlerle çalıştırılmasıdır….
Sansür, gazeteci haberini yaptığında, “bu haber benim başıma bir iş getirir mi” diye düşünmesi, endişeye kapılmasıdır….
Sansür, haber yapan gazetecilerin tutuklanması ya da “terörist bunlar” denilerek asılsız, akıl dışı suçlamalarla sindirilme politikalarıdır….
Sansür, yasal hakkı olan onlarca basın mensubuna basın kartı verilmemesidir…
Sansür, gazetecilerin en basit sorularına dahi muhatap olmamak için birçok yolu deneyip o gazetecileri bakanlıkların önünden geçirmemektir...
Bu sansür biçimleri ÇGD açıklamasında. Tüm bu başlıklar artık bizim normalleştirdiğimiz başlıklar olsa her biri açık sansür şeklidir. Birkaç ekleme daha yapmak gerekirse, sansür sadece “o haberi yapma” değil, gazetecilerin haber peşinde koşmasından “yılması”dır ya da patronun gözüne hoş görünmek isteyen yöneticilerin “garip” talepleri de bir çeşit sansürdür…
Asgari ücret seviyesindeki güvencesiz çalıştırılmak da bir anlamda mesleğe sansürdür….
Sansür ile birlikte en tehlikelisi ise otonsansür…
Gazeteciler daha sansür baskısı gelmeden, kendi kendilerine haberlerini yazmamayı, “ben ne uğraşayım şimdi başım belaya girmesin” demesi en büyük sorunların başında geliyor. Birçok gazeteci arkadaşımız bunu artık çalıştığı kurumu da gözetip farkında olmadan yapıyor… Ya da yapmak zorunda bırakılıyor.
Son olarak;
24 Temmuz’lar biz gazeteciler için “Basın Bayramı” değildir.
“Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü”dür.