14’üncü Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, 22-28 Kasım tarihleri arasında İstanbul’da seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor. Festivalde uzman hukukçular, sansür ve denetim mekanizmalarını sinemacılara anlatarak, hak arama yollarını keşfetmek için bir araya gelecek. Festival Direktörü Alin Taşcıyan, “Hak ve özgürlüklerimizin tek güvencesi hukuk devleti. Hukuk ve sinemayı iç içe geçiren bir festival olarak bu konuya çare aramak, hukuki çözüm yolları bulmak gerektiğini düşündüm” dedi.

İstanbul’da 22-28 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek 14’üncü Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, sinema dünyasında sadece bir kültürel etkinlik olmanın ötesine geçerek, toplumsal adaletin ve özgürlüklerin tartışıldığı bir platforma dönüşüyor. Festivalin direktörü Alin Taşcıyan, sinemanın gücünü adalet, suç ve ceza temaları üzerinden toplumsal farkındalık yaratmak için kullanırken, aynı zamanda hukukun sinema ile iç içe geçmesi gerektiğini savunuyor. Taşcıyan, festivaldeki seçkiyi belirlerken yaratıcı sinematik dilin yanı sıra, sinemanın toplumu şekillendiren bir araç olma sorumluluğunu da göz önünde bulunduruyor. Festivalin temaları, dünya çapındaki adaletsizlikleri sorgularken, sinema aracılığıyla izleyicilerine derinlemesine bir etik ve politik bakış açısı sunmayı amaçlıyor. Kısa ve uzun metrajlı toplam 60 filmin yer alacağı 14. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali'ni, sinema yazarı ve festival direktörü Alin Taşçıyan ile konuştuk.

*Sinema yazarlığı ve eleştirmenliği alanında derinlemesine analizleriniz ve Türk sinemasına olan katkılarınızla tanınıyorsunuz. Antalya ve Adana gibi prestijli festivallerde görev aldınız. Uluslararası Suç ve Ceza film festivali gibi özgün bir platforma dahil olma süreciniz nasıl şekillendi? Bu festivalin vizyonu ve teması, sizin sinema anlayışınızla nasıl kesişiyor?

Suç ve Ceza Film Festivali’nin kuruluş toplantısında da bulundum, yıllar içinde hep bir bağımız oldu. Ya bir etkinliğe katıldım ya jüri üyeliği yaptım ya önerilerde bulundum... Konseptini, bağlamını, ilkelerini çok takdir ettiğim, özgün bir festival. Ben hep birden fazla işte çalıştım, gazete, dergi, televizyon, festival hep paralel gitti, o yüzden daha önce birlikte çalışmamız mümkün olmadı. Ama benim sinema anlayışımla birebir örtüşüyor. Ben bir kitle iletişim aracı olarak sinemanın önemine ve yararına inanırım. Politik, tarihi, aktivist sinemayı da severim.

*Ülke gündeminde adalet sistemi sıkça tartışılan bir konu haline gelmişken, 'Suç ve Ceza' film festivalinin bu konuyu sinema aracılığıyla ele alması, toplumsal bir farkındalık yaratma açısından nasıl bir katkı sunuyor?

Programımızda yer alan her film bu soruya somut bir yanıt veriyor! O kadar çok şey öğretiyor, o kadar derin duygularla sarsıyorlar ki bizi! Deneyimlerimiz ve gözlemlerimiz kısıtlı, sadece içinde yaşadığımız gerçekliğin, bugün ve burada olanın farkındayız. Kolombiya’dan Japonya’ya, İsviçre’den Kamboçya’ya dünya üzerinde o kadar çok adaletsizlik var ki! Geçmişte de vardı, şimdi de var... Bunları eleştiren ve haklarını savunanların, düzenin dişlileri arasında ezilenlerin, onuruyla ya da sadece insanca yaşamak için büyük riskleri göze alanların mücadelelerini izlemek bizi de güçlendirir. Yalnızlık ve yılgınlık duygularını giderir. Bir küre üzerinde birbirimize bağlıyız, iletişim kurar, birbirimizi tanır ve anlar, birlikte hareket eder ve dayanışma içinde olursak güç birliği yapabiliriz. Francis Bacon’a atfedilen ‘Bilgi güçtür’ sözünü yinelemek isterim.

 Fransa’dan İran’a kadınların mücadelesi her yerde

*Festivalin, adalet anlayışımızı yeniden sorgulamamıza nasıl bir etkisi olabilir? Adalet Terazisi bölümünde yer alan filmler hangi toplumsal sorunları ele alıyor?

Yalnız Adalet Terazisi değil bütün bölümlerimizde yer alan filmler adalet kavramını ve mekanizmalarını sorguluyor. Birkaç somut örnek vereyim: Boşluktaki Bedenler / Stray Bodies devletlerin bireylerin bedenleri üzerindeki otoritesini sorguluyor; bir yandan da AB üyesi ülkelerin bu konudaki yasal mevzuatlarındaki tutarsızlığı gözler önüne seriyor. Somali terörizmle, korsanlıkla özdeşleştiriliyor Batı medyasında oysa Cennetin Yanındaki Köy filmi oradaki insanların karınlarını doyurmak, çocuklarını okutmak için büyük sıkıntılar çekerken bir de dron saldırıları altında kaldıklarını gösteriyor. Gerçek kişi ve olaylara dayanan Kurşuni Gökyüzü Altında, Belarus yönetimi ülkedeki protestoları kaydedip yayınlayan, yani görevini yapan bir gazetecinin nasıl vatan haini olarak yargılanıp mahkum edildiğini anlatıyor. Kanunsuzluğun kanun olduğunu, suçluların cezasızlıkla ödüllendirildiğini, büyük umutlarla demokratik ülkelere göç edenlerin ayrımcılığa uğradığını, Fransa’dan İran’a kadınların her yerde baskılandığını ve nesneleştirildiğini anlatan filmleri izledikçe galiba dünyada adalet yok diyorsunuz...

*Suç ve Ceza gibi büyük temalarla işlenen filmleri festivallerde görmek, izleyiciler için ne tür bir anlam taşıyor? Bu tür filmler, bir toplumun moral ve etik değerlerini ne şekilde yansıtır, sizce?

İzmir'de Atatürk ile Latife Hanım'ın evliliğini konu alan danslı anlatım sahnelendi İzmir'de Atatürk ile Latife Hanım'ın evliliğini konu alan danslı anlatım sahnelendi

Toplumlar homojen değil, izleyici kitlesi de öyle. Ama düşünen, okuyan, izleyen, dünya ve ülke ahvalini dert edinen ahlaklı, vicdanlı, dürüst insanlar film festivalleri gibi ortamlarda bir araya geliyor. Eğlence ya da kaçış sinemasıyla değil, yedinci sanatla ilgileniyorlar. Pek çok sinemacı da ataerkil ve totaliter rejimlerin bittiği, ekosistemin korunduğu, savaşların, şiddetin, tahakkümün, hak ihlallerinin ortadan kalktığı adil, özgür, eşitlikçi, barış içinde bir düzenin, çoğulcu ve ileri bir demokrasinin hayalini kuruyor ve bunu filmlerine yansıtıyor. Sinemacılar anlamlı filmler üretme, izleyici anlamlı filmler izleme amacı güdüyor. Festivaller de iki grubun buluşma alanı.

 “Umutsuzluk ve bezginlik aşılamayan filmler olmasına özen gösterdim”

*Festivalin direktörlük sürecinde, “Suç ve Ceza” teması gibi ağır temalara sahip filmleri seçerken nelere dikkat ettiniz? Sizin için önemli olan unsurlar neler?

Filmleri ekip olarak seçtik. Temalar ağır, ama filmler yaratıcı ve estetik açıdan doyurucu olunca izlemekte zorlanmıyorsunuz. Biz önce sinematik açıdan güçlü filmler tercih ettik, temalarımıza uygun diye yaratıcılıktan uzak, heyecan vermeyen filmlere razı olmadık. Belgesellerimizin çoğu doküdrama, kurmacalarımızın çoğunda janr ögeleri var. Ayrıca mizah, hatta romantizm içeren filmlerimiz de var Bisiklet Satrancı, Memeli, Antika, Sadece Birkaç Gün misali. Ben özellikle umutsuzluk ve bezginlik aşılamayan filmler olmasına özen gösterdim. Tabii ki benim gönlüm feminist filmlere kaydı biraz... Seçmeleri tamamlayınca baktım ki Sinemada Kadın Özgürleşmesi beni tartışın diyor! Bütün filmler gündemimizle bütünleşsin, izleyicilerimize ufuk açsın diye 4. Kuvvet Direniyor ve Yapay Zekanın Yeni Marifetleri bölümündeki filmleri panellerle tartışmaya açmayı düşündüm. Tartışmak, tartıştırmak, meselelere ve filmlere boyut kazandırmak benim için önemli bir ölçüttü.

Sinema sessiz kalabalıkların adına konuşmalı

*Suç, ceza, adalet ve toplum eleştirisi gibi temalar, sinemanın en güçlü anlatı araçları. Sizce bu temaların sinema dilinde işlenmesi, toplumsal değişim ve bireysel farkındalık yaratma anlamında nasıl bir rol oynuyor?

Programımızdaki klasiklerden biri Şehirde İki Adam. Filmin çekildiği 1973 yılında Fransa’da hala giyotinle idam cezası yürürlükteydi. Film, idam cezası karşıtı. Jean Gabin’in canlandırdığı karakter, adaletin adil olması, acımasız olmaması gerektiğini söyler bir sahnede. 51 yıl sonra Fransa’da idam cezası, hele hele giyotinle idam düşünülebilir mi? Bildiğin barbarlık! Oysa zamanında epey tartışılmış bir film. Bugün dönemin seçimle iktidara gelen hükümetinin değil, onu eleştirenlerin haklı çıktığını görüyoruz. Bell ki Fransız toplumu suçluların kafası kesilmeli diye düşünmüyordu, muhtemelen çoğu ahlaken böyle bir barbarlığa karşıydı. Bir sinemacının, başka bir sanatçının ya da düşünürün topluma öncülük etmesi, sessiz kalabalıkların adına konuşması, yanlışı da doğruyu da göstermesi gerekir çoğu zaman. Yeni filmlerimiz de demiri tavında dövüyor.

*Türk sinemasında suç ve ceza temalarının işlendiği örnekler artmaya başladı. Bu bağlamda, geçmişten bugüne Türk sinemasındaki evrimi nasıl görüyorsunuz?

Bu bir cevaptan ziyade bir tez konusu... Yeşilçam bazı istisnalar haricinde ciddi biçimde ayrımcı, özellikle de cinsiyetçi. Sinemamız estetik olarak dünya standardına ulaştı ama bu sorunların ortadan kalktığını söyleyemem. Yani henüz aradığımız adil sinemaya ulaşamadık. Yarışmaya aldığımız iki yerli yapım Ceviz Yaprakları Sarardığında ve Gecenin Kıyısı ise erkek hikayeleri anlatmakla birlikte cinsiyetçi değiller, ayrımcı hiç değiller.

*Sinema eleştirmenliği açısından, Suç ve Ceza gibi büyük temaların işlendiği filmleri değerlendirmek zorlayıcı olabilir. Sizce bir eleştirmen bu tür filmleri değerlendirirken hangi ölçütleri göz önünde bulundurmalı?

Bana kalırsa eleştiri açısından ne zorlayıcı ne de farklı değerlendirme ölçütleri gerektiriyor adalet temalı filmler. Dogmalardan arınmış özgür ve eleştirel düşünce ve diğer bütün filmleri değerlendirdiğimiz ölçütler yeterli.

 “Yapay Adalet: Nesnellik mi, Çelişki mi?”

*Yapay zekânın Yeni Marifetleri bölümünde gösterilecek filmler hangi konuları tartışmaya açacak?

Filmlerimizden biri Ebediyen Sen / Eternal You, yapay zekânın en tuhaf kullanım alanını sorguluyor. Bu belgeselde insanlar para ödeyerek aldıkları bir hizmet karşılığında, ölen yakınlarının avatarını yaptırıyor. Ben buna dijital ruh çağırma diyorum! Ölen kişiyle görüntülü çağrı yapar gibi konuşmak bana çılgınca geliyor. Daha da çılgın olan o avatarı kontrol eden yapay zekanın ne söyleyeceğinin kontrol edilemeyecek olması! Diğer filmimiz bir bilimkurgu: Yapay Adalet. Yakın bir gelecekte İspanya hükümeti, yargıçların yerine sayısal analiz yaparak karar alan bir yapay zeka kullanmayı planlar. Film, bu sistemi test eden yargıcın gerilim dolu öyküsünü anlatıyor. Biz de bu filmden yola çıkarak “Yapay Adalet: Nesnellik mi, Çelişki mi?” başlıklı bir panel düzenledik.

 Hukukçular sinemacılara haklarını anlatacak

*Geçtiğimiz yıl Antalya Film Festivali, bu yıl ise MUBİ Film Festivali, sansür ve festival iptalleriyle gündeme geldi. Bu tür olaylar, sinemanın özgürlük alanı ve sanat üzerindeki baskılar konusunda ne gibi tepkilere yol açıyor? Sizce Türk sinemasının geleceği, bu gibi engellerle nasıl bir yol alır?

Hak ve özgürlüklerimizin tek güvencesi hukuk devleti. Hukuk ve sinemayı iç içe geçiren bir festival olarak bu konuya çare aramak, hukuki çözüm yolları bulmak gerektiğini düşündüm. Uzman hukukçularla sinemacıları buluşturacağız. Her tür sorunun yanıtlanabileceği kapalı bir oturumda uzman hukukçular kamuoyunda sansür diye adlandırılan bütün uygulamaları ve denetim mekanizmalarını, ilgili yasaları, yaptırımları ve hak arama yollarını sinemacılara anlatacak.

*Adelet kavramı, Türkiye'deki toplumsal ve kültürel dinamikler açısından sıklıkla tartışılan bir konu. Sizce bu konu, Türk sinemasında yeterince derinlemesine işleniyor ve sinema üzerinden topluma yansıtılabiliyor mu? Geçmişten günümüzü bu konuyu iyi anlatan yerli film hangileri?

Bu da bir tez konusu! Hemen aklıma gelen filmler olduğuna göre yeterince işleniyor bu tema. Umut, Akad’ın göç üçlemesi, Hakkari’de Bir Mevsim, Güneşe Yolculuk, Üçüncü Sayfa, Pus, Filler ve Çimen... Daha çok var!

 “Herkes İçin Adalet”

Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, 22 Kasım’da izleyicilerle buluşacak ve 28 Kasım’a kadar devam edecek. “Herkes İçin Adalet” temasıyla yola çıkan festival, Venedik ve Cannes gibi dünyanın en önemli festivallerinde prömiyerini yapmış yapımları, göçmenliği, eşitsiz gelir dağılımının yarattığı zorlu yaşam koşullarını, kadınların üzerindeki baskıları ve bitip tükenmeyen mücadelelerini, savaşın altüst ettiği hayatları ve adalet arayışlarını farklı coğrafyalardan tanıdık hikâyelerle bir araya getirecek. Öğrenci biletleri 20 TL, tam biletler ise 75 TL’den satışa sunuluyor.

Editör: Ziya Burak Erol