“AKP Devrinde Medya Âlemi” kitabının yazarı KHK mağduru Ayan, geçirdiği krizlere göre belirli dönemlere ayırdığı AKP’nin, nasıl yeni bir medya düzeni yarattığını ortaya koyuyor. Ayan, “Gelinen aşamada kendi ömrünü, iktidarın siyasi ömrüne bağlamış bir merkez medya var” dedi.

Barış Kop / İstanbul “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza attığı için 1 Eylül 2016’da yayımlanan 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki görevinden ihraç edilen Vahdet Mesut Ayan ile yazdığı “AKP Devrinde Medya Âlemi” kitabı ve güncel gelişmeleri konuştuk. Ayan, Haziran 2019’da Yordam Kitap’tan çıkan kitabında, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 2002 ile 2018 arasındaki iktidarında yaşanan medyadaki dönüşümün; ekonomi, devlet, siyasal ve sivil toplum ve kamusal alanda yaşanan dönüşümle eşzamanlı ve aynı yöntemlerle gerçekleştiğini okuyucuya sunuyor. AKP’nin uzun iktidarını, geçirdiği krizlere göre belirli dönemlere ayıran Ayan, her dönemin dönüştürücü stratejilerini de özgün kavramsallaştırmalarla inceliyor. AKP’nin medyayı her hücresine nüfuz edecek derecede önemsediği ve onu adım adım fakat radikal bir şekilde yeniden yapılandırarak, yeni bir medya düzeni yarattığını gözler önüne seriyor. 24 Haziran 2018 Genel seçimlerini de örnek bir vaka olarak inceleyen Ayan, medyada görülen yüzler, medya patronları ve yapılarının değiştiği, habercilik ilkelerinin başkalaştığı, hedef ve söylemlerin belli bir ideoloji, parti ve liderin yörüngesine sokulduğunu ortaya koyuyor. Yeni medya düzeni: Belli bir ideolojinin yörüngesinde -Bütün parçalarıyla birlikte bir toplumun üzerinde hegemonya kurmanın araçlarından birisi de medyadır. Kimi iktidarlar medyaya yeterince önem atfetmemiş (kitabınızda Milli Görüş hükümetlerini örnek göstermişsiniz) ve bu durum dağılıp gitmelerinin önünde bir bakıma katalizör görevi görmüştür. 2002 yılından beri iktidar olan AKP’nin, medya politikalarının seyrinin yerleşik tarihsel blokla kurduğu ilişkiye göre şekillendiğini ve sürekli bir dönüşüm geçirdiğini ifade etmişsiniz. Kısaca AKP’nin dönemsel medya politikalarından ve stratejilerinden söz edebilir misiniz? -AKP’nin medya stratejilerinden söz edeceksek bunun temel koşulu, genel olarak iktidarın topluma uyguladığı politikaların gözden geçirilmesidir. Zira salt medyaya bakarak, ne AKP’yi ne de onun genel stratejilerini anlayabiliriz. AKP dönemi medyanın geçirdiği dönüşümü, bu süreçte toplumun geçirdiği genel dönüşümde bulabiliriz. Medyayı toplumsal alanın bir parçası kabul edersek, medya ortamının dönüşümü, ancak Türkiye toplumu ve onun kurumlarının değişiminde aranmalıdır. AKP’nin dönemsel medya politikaları, hem iktidarın o andaki gücüne/güçsüzlüğüne, ortaklarına ve geçirdiği krizlere göre şekillenmiştir. Bunları göz önünde tutarak AKP’yi ve onun medyayla kurduğu ilişkileri kabaca üç döneme ayırmak mümkündür. Bunlar; AKP’nin toplumsal rızaya ihtiyaç duyduğu 2002-2008 yılları; iktidarını pekiştirdiği 2008-2013; ciddi krizler yaşadığı ve bu krizleri tahakküm politikalarıyla atlatmaya çalıştığı 2013-2019 dönemleridir. Yukarıda sıraladığımız her dönemde, AKP’nin gerek toplum üzerinde gerekse de medya üzerinde yürüttüğü stratejiler birbirinden farklıdır. Bu dönemselleştirme içinde iktidar, hegemonya (ki buna kültürel yönetim de diyebiliriz) stratejilerinden tahakküm stratejisine geçiş yapmıştır. Özellikle son döneminde neredeyse çıplak zora dayanan bir iktidar yapısı görmekteyiz ki, aslında MHP ile birlikte kurulan bu milliyetçi-muhafazakâr koalisyonun en zayıf halkasıdır. -Medyadaki dönüşümün temel nedeninin, temel yapıda yaşanan değişimde aranması gerektiğini söylüyorsunuz. AKP’nin sınıfsal dayanağı olarak gördüğünüz “İslamcı burjuvazi”nin tarihsel gelişimi, özellikle 2002 sonrası sermaye birikim hızındaki ivmesi ve medyanın dönüşümünde oynadığı rol hakkında neler söylersiniz? -Şunu söyleyerek başlamak daha doğru olur; temel yapının ya da ekonomik dinamikleri analiz edilmeden yapılabilecek her analiz, sürece yön veren önemli dinamiklerin eksik kalmasına neden olur. Hem AKP’yi iktidara getiren hem de medyayı AKP döneminde mutasyona uğratan ana etmen, 1990’lı yıllarda gelişen ve artık finans kapital haline gelen İslamcı burjuvazidir. Türkiye burjuvazisinin bir yanını oluşturan bu sermaye yapısı, sadece medyayı değil, siyaseti, ekonomiyi, eğitimi, sağlığı, kültürü ve burada sıralayamayacağımız her alanı belirli bir anlamda değiştirdi. 2008 yılından itibaren yeni yeni kurulmaya başlayan medya organları (TVNET, Beyaz TV, Kanal 24, Akit TV; Diriliş Postası, Yeni Söz, Milat vs.) bunun en açık göstergesidir. Tabii yeni kurulan medya organları genel olarak Türkiye medyasının dönüşümünün bir parçası, bir de 2002 öncesi merkez medyada yer alan ATV-Sabah gibi İslamcı burjuvazinin eline geçen medya kuruluşları var. Bunları bir bütün halinde değerlendirdiğimizde bu burjuvazinin medya üzerindeki etkisini anlayabiliriz. AKP’yi iktidara taşıyan ve iktidarın ekonomi politikasıyla sermaye birikimini hızlandıran İslamcı burjuvazi genel olarak medyanın dönüşümünün ardındaki temel dinamiktir. “İktidar yapısı ve medyada esas kırılma, 15 Temmuz’un ardından yaşandı” -AKP ilk döneminde, mevcut tarihsel blok karşısında yeterince güçlü olmadığını gördüğü için hegemonya kurarak, rıza devşirerek, kendi tarihsel bloğunu kurma yolunda mevzilerini genişletmeye çalıştı. İktidar ikinci dönemiyle birlikte özellikle politik toplumdan kaynaklı krizlerle yüzleşmeye başladı. Daha sonra iktidar ortağı cemaat ile yaşanan anlaşmazlıkların açtığı krizler var. Ve tabi Gezi eylemleri de iktidarı derinden sarstı. Kısaca AKP’nin karşılaştığı bu krizlerden ve bunların üstesinden gelirken oluşturduğu yeni medya düzeninin sürece etkisinden söz edebilir misiniz? -İktidar ve cemaat koalisyonu açısından medya, özellikle 2002-2013 yılları arasında oldukça işlevsel bir rol üstlendi. Geriye dönüp baktığımızda Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında hem AKP hem de cemaat medyasının yayınlarının bilgi kirliliği yaratarak kamuoyunu nasıl yanılttıklarını hatırlıyoruz. Hatta bu operasyonlar öncesinde Cemaate yakın “Taraf” gazetesi kurulmuştu. Türkiye toplumunun geneli bu operasyonlar sürecindeki belirli hukuksuzluklara belki de bu medya organlarının yayınları nedeniyle kayıtsız kalmıştır. Yine 2010’da gerçekleştirilen anayasa referandumunda da bilgi kirliliği halkın haber alma hakkının önüne geçmişti. Bu önemli siyasi virajlarda dönemin iktidar koalisyonuna yakın medya organları AKP politikalarına etkili destek verdi. AKP’nin geçirdiği krizler ise yukarıda söylediğimiz gibi, topluma yönelik uyguladığı stratejilerde belirli bir değişikliği meydana getirir. 17/25 Aralık sonrası Cemaatle köprülerin atılması, Cemaat medyasını hedef haline getirmişken; Gezi Direnişi, merkez medyanın ve bu mecralarda çalışan gazetecilerin baskıyla karşılaşmasının önünü açtı. Bu dönemde Gezi ile ilgili doğru haber yapan birçok gazetecinin işsiz kaldığını anımsıyoruz. Hem iktidarın yapısında hem de medyada yaşanan esas kırılma ise 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen başarısız darbe girişiminin ardından yaşandı. 2002-2013 yılları arasında iktidar ortağı olmuş iki grubun çatışmasında artık küskünlük ya da zorunlu birliktelik yerini kanlı bir iç savaşa bırakmış, bu ise OHAL ve salt tahakküm politikalarını uygulayarak iktidarda kalmayı becerebilen AKP/MHP koalisyonunun harcı olmuştur. Medya alanında yaşanan temel kırılma işte 2016’da başlayan OHAL süreciyle açıklanabilir. “AKP medyası gündem yaratacak gücünü yitirmiş görünüyor” Bu dönemde birçok medya kuruluşu hukuksuz bir şekilde kapatılmışken, çoğu gazeteci olan medya çalışanları da işsiz kalmış ve hatta tutuklanmıştır. Bu kriz ortamı tabii Türkiye toplumunun yaşadığı genel siyasi atmosferle yakından ilişkilidir. Şimdiye gelecek olursak iktidar medyasının 2002-2013 yılları arasındaki gücünü koruduğunu düşünmüyorum; zira gazete tirajlarında yaşanan düşüşler, TV programlarının reytingleri bize medyanın izlenirliği ya da güvenilirliği hakkında bilgi vermektedir. AKP medyası, tıpkı destek sunduğu iktidar gibi, söz söyleyecek ya da gündem yaratacak gücünü yitirmiş gözüküyor. Sadece savaş politikalarıyla ayakta kalmaya çalışan AKP-MHP medyasının savaş tamtamlığı dışında topluma anlatacak bir politikası yok. Bunu İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) seçimlerinin ardından, kapanan Güneş ve Star gazetelerinden de anlayabiliriz; zira bu yayın organlarının temel geliri reklam ya da satışlardan gelen gelirler değildi. Bunların temel geliri kamu kuruluşlarının maddi destekleriydi. İBB seçimlerinin CHP tarafından kazanılması bu geliri kesintiye uğrattı. Gelinen aşamada kendi ömrünü, iktidarın siyasi ömrüne bağlamış bir merkez medya var. Şöyle de diyebiliriz; AKP’nin iktidardan düşmesi, beraberinde merkez medyanın ve burada çalışan iktidar yanlısı/tetikçi gazetecilerin iktidardan düşmesi anlamına da gelecek. Başka sektördeki patronlar medyayı fethetti -Ana akım iletişim çalışmalarındaki egemen anlayışa da birtakım eleştiriler getiriyorsunuz. İletişim fakültelerinde öğrencilere ilk olarak medyanın/basının, “dördüncü güç” olarak yasama, yürütme ve yargıyı kamu adına denetlediği anlatılır. Fakat siz kitabınızda şu an içinde bulunduğumuz durumu medyanın; yasama, yürütme ve yargı adına kamuyu denetleyen bir kuvvet olarak belirtmişsiniz. Neler söylersiniz bu durum hakkında? -Bu meseleyi kitapta da başka yerlerde yayımlanan yazılarımda da belirtmiştim. Medyanın demokrasinin dördüncü kuvveti olarak resmedilmesi gerçekliği tümüyle çarpıtan bir bakış. Bu görüş temelinde toplumu, bilimi dallara ayıran ve aralarındaki ilişkiselliği kesen pozitivist epistemolojiyi içinde barındırmakta. Burada demokrasi gayet atomize bir şekilde birbirinden ayrılıyor ve yine ilişkiselliği kopmuş yasama, yürütme ve yargının yanına onları denetleyen bir dördüncü kuvvet medya ekleniyor. Hâlbuki yakından bakıldığında medyanın siyasetle, yargıyla ve de iktidarla yakından bir ilişkisi mevcut; zira medya toplumsal bütünlüğün bir parçası ve kapitalist toplumsal formasyonun yeniden üretilmesi sürecinde belirli işlevleri var. Ayrıca özellikle 1980’den itibaren medya sahipliğinde önemli dönüşümler meydana geldi. Bu alan bütünüyle başka sektörlerde iş yapan patronlarca âdeta fethedildi. Dolayısıyla medya ekonomi, siyaset ve iktidarla yakından ilişkili ve hatta bu etmenlere bağımlı bir alan haline gelmiş bulunmakta. Bu ilişki, medyayı iktidara bağlı kılarken, günümüz Türkiye’sinde gördüğümüz gibi medyayı iktidarın baskı aygıtına çevirmekte. Özellikle merkez medya, yayınlarıyla neredeyse iktidarın gözcüsü olmaktadır. Bunu AKP ile kurulan yukarıdaki ilişkiden soyutlayarak açıklayamayız. -Teksesli medya düzeni içerisinde bir şekilde var olmaya çalışan mecralarda var. Tabi bunlar ekonomik ve siyasi yönden epey bir sıkıntıyla karşılaşıyorlar. Fakat şunu da görüyoruz ki, bu mecralar ve buralarda çalışanların bazılarında gazetecilik konusunda ciddi sıkıntılar göze çarpıyor. Haber yapmaktan ziyade “aktivizm” peşinde koşulduğunu görüyoruz. Alternatif ve muhalif basın olarak kendilerini tanımlayan kimi mecra bir şekilde bir siyasi oluşuma yakın ya da fon aldığı kimi yerler var. Bu durum bağımsız ve tarafsız olmalarının önüne geçiyor. “Havuz medyasına” yöneltilen “gazetecilik meslek ilkelerinin yok sayıldığı” eleştirisi aslında bu kesime de yönetilmeli. Çünkü gazetecilik refleksinden ziyade “örgütsel tavır” ile hareket edildiği görülüyor. Bu durum ile ilgili olarak siz ne düşünüyorsunuz? Neler söylersiniz? -Türkiye’de medya ortamı öyle bir hale geldi ki, gerçekten alternatif mecraların eleştirisi şu dönemde yapılabilir mi bilmiyorum; zira merkez medyanın gazetecilik mesleğinde meydana getirdiği yıkım o kadar büyük ki, bu ister istemez kendi mahallemize de sıçramış olabilir. Fon meselesinin “havuzla” karşılaştırılması yanlış olur; zira siz de biliyorsunuz ki yeni bir medya organı kurmak oldukça maliyet gerektiren bir iş ve bu dönemde alternatif haberciliğin geçerli olacağı bir mecrayı kurmak ayrıca da cesaret istiyor. Fonlar medya bağımsızlığını zedelemekten ziyade, şu anda gazeteciliğin önünü açan bir işleve sahip kanaatimce. Şöyle de düşünebiliriz, bu fonlar olmasaydı merkez medyanın dışına itilmiş birçok gazetecinin sesini duyuyor olmazdık. -Yeni medya düzeninin hali böyle. Bu kara tablodan çıkabilmenin yolunu siz nasıl görüyorsunuz? -Bu karanlık tablodan hep birlikte çıkacağız. Marksizm’in bize kazandırdığı en önemli düşünsel yeti, diyalektiktir. Karşımızda salt baskıyla iktidarını korumaya çabalayan ve hegemonyasını yitirmiş bir iktidar var ve diyalektiğin gereği, bu baskı aynı zamanda onun ne kadar güçsüz ve kırılgan olduğunu da göstermekte bize. Toplumsal mücadeleyi yükselterek, artık siyasi ömrünün sonuna gelen AKP’yi iktidardan edebiliriz. -Türkiye’de siyasal gelişmelere göre internete erişim engelleri ve kısıtlamalar getiriliyor. Gazeteciler, bir konu hakkında haber yaptıkları, paylaşım yaptıkları için gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, hüküm giyiyorlar. Yakın zamanda Libya’da yaşamını yitiren MİT görevlisi ile ilgili haber yaptıkları gerekçesiyle gazeteciler tutuklandı. İdlib’deki gelişmeler nedeniyle Sputnik çalışanları gözaltına alındı, Ankara’daki çalışanlarının evlerinin önüne kadar gidenler oldu. Yaşanan son gelişmeler üzerine ne söylersiniz? -Bu gelişmeler bize medyanın nasıl dördüncü kuvvet olamadığını gösteriyor. İktidarın herhangi bir politikasının eleştirisi ya da gerçeğin kamuoyuyla paylaşılması medya çalışanlarının nasıl bir muameleyle karşılaşacağını göstermekte. Tabii ben buna medyanın tahzîr edilmesi diyorum. Yani iktidar tarafından medya organının veya çalışanlarının korkutulması veya sindirilmesi. AKP’nin bu son dönemi için gayet kullanışlı bir yöntem ama işte iktidarın sorunlarını çözmüyor. Libya ve İdlib sorunlarının çözümü kuşkusuz gazetecileri tutuklamak değil, sorunların çözümü dış politikanın siyasal İslamcı rotadan çıkarılmasında yatıyor.
Editör: TE Bilisim